
"Ben seni 20 yıl bekledim. Şimdi de sen beni...” “Evet, haklısın. Alışacağız artık. Cezaevinde en çok da beklemeyi öğrenmeliyim.”
Bu diyalogların muhataplarını aslında yakından tanıyorsunuz. Biri Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca. 7 aydır “terör örgütü kurmak ve yönetmek” iddiasıyla Silivri Cezaevi’nde. Diğeri de 14 Aralık 2014 itibarıyla ilk kez ekranlarda gördüğümüz, Hidayet Karaca’nın kıymetli eşi Şule Hanım…
Öyle ya da böyle hepimizin gündeminde hukuksuzluklar, adaletsizlikler var. Suçsuz yere cezaevinde bulunanların bir an önce özgürlüklerine kavuşması için de duacıyız her zaman. Ama ateş düştüğü yeri yakıyor. Hayat arkadaşlarının ardından bakakalmış eşler, çınarsız kalmış çocuklar kadar yaşananların ağırlığını hissedemiyoruz. Oysa hepimiz biliyoruz, acılar paylaştıkça azalıyor. Bu niyetle yüzlerce insan gibi biz de Şule Karaca’nın evine misafir olduk. Kadın kadına medyaya yönelik operasyon düzenlenen 14 Aralık 2014 sonrası yaşadıklarını, bir anne ve eş olarak bu zorlukların üstesinden nasıl geldiğini konuştuk. Bu esnada Hidayet Bey’in bilmediğimiz birçok yönünü de öğrenmiş olduk...
Şule Karaca (44) aslen Konyalı bir ailenin iki çocuğundan biri. Doğma büyüme İzmirli. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandığı yıl (1995) Hidayet Bey’le tanışıp evlenmişler. Eşinin iş durumu sebebiyle İzmir ve Ankara’da yaşamış, 1999’da da İstanbul’a taşınmışlar. Bu tarihten itibaren de Hidayet Bey Samanyolu Yayın Grubu’nun başında. Şule Karaca ev hanımı. Evlendikten sonra kamu yönetimi okumuş. Şu anda da ilahiyat fakültesi öğrencisi. Hiç çalışma hayatında bulunmamış. Hidayet Bey’in yoğunluğu, sürekli şehirler arası ve yurtdışı iş gezileri sebebiyle oğulları Sıtkı (19) ve Emin’in (10) zaman zaman da babası olmak durumunda kalmış. Şule Hanım cesur, güçlü, sabırlı, beklentilerini hep asgari ölçüde tutmayı başarabilmiş sükûnetli bir kadın. Ondan dolayı da bu zorlu sürecin gündelik hayatlarına yansımalarını daha kolay, itidalli şekilde yönetebiliyor.
14 Aralık’tan sonra...
14 Aralık 2014 gününü hatırlıyor musunuz? Hiçbir suçu olmadığı hâlde Hidayet Karaca eşiyle vedalaşıp mütevazı bir şekilde teslim olmuştu emniyet güçlerine. Sonra Çağlayan Adliyesi’nde sabahın erken saatlerinden gecenin geç vakitlerine kadar geçen sıkıntılı bir bekleyiş. Ardından da dizi senaryosundan yola çıkarak verilen mahkûmiyet kararı... İşte tam da bunlardan sonra Şule Hanım’ın neler yaşadığını merak ediyoruz. Karaca o günlere götürüyor bizi: “Çağlayan Adliyesi’ndeki süreç yorucuydu. Karar açıklandıktan sonra ilk bir ay evimiz düğün yeri gibiydi. Karşı komşumuz da 20 gün boyunca misafirlerimize evini açtı. Hanımlar bizde, erkekler de orada bulundu. Gün içinde yüzlerce kişi elinde yemekler, ikramlarla geliyordu. Büyük sofralar kurulup yemekler yeniyor, Kur’an-ı Kerim okunuyor, dualar ediliyordu gecenin geç saatlerine kadar. Her gün sanki başka bir kandil programında gibiydik. Bunların hepsi Allah’ın bir lütfuydu bize. Misafirler gittiğinde yorgun düşüyor, ertesi gün ayakta kalabilmek için mecburen uyuyorduk.” İlk günlerin bu kadar yoğun geçmesi Şule Hanım’a bir bakıma iyi gelmiş. Çünkü yaşadıkları ve yaşayacakları olumsuzluklara hiç odaklanamamış.
