''Bugün mezkur kahramanlar, ülkemiz başta olmak üzere bulundukları yerlerde bir takım sıkıntılarla karşılaşsalar bile, hak bildikleri bu yolda elif gibi dik durup geriye adım atmadan, sabredip Allah’a tevekkül içinde vazifelerini yaparak yürümektedirler.''
İnsanlar hayat mektebinde talebe gibidir. Talebe nasıl imtihana tabî tutuluyorsa, insanlar da bütün nimetlerden sorgulanacak ve sahip oldukları imkanlardan imtihana tabî tutulacaklardır.
Ebedî hayatı kazanmak üzere yeryüzü mektebine tahsil için gönderilen insan; Allah ve Resulullah’ın davetine icabet ettiği, Kur’an’a kulak verip emir ve yasaklarına saygılı hareket ettiği ölçüde, dünyada ve ahirette mutlu ve huzurlu olacaktır.
Hz.Adem (as) ve şeytanla başlayan bu mücadele, kıyamete kadar devam edecektir. Peygamberimiz ve Sahabe-i Kiram Efendilerimiz, inanıp temsil ettikleri iman hakikatleri adına, yaşamada zorlandıkları dönemlerde ilk defa Habeşistan’a hicret etmişlerdir.
Daha sonra, müşriklerin boykot ilan etmesiyle davasını insanlara anlatabilme adına Taif’e hicret eden Allah Resulü (sav); vakti saati gelmediği için, Taifliler tarafından zor durumda bırakılmış ve tekrar Mekke’ye geri dönmek zorunda kalmıştır.
Mekke Fethi'nden sonra rahat bir nefes alma fırsatı bulan Sahabe Efendilerimiz, İslam’ı tebliğ adına hicret ederek bütün çevreye dağılmış, bu vesileyle nice insanlar imanla şereflenip Allah ve Resulü‘nü tanımışlardır.
Asırlar var ki, insanların bir kısmı kendi iradeleriyle sırf Allah için hicret etmişler, bir kısmı da şartların zorlamasıyla imkanları ölçüsünde hicret etmek zorunda kalmışlardır. Ecdadımız da, Orta Asya‘dan hicret ederek Anadolu’ya gelmiş, orayı İslam’la şereflendirmişler, asırlarca insanlara örnek ve numune olmuş, nice muhtaç gönüllere Allah ve Resulullah‘ı sevdirmişlerdir.
Birkaç asır evvel güneş batmış, gece ruhları sarmış, iman zaafa uğramış, insanlık zillet ve sefalete mahkum hale gelmiş, minareler susmuş, mabedler kurumuş, Allah diyenler mahkum edilmiş, nice allameler birer bahaneyle darağacına çekilmişlerdir.
Hz.Üstad ve talebeleri, böyle bir dönemde imana ağırlık vermiş, neslin küfür ve dalâletten kurtulması adına kendilerini iman hakikatlerine adayarak ömürleri hapishanelerde (Medrese-i Yusufiyelerde), zindanlarda geçmiş; oraları da birer ilim- irfan yuvası haline getirmek suretiyle, nice katillerin, zânilerin, zâlimlerin imanlarının kurtulmasına vesile olmuşlardır.
İnsan dünya mektebinde yol haritasını ve emniyetini iyi öğrenir; pasaport, vize ve yol azığını iyi hazırlar, imtihanını başarıyla verirse, mutlu ve huzurlu bir neticeye ulaşır.
İmanı olan her insan, yapacağı işlerini, vazifelerini Allah emrettiği ve Rabbi’nin rızasını kazanmak için halis bir niyetle, hiçbir şeye alet etmeden yapar ve yapmalıdır. Bu vazifelerinden ve en önemli olanlarından birisi de hicrettir.
Hicret, yaratılış gayesinden uzak, hak ve hakikatten mahrum insanlara, kainatın mutlak Hâkimi, merhameti sonsuz, Rezzak-ı hakiki olan Allah’ı tanıtmak ve sevdirmek için yapılır. Ya da, mü’minin iman ve İslamî hayatının baskı altına alındığı, yaşanmaz hale geldiği bir ülkeden, inancını daha rahat yaşayabileceği diğer bir ülkeye gitmesidir hicret..
Aynı zamanda, adalet-i İlahiyi ikâme, huzur, güven ve emniyeti, sevgi ve barışı tesis adına, yaratılan varlıkların en mükemmeli olan insanlarla, rengi, dili, dini, ırkı ne olursa olsun diyalog, kardeşlik, herkesi kendi konumu, kendi inanç ve anlayışı içinde hoşgörüp hüzün ve sevincini paylaşmak için yapılır.
Hicret, yaşamadan daha ziyade yaşatma idealiyle model ve örnek olarak, dinler ve medeniyetler çatışmasının önünü kesmek ve değil insanlar, hayvanlara, hatta nebatata bile sevgiyle, şefkatle, merhametle yaklaşan bir anlayışla, dünya barışına katkıda bulunma gayreti için yapılır ve yapılmıştır.
Hicretin gayesi, Allah’ın rızası kazanmak ve mesajını bütün kullarına ulaştırmak ve onların ebedi hayatlarını kazanmalarına vesile olmaktır. Hicret yolunda çekilen sıkıntılar, günahlara kefaret ve ahiret hayatı için de bir hazırlıktır.
