Hidayet Karaca'dan mektup var!

Hidayet Karaca'dan mektup var!
Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca, Silivri'den yeni bir mektup kaleme aldı...

Onlarca tahliye talebim oldu. Soyut hiçbir kavram kullanmadan hem de. Hem hukuksuzlukları hem de tahliye gerekçelerini dilekçelerimizde tek tek sıraladık. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, AİHM kararları, kanunlar ve özellikle de Anayasa üzerinden tüm gerekçeleri izah ettik. Hukuktan yana hiçbir eksiği olmayan tahliye taleplerimiz karşısında sulh ceza hakimlerinin tavrı ne oldu peki? Her seferinde bir tek somut gerekçe göstermeden tutukluluğumun devamına karar verdiler.

Siyasetle dizayn edilen sulh ceza hakimliği sisteminden kurtulup asliye ceza mahkemesine gidince hukuk devreye girmişti aslında. “Tutuklamayı gerektirecek somut delil ve gerekçe yok” hükmüyle tahliyeme karar verilmişti. Ama hukuku siyasete kurban edenler soyut suçlamalarla o hakimleri bile tutukladılar. Yine bir tek somut delil ve gerekçe olmadan…

Belgelere tutukluluk olarak geçse de esaretimin devamına hükmeden kararların gerekçesi hep ‘kopyala, yapıştır' yöntemiyle yazılıyor. “Tutuklama nedenlerinin varlığı, tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu gösteren deliller” gibi ifadeler kullanılıyor. Ama ortaya ne bir neden ne de bir tek delil konuluyor. Bugüne kadar esaretimin devamını isteyen hiçbir karar somut olay ya da belgelerle gerekçelendirilmedi.

Oysa Anayasa'nın 131. maddesi çok açık. Anayasa, “Her türlü mahkeme kararı gerekçeli olmak zorundadır.” diyor. Sadece Anayasa'da değil; AİHM kurallarına göre bir yargı kararının gerekçesiz olması adil yargılanma hakkının ihlalinin oluşması için yeterli görülüyor.

Başında bulunduğum yayın grubunun ‘örgütün yayın politikasına uygun yayınlar yapması' şeklindeki ifadeler de en hafif ifadeyle ‘tamamen yoruma dayalı' gerekçelerden biri… Bırakın artık bu soyut suçlamaları. Somut delillerinizi gösterin. “kuvvetli suç şüphesi” diyorsunuz… Varsa elinizde deliliniz, hakkımdaki iddianameyi bir an önce yazın ve beni hakim karşısına çıkarın.

Ama ellerinde bir tek somut delil yok. Hukukta hiçbir yeri olmayan yoruma dayalı bağlantılar üzerinden gerekçeler yazıyorlar. Zaten ellerinde delilin kırıntısı olsaydı Avrupa, ABD, Kanada, Afrika ve Uzakdoğu ülkelerinden; yani dünyanın her yerinden gelen demokratik tepkiler karşısında sessiz kalırlar mıydı? Avrupa Parlamentosu'nun, uluslararası basın kuruluşlarının hak ihlali raporları ortada dururken dosyalarında tek bir somut delil olsaydı bugüne kadar açıklamazlar mıydı?

Türkiye'nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin anayasal konularda danışma organı olan Venedik Komisyonu, ülkemde yargı bağımsızlığının bulunmadığını teyit etti. İktidarın beğenmediği kararları verdiği için sürülen, tutuklanan hakimler, siyasetle dizayn edilen hukuk sistemi üzerinden özgür basına yönelik baskılar… Şahsımın maruz kaldığı hukuksuzlukları da tek tek sıralayan komisyon, hazırladığı raporda yargının yürütmenin baskısı ve emri altına girdiğini açıkça dile getirdi. HSYK'nın uygulamalarını ‘bariz hukuk ihlali' olarak değerlendiren komisyon, Türkiye'de yargı bağımsızlığını temin edecek yeterli güvencenin kalmadığını raporuna yazdı. Hükümeti topa tutan bu rapor, ülkemin içine düştüğü durum açısından ne kadar üzücü…

Ancak, antidemokratik ve hukuksuz uygulamalara dünyadan gelen tepkiler bitmiyor. Yasaklarla ve yalanlarla he ne kadar sümenaltı edilmeye çalışılsa da tüm dünya bu kötü manzarayı görüyor.

Bu hukuksuzluk fırtınası sebebiyle ABD İnsan Hakları raporunda Türkiye'ye ayrılan sayfalar kapkaranlık. Yargı bağımsızlığının ortadan kaldırılması, düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik tehditler, basın ve internete getirilen kısıtlamalar bu raporda da yer aldı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde hazırlanan raporda şahsen yaşadığım hukuki sıkıntılar dünyanın gündemine getirildi. Bir senaryo üzerinden tutuklanmamı yazdılar. Gazeteci Bülent Keneş'in aldığı hapis cezası ve Can Dündar hakkında 42 yıl hapis istemiyle başlatılan soruşturma da rapora giren hukuk skandalları arasında.

Tutuklu gazetecilerin durumu ABD Dışişleri Bakanı John Kery tarafından duyuruldu. Sulh ceza hakimliği sistemi ağır eleştiri konusu oldu. Keyfî ve uzun tutuklamalar kayıtlara geçti. En çok eleştirilen konu ise ‘makul şüphe' adı altında oluşturulan maksatlı dosyalar ve sulh ceza hakimliklerinin bu kapsamda verdiği tutuklama kararlarıyla insanların zindana gönderilmesi...

Aslında tüm hukuksuzlukların merkezinde sulh ceza hakimliklerinin bulunduğunu söylemek hiç de gerçeğe aykırı bir ifade olmaz. TCK'nın mimarlarından Prof. Dr. İzzet Özgenç de hukukun bağımsızlığının geri dönmesini isterken sulh ceza hakimliği sisteminin derhal sonlandırılması gerektiğini belirtiyor.

Hukuk hepimize lazım. Ülke kaybediyor. Bu kötü gidişe ‘dur' demenin zamanı gelmedi mi? Hukukun açmaza girdiği böylesi bir dönemde Anayasa Mahkemesi'nin sessiz kalması kabul edilebilir bir tutum değil. Hak ve hukukun teminatı konumundaki Yüce Mahkeme, artık bu hukuksuzluklara dur demeli, asli işlevini yerine getirmeli.

*Silivri Cezaevi

02 Temmuz 2015 08:04
DİĞER HABERLER