Herkesten önce en yakınlar

Samanyoluhaber.com yazarlarından Abdullah Aymaz yeni köşe yazısını "Herkesten önce en yakınlar" başlığı ile kaleme aldı.
         Peygamber Efendimiz (S.A.S.)  Allah’tan bir emir, bir mesaj gelince herkesten önce kendisi tatbik eder, duruma göre en yakınları üzerinde uygulardı. Namaz ve oruç hususunda mesela beş vaktin üstünde namazlar kılar, senenin bir Ramazan ayından başka neredeyse senenin çoğunu oruçla geçirirdi. Kan davalarının yasaklanması üzerine en yakın aşiretinin  bütün kan davalarını kaldırmıştı. Fâiz yasağı gelince ilk kaldırdığı faiz alacağı olarak amcası Hz. Abbas’ın alacağı faizi kaldırmıştı.

         Bir önceki yazımızda ele aldığımız üzere, güneşin doğup battığı her tarafa hicret etme ve sefere çıkma hedefi üzerine yine en yakınlarının önden giden atlılardan olması gerekiyordu. Ama eşik gardiyanlığı yapan hissiyat, nasıl olsa Mescid-i Nebevî’de veya Kâbe’de kılınan namazlar, bin ve yüzbin kat sevaplarla bizi ihya eder düşüncesiyle bazılarını bu umumî icrâdan alıkoymuş olabilir.  Ama bu hayrı  işletmek için cebr-i lütfî ikramı ile  Cenab-ı Hakkın derin hikmetleri harekete geçti. Önce bazı Emevî zâlimlerini kader musallat etti. Yezidler, Haccaclar zulüm ve gadre başladılar. Efendimizin (S.A.S.) cennet gençlerinin efendileri buyurduğu Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i şehit ettiler. Günümüzdeki bu süreç gibi, Âl-i Beyt ve bütün yakınlarına karşı amansız bir savaş açtılar. Seksen seneyi aşkın bu zulümden sonra Emevî saltanatı sona erdi.  Bu sefer Efendimizin (S.A.S.)  amcası Hz. Abbas’ın torunları iktidarı ele aldı. Maalesef bu amcaoğullarının bazıları da saltanat kaygısıyla Âl-i Beyt’e haksızlık yapmaktan geri durmadı. Peki ana sebep neydi? Endişe şuydu: Efendimizin (S.A.S.) evlatları bir gün “Biz evlad-ı Resulüz. Halifelik, ümmeti idare bizim hakkımız” der de ümmet-i Muhammed bunların yanına geçer ve bizim elimizden saltanat gider düşüncesi… Bugün Türkiye’de Hizmetin ve Hizmet mensuplarının başına gelen de  bu:  “Eğitim vs. her şeyde bunlar ön planda. Bunlar bizim elimizden saltanatı alacaklar. Almadan önce onları yok edelim düşüncesi.”

         Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin hep ihlasta Birinci Talebesi olan Albay Hulusi Ağabeyimizin Lâtif  Nükteler  kitapçığında bir sorusu  var:  “Ben seyyit miyim? Ben Âl-i Beyt’ten miyim?”  Bunu niye soruyor, çünkü kitaplarının içinde “Seyyid Muhammed” diye dedesinin bir imzasını görmüş…  İnsan hayret ediyor. Birkaç yüz sene önce gelip-geçmiş  bir paşanın sülalesinden gelen birisi ben paşa torunuyum derken nasıl olur,  Âhir zaman peygamberi Allah’ın Habibî Hz. Muhammed Aleyhisselamın torunu, kendi dedesini bilmez? Evet bilmez; saltanat elimizden gider endişesiyle cinayet işlemekten çekinmeyen ve  devleti ele geçirmiş olup da onu mafya usulü idare edenlerin Ceberrutlukları  dönemlerinde evlatlarını korumak için kimin torunu olduğu kendisine söylenemeyen nesiller bunu nereden bilsin?!.

         Üstad Hazretleri bu soruya:  “Ben keşfen kerameten bir cevap veremem. Ama âl-i beyt ikidir. Birincisi, Efendimizin (S.A.S.)  neslinden, nesebinden gelenler. İkincisi mânevî Âl-i Beyt, bunlar da Efendimizin (S.A.S.)  İman-Kur’an davasını hayatının ana gayesi yapanlar… Bunlar da nesebî seyyidler ve  âl-i beytler gibidir. Nitekim bir mahkemede  Üstad Hazretleri bir soru üzerine “Biz Risale-i Nur Talebeleri mânevî seyyidleriz” diyor.

         Güneşin doğup-battığı her yere gitmeleri gereken nesebi âli beytler, seyyidler cebr-i lütfî  olarak dünyanın her tarafına kaderin takdiri ve sevki ile gitmek zorunda kalırlar da, mânevî seyyidler, bundan muaf tutulurlar mı? Hele hele 1993’ten itibaren M. Fethullah  Gülen Hocaefendi, “Hamallığa râzı olun dünyaya dağılın… Birer tohum gibi cihanın her tarafına saçılın…  Tohumun sırrı  toprakta çözülür… Bunun için celp mi çıkarılması lâzım… Elleriniz kelepçeli olarak mı gitmek istiyorsunuz?” diye inleyip feryat ederse…  Neticesinin ne olacağı belli… Eşik  gardiyanlarının engellemeleri, cebr-i lütfînin yarma hareketiyle elhamdülillah böylece tesirsiz hale getirilmiştir.
02 Eylül 2025 12:18
DİĞER HABERLER