Bir görüntülü haberde “Ben hiç ağlamıyorum. Kimse de üzülmesin. Hidayet Bey, tertemiz bir insan.” açıklamasını hatırlatıyoruz kendisine. Gerçekten de bir kadın ağlamadan durabilir mi acaba? Şule Hanım, “Biz yaşadıklarımızı şeref bildik.” deyip devam ediyor: “Ne yaptık da Allah bize bunları lütfetti dedik hep. Duygularımı kimseyle paylaşamayan biriyim. Ağlayacaksam da yalnızken bunu yaşarım. Çocuklarım bu süreçte ağladığımı hiç görmedi. Arkadaşlarım bu konuda beni uyarıyor. Duygularını yaşa, çocukların da bunu görsün diyor ama yapamıyorum. İlk bir ay kolay geçti aslında. Öyle yoğunduk ki. Ama ayrılık uzadıkça insanın gücü azalıyor, sabrı tükeniyor, daha kolay hüzünleniyor.”
Canları sağ olsun Şule
Hayatın insanı acıtan önemli bir gerçeği var; dostlar kötü günlerde belli oluyor. Karaca ailesi de bu gerçeklikten payına düşeni almış elbette. Şule Karaca, “İlginç şeyler yaşadık.” diyor. Kolay değil; aramasını, kendileriyle halleşmesini beklediği komşuları, akrabaları suskunluğu tercih etmiş. Evlerine sık sık ziyaretlerde bulunan, aile meclislerinde yer alan, Hidayet Bey’in “kardeşimdir” dediği insanlar da tepkisiz kalarak yaralamış onları: “En iyi onlar biliyorlardı eşimin tertemiz biri olduğunu. Ama bazı çıkar ilişkileri sebebiyle aramaya korktular. Birkaç ay sonra da onların bu duruşlarının ödüllendirildiğini gördük zaten.” Şule Hanım, çok ayrıntı vermese de Hidayet Bey’le şaşkınlığını zaman zaman paylaştığını anlatıyor. Yalnız hayat arkadaşının tepkisi hiç değişmiyormuş: “Olsun Şule. Yoğunlardır, işleri güçleri vardır. Hiç önemli değil. Yeter ki canları sağ olsun.”
Bazı insanlar vefasızlık, hakikatsizlik yapmış olsa da çok büyük bir kitlenin eşine, tüm haksızlığa uğrayanlara ve kendilerine duacı olduğunu biliyor Şule Hanım. En çok da bundan güç aldığını söylüyor. Birkaç gün önce yaşadığı küçük bir olay da bu hakikati gözler önüne sermeye yetiyor aslında: “İlk günlerdeki kadar yoğun olmasa da hâlâ evimize Türkiye’nin dört bir tarafından misafirler geliyor. Manisa’dan 40 kişilik bir hanım grubu ziyaret etmişti bizi. Bir anne, ‘4 yaşımdaki kızım Hidayet Bey’e her gün dua ediyor’ dedi. Bu o kadar büyük bir şey ki bizim için. Dünyanın dört bir tarafında insanlar, çocuklar, yaşlılar duada buluşuyor.”
Şule Hanım hayat arkadaşından büyük beklentileri, istekleri olan, bunlar gerçekleşmediğinde de kapris, hırçınlık yapan biri değilmiş hiç. Hidayet Bey’i olduğu gibi kabul etmiş, hep yanında olmuş, hayat arkadaşının evine gelmesini dört gözle ama sabırla beklemiş hep.
Bu akşam eve gelecek mi?
