"Hicret, gerçek mü’minliğin alameti, Allah katında en üst mertebeye erme ve kurtuluşu kazanmanın da bir vesiledir. Hicret, affedilmeyecek günahların affına ve gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşerin aklından dahi geçmeyeceği derecedeki sürprizlerle dolu Cennet’e girmenin yoludur."
PROF. DR. MUHİTTİN AKGÜL | Samanyoluhaber
Önceki yazımızda, hicretin bazı semereleri üzerinde durulmuştu. Bu yazıda da aynı konunun devamı ele alınacaktır.
Hicretin aynı zamanda dünya nimetlerine ulaşmaya, imkânların genişlemesine, ummadığı bolluk ve zenginliğe vesile olan bir yönü de vardır. Ayrıca hicret eden kimse, şayet yolda başına bir şey gelip de vefat ederse, yine de Cenâb-ı Hakk’ın ecrine mazhar olacaktır. Nitekim Yüce Mevla:
“Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı haketmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisa 4/100) âyetiyle bu konudaki müjdesini haber vermektedir.
Efendiler Efendisi (s.a.s.) ve ashap, sevdikleri, yoluna canlarını verecekleri Ka’be’den, mallarından ve evlatlarından ayrılma ve aynı zamanda yabancısı oldukları mekânlara hicret etme zorunda kalmışlardı. Ama hepsi gittikleri yerlerde ve özellikle Medine’de olağan üstü ikram ve izzetle karşılandılar. Her şeylerini Mekke’de bırakıp, adeta sıfırla gittikleri yeni yurtları olan Medine’de, kısa sürede pazarın söz sahibi oldular ve zenginliklerinden dolayı, paralarının hesabını bilemeyecek kadar geniş imkân ve servetlere ulaştılar. İşte bütün bunlar, Yüce Rabbimizin hicretle vermeyi vadettiği müjdenin, ne denli doğru ve görünür olduğunun da apaçık birer delilidir.
Hicret, aynı zamanda rahmet-i İlahiye, mağfiret ve Cennet’i kazanmaya vesiledir. Nitekim Yüce Beyan’da:
“Onlar ki iman ettiler, Sonra hicret ettiler ve onlar ki Allah yolunda cihad ettiler, İşte onlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.” (Bakara 2/218) beyanıyla, bu müjdelere işaret edilmiştir. Diğer bir âyette de buna şöyle işaret edilmiştir:
“Sizden gerek erkek, gerek kadın hayır işleyen hiçbir kimsenin çalışmasını zayi etmem. Çünkü siz birbirinizdensiniz, birbirinizden farkınız yoktur. Benim rızam için hicret edenlerin, vatanlarından sürülenlerin, Benim yolumda işkenceye, zarara uğrayanların, Benim yolumda savaşanların ve öldürülenlerin, Elbette kusurlarını örtecek ve elbette onları Allah tarafından mükâfat olarak içinden ırmaklar akan cennetlere yerleştireceğim. En güzel ödüller Allah’ın yanındadır.” (Al-i İmran 3/195)
Resûlullah da (s.a.s.), önüne çıkan bütün engelleri aşarak hicret fedakârlığını gösterebilen babayiğitleri, şu güzel neticeyle müjdeler:
“Şeytan, Müslüman olmak isteyenin, cihada çıkmak isteyenin ve hicrete niyetlenenin yoluna oturur. Her birini, gidecekleri yerden döndürecek sebeplerle alıkoymaya çalışır. Kim şeytanın vesveselerine rağmen yolundan vazgeçmeden devam eder de giderse, bu kişi şayet öldürülürse, boğulursa, bineğinden düşerek kazaen ölürse, Allah Teâlâ’nın üzerine haktır ki onu Cennet’e koysun.” (Tirmizi, Cennet 4; Ahmed b. Hanbel 5/240)
Hicret, insanı yeniler. İnsan, bulunduğu yerde zamanla eskir. İnsanlık gereği geçmişte yaptıkları hatalarıyla anılır. Dolayısıyla komşuları, çevresi, ana-babası ve akrabaları tarafından ya dünkü çocuk, ya da şöyle böyle yapmış bir kişi olarak anılır. Ancak hicret düşüncesiyle gittiği yerde adeta yeni bir insan olarak hayata başlar. Bu da muhacire, anlatacağı şeylerin tesirinde önemli bir güç vermiş olur. Nitekim Mekkeliler Hz. Bilal’e siyahi bir köle olarak bakıyorlardı. İbn Mes’ud’un yanlarında bir değeri yoktu. Zeyd b. Haris’e azadlı da olsa netice itibariyle bir köleydi. Allah Resûlü (s.a.s.) Ebu Talib’in yetimiydi…
Ancak Medine döneminde durum tamamen farklı oldu. Onlar Medine’de birer efendi olarak karşılandı; köleliklerinden herhangi bir eser kalmadı; gidilen bu yeni yerlerde onlar, birer muallim ve üstad olarak kabul edildiler. Zira hicret, onların hayatlarında bereketli ve yeni sayfalar açtı.