Kur’an-ı Müciz-ül Beyan’da Tövbe suresi 100.ayette; “İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!” ;
Enfal suresi 74.ayette, “İman edip hicret edenler, Allah yolunda cihad edenlerle onlara kucak açıp yardım eden Ensar var ya, İşte gerçek müminler bunlardır. Bunlara bir mağfiret, pek değerli bir nasip vardır.”
Nisâ suresi 100.ayette de, “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur)” buyrulmaktadır.
Muhacir ve Ensar ismiyle tarihe altın harflerle yazılan, imanın ve İslâm’ın temelini kanlarıyla sulayan, mefkureleri ve insanlığın kurtarılması adına kurbanlık koyun gibi baş, budanan ağaç gibi kol, bacak veren insanlığın yüzünün akı bu insanlar, Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) ashabı, arkadaşları olma şerefini kazanmışlar, “Tubâ lil ğuraba/gariplere müjdeler olsun!” (Müslim, Tirmizî) beşaretine mazhar olmuşlardır. Böylece kutsîlerin başını tutan bu talihlilere, Cenâb-ı Hak kovuldukları Mekke’nin fethini de nasib etmiştir.
Fetih, dahilî-haricî şekliyle ele alındığı zaman, ağacın kök salması iç fetih, sert taşı toprağı delip geçmesi, semalara doğru ser çekip yükselmesi de bir dış fetihtir.
İmanın sesini vicdanında duyma, takva ve amelî salihe erme iç fethi ifade ettiği gibi, cihad ruhuyla gerilim içinde bulunma, gece- gündüz nöbetini ihmal etmeden insanlığın hayrına hizmet etme yolunda bulunma da bir dış fetihtir.
İman ve iz’anla iç derinliğine erme, fenadan bekâya maddeden, mânaya, bedenden ruha, dünyadan âhirete, seyyiattan hasenata yücelmiş ve yükselmiş olma, iç ve dış fethin bütünleşmesinin tezahürüdür.
Efendimiz (sav) buyuruyor ki, “Hakiki muhacir, Allahın yasaklarından uzaklaşıp, razı ve hoşnut olduğu şeylere hicret edendir.” (Buhari-Müslim) Gerçek hicret, nefsin ve bedenin arzu ve isteklerinden, kalp ve ruhun derece-i hayatına yükselmektir.
Bu manevi atmosferi yakalamış yüzbinlerce Sahabe Efendilerimiz, inançlarından geriye dönmeyi ihanet sayarak, Allah Resulü’ne (sav) ‘canımız kadar seni aziz bilecek ve koruyacağız’ diyerek söz vermişler ve bu niyetle hicret etmişlerdir.
Annesi, ailesi Mus’ab’ın (ra) hicretine engel olamadılar. Süheyb (ra)’ın yolunu kestiler, bütün servetini feda etme pahasına hicretinden döndüremediler. Emr-i ilahi ile hicrete karar veren İnsanlığın iftihar Tablosu Efendimiz’i (sav) ve sadık arkadaşını Medine-i Münevvere’de, Ensar ve daha evvel hicret eden Muhacirler, “Talaal bedrü aleyne, min seniyyât’ül vedâ... ile karşılamışlardır.
Efendimiz (sav), “Hicret, tevbe kapısı kapanmadan son bulmayacaktır. Tevbe fırsatı da, güneş batıdan doğuncaya kadar devam edecektir.” Buyurmuşlardır. (Ebu Davud)
Dava-yı İslam ve eğitimi gaye edinmiş fedakar, cefakar, muhlis, kahraman kalp ve gönül mimarları; bu gün dünyanın dört bucağına liyakatı olan insanlara gerçekleri duyurmak , onları ahlâk-ı âliye ile tanıştırabilmek için, Efendimizin (sav) ve sahabe yolunda hicret etmiş, güven ve emniyet telkin ederek gönüllere girmişlerdir. Gittikleri her ülkenin devlet adamları ve halkı, en kıymetli ciğerpare evlatlarını onlara teslim etmişlerdir.
Bugün mezkur kahramanlar, ülkemiz başta olmak üzere bulundukları yerlerde bir takım sıkıntılarla karşılaşsalar bile, hak bildikleri bu yolda elif gibi dik durup geriye adım atmadan, sabredip Allah’a tevekkül içinde vazifelerini yaparak yürümektedirler.
Onlar; inandığı, hak bildiği davası için dünyanın neresinde olursa olsun bu vazifeyi yapma fırsatı bulurlarsa, oraya hicret ederek mes’uliyet ve sorumluluklarını yerine getirirler.
Hükmü kıyamete kadar devam edecek, insanlığın dünya- ahiret, en muhtaç olduğu iman hakikatlerini hayatının gayesi bilen kadın- erkek, marziyyat-ı İlahiyi kazanabilmek için en ağır şartlarda imtihanlara tabi tutulmakta ve sabretmektedirler.
Çünkü onlar, nimetlerin külfetlerle beraber olduğunun şuurundadırlar. Hicret edecekleri yerlere; ‘Allahım! Senin rızan için gidiyorum. Gittiğim ülkeyi ve insanlarını bana sevdir, bana senin muhtaç kullarına gerçekleri, hakikatleri duyurma fırsatı lütfeyle!’ diye dua ederek giderler.
Hicret nedir bilmez ki onu, hicret etmeyen,
Onlar bir guruptur; ümidi, inkisarı bitmeyen. (F.G)
Mehmet Ali Şengül