“Yaşamınız aslında çok da kolay değilmiş.” yorumumuza Şule Hanım gülümseyerek karşılık veriyor. İşin sırrını ise neyse ki açıklıyor: “Hayat tarzımız fedakârlıklar üzerine kurulu. Hidayet Bey gibi düşünmesem, aynı değerler etrafında hayatımızı şekillendirmesek sıkıntı yaşayabilirdik. Eşim hem maddi hem de manevi anlamda kendini vakfetmiş biri. Biz hafta sonu vakit buldukça çay demleyip Üsküdar’a gider, bir ağacın altında piknik yaparız. Hiçbir medya patronu böyle yaşamaz. Evimizde yardımcı yoktur mesela. Misafir geleceği zaman temizliğimizi, yemeğimizi birlikte yaparız. Maddi anlamda da düşünerek hareket ederiz. ‘Şule biz herkesten farklı yaşamalıyız, hassas davranmalıyız’ der sürekli. Her hanım gece 12’de ansızın gelen misafiri istemez. Bizim evimiz her saatte, herkese, herkesin sıkıntısına açıktır.”
Hidayet Bey yılın yaklaşık 6-7 ayını ailesinden uzakta şehir dışında, yurtdışında geçiren biriymiş. Hatta evin en önemli gündem konusu “Bu akşam eve gelecek mi?” sorusuymuş. Bu sorunun cevabını alabilmek ise öyle çok da kolay değilmiş. Hidayet Bey, tam cevap vereceği anda, “Şule ben seni arayayım en kısa zamanda.” deyiverirmiş. Bazen iki-üç saat sonra telefonu çalarmış Şule Hanım’ın: “Geç gelen cevapların bile ne büyük nimet olduğunu anladım bu süreçte. Geçen baktım da beni en son yedi ay önce aramış.”
Ramazan aylarında ise yoğunluğu çok daha fazlalaşırmış Hidayet Bey’in. 4-5 yere iftara gidiyormuş. Zaten ramazan gelmeden ajandasını açar, hayat arkadaşına gösterip “Sadece şu günler müsait olabileceğim.” dermiş. Şule Hanım bu programa eşinin sadık kalacağını bildiği için herhangi bir beklentiye girmez, bu durumu sorun yapmazmış. Hidayet Bey’in evde olacağı günü beklermiş sadece. Onun yokluğuna alışık olsalar da hiç bu kadar ayrı kalmamışlar ama. Hatta küçük oğlu Emin ilk haftalarda babasına “Beni merak etme. Üzülmüyorum hiç. Seni yurtdışına gitmiş gibi düşünüyorum. Biliyorum, geleceksin.” diye biten bir mektup bile yazmış…
Genelde ne yaşanırsa yaşansın büyükler kendilerini avutacak bir şeyler, teselli edecek sebepler bulurlar kendine. Ama ya çocuklar? Onlar ne yapabilirler sınırlı hayat tecrübeleriyle? Bundan dolayı da her sıkıntı döneminin en çok yara alanı onlar değil midir? Tıpkı Sıtkı ve Emin gibi. Farkında mısınız; Hidayet Bey’in büyük oğlu Sıtkı bu süreçte ne kadar da büyüdü, daha doğrusu büyümek zorunda kaldı!
Henüz 19 yaşında. Hukuk Fakültesi’nin ilk yılını başarıyla tamamladı. Twitter’da binlerce takipçisi var. Çoğu kimse gibi biz de onu tanımıyorduk önceleri. Fakat artık Hidayet Bey’in yeri gelince avukatı, temsilcisi, savunucusu, medyadaki yüzü, anne ve kardeşinin de en büyük destekçisi. “Babamız bize kat, yat hiçbir şey bırakmadı, güzel bir soyad bıraktı.” diye attığı tweet ile de birçok kişinin dikkatini çekmiş esas oğlan yani.

Başka kimler var? Sinan Ateş'in katilleri de 11. Yargı paketinden faydalanarak dışarı çıkabilecek!
Skandalın belgesi de çıktı: ESK Başkanı Taylan köşeyi dönüyor, vatandaş et yiyemiyor
Venezuela diken üstünde: ABD, ülkedeki vatandaşlarına acil çıkış uyarısı yaptı
Rusya WhatsApp’tan sonra FaceTime’ı da kapatıyor
Eurovision'da kriz: İsrail'e izin verildi, 4 ülke yarışmadan çekildi
Rusya'dan Almanya'ya: Siz oyunda değilsiniz