Hicret, yeni mü’minlere vesiledir. Bir kimsenin imanına vesile olma, Güneş’in üzerine doğup-battığı her şeyden daha kıymetlidir. Hicret diyarında Muhammedî ahlakı temsil eden bir muhacir, sözden daha tesirli olan güzel bir temsille, gittiği yerlere hakiki insanlığı götürecektir. İslam’ın bu güzel yüzüyle karşılaşan insanların böyle bir kaynağa ilgi duymamaları mümkün değildir. Bu ilgi, onları yakından tanımaya, yakından tanıma da yaratılış gayesine göre bir insan olmaya götürmüş olacaktır. Hicretiyle böylesine yüce bir işe vesile olan muhacir, başka hiçbir amelle ulaşamayacağı ebedî kazancı elde etmiş olur.
Hicret, dünyada ve ukbâda, mü’minlerin namazlarında istedikleri son derece önemli bir semere olan “haseneyi” de elde etmelerini sağlar. Nitekim Kur’ân’da hicret edenlere verilecek mükâfat haber verilirken:
“Zulme mâruz kaldıktan sonra Allah uğrunda hicret edenleri, elbette dünyada güzel bir yere yerleştiririz. Âhiret mükâfatı ise daha büyüktür. Bunu bir bilselerdi!” (Nahl 16/41) âyetiyle, bu “hasene” müjdesi haber verilmektedir.
Sonuç olarak denebilir ki, Kur'an-ı Kerim'de iman-hicret-cihad kavramları genelde bir arada zikredilmiştir. Âdeta hicret ve cihad, iman etmenin bir neticesi gibidir. Ve hicret yolu kıyamete kadar da açıktır. Hicret, zengin olmaya, dünya nimetlerine kavuşmaya, yeryüzünde söz sahibi olmaya, mükâfatı son derece büyük bir ecri, Allah tarafından almaya vesiledir. Hicret, gerçek mü’minliğin alameti, Allah katında en üst mertebeye erme ve kurtuluşu kazanmanın da bir vesiledir. Hicret, affedilmeyecek günahların affına ve gözün görmediği, kulağın işitmediği, beşerin aklından dahi geçmeyeceği derecedeki sürprizlerle dolu Cennet’e girmenin yoludur.
Hicret, bütün şartların sıkıştırdığı ve yeryüzünün yaşanmayacak kadar dar bir hâle geldiği sıkıntılı bir zaman diliminde, mü’minin önüne çıkan alternatif bir açılım vesilesidir.
Hicret, inancın, mefkûrenin ve kültürün, dünyanın değişik yerlerine taşınmasına, her tarafın bu tatlı esintilerden istifade etmesine açılmış yepyeni bir kapıdır.
Selam olsun muhacirlere! Selam olsun bu kutlu muhacirlere ev sahipliği yapan seçkin ensara! Ve selam olsun nice bereketlere beşiklik edecek olan yeni kıta ve coğrafyalara!
Yeni hicri yılın, bütün insanlık adına, dünyanın her tarafındaki mazlum ve mağdurlar adına ve yeni hicret diyarlarına gitmişler adına, nice hayır, bereket ve sürprizlere vesile kılınması temennisiyle.
Prof. Dr. Muhittin AKGÜL