Sözüm ona Cumhuriyet, birliği simgeleyecek... Sözüm ona tek yumruk, tek yürek olduğumuz gösterecek yedi düvele? Değil mi?
Ne gezer.
Adı üstünde Cumhuriyet’in kuruluş yıldönümü!
Cumhuriyeti kim temsil ediyor?
Cumhurbaşkanı.
Öyle değil mi?
Ana muhalefet partisi başkanı... Sonracığıma Genelkurmay Başkanı ya da Kadıköy Belediye Başkanı değil!
Kılıçdaroğlu neden Cumhurbaşkanı’nın elini sıkmıyor, Cumhuriyet’in 87. yıl dönümü kutlu olsun demiyor?
Çünkü Hayrunnisa Hanımefendi’nin başı örtülü. Bunun dışında öne sürdükleri bütün mazeretler trışkadan Niyazi sınıfından aşırma!
Genelkurmay Başkanı Merkez Orduevi’nde resepsiyon veriyor aynı saatlerde. Çankaya’ya çıkmıyorlar. Alıştık zaten. Kendilerine özgü bir demokrasi anlayışları var: “Siviller ikinci sınıf vatandaştır, ülke ve cumhuriyetin asıl sahibi biziz, Harp Okulu mezunun son durağı GenKur Başkanlığı değil Çankaya’dır!” Böyle olunca da, tabi kendi resepsiyonlarını düzenlemeleri doğal!
Kimi, belediye başkanlarına gelince, onlar hala sosyal demokrasiyle halkçılığı (popülizmi) birbirine karıştırıyor. Sokaklarda fener alayı düzenleyip, bayrak sallayarak cumhuriyete sahip çıkılmaz. Kılıçdaroğlu’da sosyal demokrasiye teğet dahi geçmemiş, eski bir bürokrat olduğundan, popülist dürtülerin tutsağı tablosunda yerini almakla kalmıyor, fener alayının da başını çekiyor.
Atam, Cumhuriyet dimdik ayaktadır; Demokrasinin sınırları genişlemektedir, varsın herkes kendi kafasına göre davet düzenlesin, asıl davet senin evinde, Çankaya’da yapıldı. Başı örtülü hanımefendiler de, mini etekli hanımefendiler de, Kürt’ü de, Türk’ü de, Laz’ı da, Çerkezi de, Ermeni’si de Yahudi’si de oradaydı. Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı kimliğiyle, bir arada, pek güzel kutladı senin eserini.
ÇOK YAŞA İHSAN KALKAVAN
ÇOK YAŞA YAVUZ KALKAVAN!
Cuma akşamı Pera Palas’ın açılış davetindeydim. Yavuz ve zarif eşi, Pera Palas’ı yeniden o eski, görkemli günlerine döndürmenin mutluluğu içinde, kapıda, konuklarını karşılıyorlardı. İstanbul Gelişim, Atilla Özdemiroğlu, Garo Mafyan, Neco ve arkadaşları bir müzik şöleni çektiler ki keyfine doyulmaz.
Lûtfettiler, bendenize oteli gezdirdiler. Agatha Christie’nin odasına girdim önce. Raflarda bütün kitaplarının Türkçe baskıları ve beş altı kadar İngilizce, ilk basımları. Masanın üzerinde kitaplarını yazdığı daktilonun bir benzeri. O saat sizi alıp 1920’lerin sonua 1930’ların başına taşıyor. Mustafa Kemal’in odası da bir başka güzel, bir başka büyüleyici. Bu koridorlarda yürümüş,bu yatağın bir benzeri üzerinde Samsun’da başlayan büyük ve uzun yürüyüşü tasarlamış.
Alt katta Agatha Restoran, Pera Pastanesi... Otel girişinin muhteşemliği, çalışanların zerafeti, terbiyesi,nezaketi... Pera Palas’ın güzelliğini bir yıl boyunca her gün anlatsam, gene de yetersiz kalır. Siz iyisi mi hemen gidin, bir fincan kahve için... Yo yo en iyisi, bir hafta sonu geçirin 1920’lerin İstanbul’unda; yirmi birinci yüzyılın rahatı ve teknolojisinin kucağında, geçmişin beşiğinde tıngır mıngır sallanın. Önce sevgili İhsan’a, sonra da Yavuz’a teşekkür edin.