İstanbul 14'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmekte olan Tahşiye davasını izlemeye gittim dün sabah Çağlayan Adliyesi'ne… 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi'nde gazeteci Kamil Maman'ın İpek Medya Grubu'na el konulmasına gösterdiği tepki yüzünden ‘terör örgütü' üyeliğinden yargılandığı dava vardı yan salonda.
Dava ilginç. Çünkü müştekiler arasında televizyon ekranından Usama bin Ladin'e sevgisini açıklayan isimler de var. Ben salona girdiğimde ismini alamadığım bir emniyet amir yardımcısının çapraz sorgusu sürüyordu. Tutuklu polisin bir gün önce yaptığı savunmasında etkili takip edilmeyen terör örgütü konusunda Dokumacılar örneğini verdiğini sorulardan anladım.
Evet, Adıyaman'da Dokumacılar isimli IŞİD'ci bir örgüt kurulmuş, ailelerin polise sayısız başvurusuna rağmen bir türlü dokunulmayan örgüt, çok sayıda genci saflarına katmıştı. Bu bilinçli veya bilinçsiz göz yummanın bedelini bugün Türkiye büyük kentlerinde patlayan canlı bombalarla ödüyor.
Tahşiyeci denilen bu örgüt böyle bir yolda evrilir miydi bilemem. Bildiğim, dünün sanıklarının Ergenekon ve Balyoz'da olduğu gibi, bugünün müştekisi olduğu, yargının iktidarının havasına göre hızla yön değiştirdiği.
Davanın sanıklarından biri de Samanyolu Medya Grubu Başkanı Hidayet Karaca. Hidayet Karaca, dizi senaryoları ile Tahşiye davasını başlatmak ve yönlendirmekle suçlanıyor.
Davaya sanık yakınları, birkaç gazeteciden başka ne yazık ki, fazla ilgi gösteren yok. Ne milletvekilleri, ne sivil toplum kuruluşları. Gazeteci olarak da muhabirler var sadece.
Mahkeme heyeti, Can Dündar ve Erdem Gül'ü casusluk iddiasıyla yargılayan heyet. Savcı bey de aynı…
Uzun süren çapraz sorgunun sonunda mahkeme heyeti, bir saat yemek arası verdiğinde, yakınlarıyla birlikte ben de kısa bir görüşme şansı buldum Hidayet Karaca ve Yurt Atayün ile.
Hidayet Bey, her zamanki gri pantolonu, siyah ceketi ve kravatı ileydi.
Hafif kirli sakalı ile morali gayet düzgündü.
Yazılarımı dikkatle takip ettiğini söyledi ve kendi durumu hakkında şu değerlendirmeyi yaptı:
“Bu el konulan yayın kuruluşlarımız nedeniyle bir sansür davasıdır. Yaptığımız haber ve dizi senaryoları nedeniyle yargılanıyor olmamız nedeniyle de özü itibariyle bir sansür davasıdır. Ben savunmamı bunun üzerine kuracağım. Kamuoyunun bunu bilmesini isterim.”
Biz bu duruşmayı izlerken polislerin Samanyolu Televizyon binasını bastığı, Kaynak Holding'e bağlı 14 şirkete daha kayyım atandığı haberleri düşüyordu Twitter'a.
Aynı saatlerde, MHP'deki erimeyi Cemaat'ten bilen Devlet Bahçeli'nin Fethullah Gülen'e yönelik suçlayıcı sözleri geliyordu telefon ekranıma.
İşi bozulan, köşeye sıkışan, yanlış yapan herkesin aspirin niyetine kullandığı bir hapa dönüştü Cemaat. Cemaat'e vurup durumu kurtarırım umudunda olan insan sayısı her geçen gün çoğalıyor.
Başta Bahçeli, 7 Haziran'dan bu yana ne yanlış yaptım diye sorgulamak yerine, parti içi çekişmesinde Saray'ı ve AKP'yi yanına çekmeye çalışıyor. Durum özetle budur. Bunun mesleğimize yansıması sansür, kayyım ataması ve cezaevi oluyor.