Onları kötülükte yarıştıkları, zulümde zirveye ulaştıkları, yokluğun gayyasına varlığın Everest’inden yuvarlandıkları için tanıyoruz. Kibrin sembolü haline geldikleri için… Yoksa muhtemelen isimlerini muktedirin yanına yazdırma mücadelesi veren onlarcasından farklı değillerdi.
Yarışı kaybetseler unutulup gideceklerdi, kazandıkları için hatırlandılar. Kaybetseler mazlum olacaklardı, kazandıkları için “zulmün ta kendisi” oldular. Kaybetseler cürümleri mahdut kalacaktı, kazandıkları için ebedi olarak lanetlendiler. Kaybetseler kazanacaklardı, kazandıkları için kaybettiler.
İsimleri Kur’an-ı Kerim’de Firavun’la yan yana yazıldı: Hâman ve Kârun.
Üçlü bir güç odağının sağ ve sol cenahında yer aldılar.
Hani “Benim gökte iki vezirim yerde de iki vezirim vardır. Gökteki vezirlerim Cebrail ve Mikail, yerdeki vezirlerim Ebu Bekir ve Ömer’dir.” diyordu ya Hz. Peygamber (sav); onlar da Amnofis’in iki veziriydiler. İki şer kutup. Biri gücü, diğeri serveti temsil ediyordu. Biri makamı, öbürü imkânı. Birinin ordusu, diğerinin hazinesi vardı.
Firavun gibi soyca seçilmiş değillerdi. Sahip olduklarını onun desteği ile elde ettiler. Hâman, bürokrasinin zirvesine yükseldi, Karûn bir beşer ne kadar altın ve gümüş biriktirebiliyorsa o kadar biriktirdi…
Ey benim danışmanlarım ve devlet adamlarım
“And olsun ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâman’a ve Kârun’a gönderdik. Onlar ise; “Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler.” (Mümin, 23, 24) ayetleri, onların Firavun’la tam bir uyum içerisinde çalıştıklarına işaret eder.
Amnofis çok başarılı bir oligarktır. Onun kule yaptırma girişiminden, Hâman’ın desteği ile seçkin bir bürokrat zümresi oluşturduğunu fark ederiz:
Firavun (ileri gelen yetkililere dönerek) dedi ki: “Ey benim danışmanlarım ve devlet adamlarım! Ben sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum. Ey Hâman! Haydi benim için tuğla ocağını tutuştur, balçığı pişir, fazlaca tuğla imal ettirip benim için öyle yüksek bir kule yap ki, belki de onun vasıtasıyla yükselip Mûsâ’nın (varlığını iddia ettiği) Tanrısını görürüm! Aslında, ben onun yalancının biri olduğu görüşündeyim ya (neyse!)” (Kasas, 38)
Görünen o ki Hâman, muktedirin emirlerinin koşulsuz icraatçısıdır ve geniş yetkilerle donatılmıştır.
Amnofis’in “Ey benim danışmanlarım ve devlet adamlarım!” gibi kuşatıcı ve sahiplenici hitabı arkasından gelen “Ben sizin benden başka bir ilahınız olduğunu bilmiyorum” cümlesi, firavunluğun özeti gibidir. “Ben sizin yerinize düşünür ve karar veririm. Hüküm bana aittir ve sizin saadetiniz bana boyun eğmededir“ anlamlarını içerir. Kıyamdaki bürokratları rükûa zorlar.
Şöhretperestlik ve yükselme arzusu
Bediüzzaman, Amnofis’in yüksek bir kule inşa ettirme hevesini bir kompleksle açıklar: Görmemişlikten ve şöhretperestlikten gelen yükselme arzusu. Piramitlerin ardında yatan psikoloji de aynıdır. Zira Firavun, “dağsız bir çölde” hüküm sürmektedir ve azametini ilan etmek için sun’i dağlar inşa etmeye ihtiyacı vardır. Bir çeşit göz boyama. Yükseltilerle yükseleceğini sanma yanılgısı. Belki küçüklüğünü örtme, alçaklığını perdeleme çabası.
Aynı kompleksi Hâman üzerinden okumak da mümkün. Rivayete göre Hâman’ın asıl mesleği mezar bekçiliği idi. Oradan baş vezirliğe yükseltilmesinin semptomları, Amnofis’in dümdüz bir çölden kule yaptırarak tanrılığa yükselmesinden farklı değil. Muktedirin gözünden düştüğünde yuvarlanacağı yer belli olan birinin, güce secde etmeyi sadakatle tevil etmesinde ne tuhaflık olabilir?
Kârun’sa, Hz. Musa’nın kavminden olmasına rağmen Firavun tarafından desteklenip kullanılmış bir işbirlikçi.
Mal mülkle zehirlenmiş bir gösteriş meraklısı. Altın ve gümüşle şımarmış, böbürlenmiş, milleti ifsad etmeye girişmiş bir sonradan görme. “Ben bu servete ilmim ve becerim sayesinde kavuştum.” diyecek kadar küstahlaşmış bir hazımsız. Hırsız, rüşvetçi ve yalancı.
Zenginliğini teşhir etmek için hazinelerinin anahtarını bir topluluğa taşıtıyor oluşu fevkalade metaforik. Anahtar rüşveti, anahtar taşıyıcıları da makam sahiplerini çağrıştırıyor çünkü.
Kârun, kazanç kapılarını rüşvetin efsunlu anahtarı ile aralamayı öğrenmiştir. Satın aldığı makamların büyüklüğü ile kendi hazine dairesini genişletir. Açgözlü bir bürokrat topluluğunu, dağıttığı kara paranın ağırlığı altında ezip zayıf düşürerek egosunu besler.
İsimlerini birlikte yazdıranlar
“Kârun, Firavun ve Hâman’ı da hatırlayın,” diyor Allah, ayet-i kerimede. “Şurası bir gerçek ki, Musa onlara apaçık delillerle geldi, fakat onlar o ülkede kibir ve gururlarına yenik düşerek insanları eziyorlardı.” (Ankebut, 39)
Ezerek ve ezikliklerini kabul ettirerek kitleleri küçük olmaya ve küçük kalmaya alıştırdılar.
Sonra ne oldu?
“Haklarındaki hükmümüzü uygulamaya mani olup da cezamızdan kurtulamadılar.” diye bitiyor âyet. Tüm zalimler için verilmiş İlâhî bir hükmü, ne servetleri ne de güçleri ile geri çevirebildiler.
Kârun, sarayı ve hazineleri ile yerin dibine batarken Firavun ve Hâman orduları ile birlikte Kızıl Deniz’e gark oldu.
Toprak bir kere daha ateşe galebe çaldı. Su ateşi söndürdü, pisliği temizledi.
Geride yan yana yazılmış bed-nâm isimler kaldı.