İnsanda bulunan ölmeme ve ebedî yaşama arzusu, âhiretin varlığının en büyük delillerinden biridir.
MEHMET ALİ ŞENGÜL | Samanyoluhaber
Îmanda kolaylık, küfürde suûbet, zorluk vardır. Kâinâttaki canlı cansız zerreden küreye bütün hârika varlıkların her biri, Sâni-i Muhteşemi göstermekte ve anlatmaktadır.
Bir askerin kumandana intisâbı ile, orduya âit fevkalâde işleri yapabilecek bir iktidârı kazandığı gibi; bir mü’min de kumandan-ı âzam olan Hâkim-i mutlak ve Hakîm-i mutlak Allah’a îman ve intisâbıyla, çok kıymetli ve değerli işler yapabilir.
Kadîr-i Zülcelâle intisâb ve istinâd eden bir karınca, bir Firavun’u, bir sinek bir Nemrud’u, bir mikrop bir Cebbar’ı mağlup ettikleri târihî ve mû’cizevârî bir gerçektir.
Bir çekirdek emr-i İlâhiyle dağ gibi koca ağacı sırtında taşımakta, bir zerre Allah’ın memuru olması itibâriyle hârika vazîfeler yapabilmektedir. Çünkü; herşeyi yaratan, düzen ve sisteme koyan Allah’dır. Sebepler ise, O’nun (cc) kudretine perdeden ibârettir.
Görülüyor ki; bir çekirdek meyvenin, meyve ağacın, ağaç bir nev’in, nev ise, kâinâtın küçük bir numûnesidir. Çekirdeği yaratan, onun içine meyve ve ağacın plan ve projesini koyan kim ise, kâinâtı ve müştemilâtını, insanı ve bütün hüceyrâtını yaratan, onlara ağır vazife yaptıran da aynı kudrettir.
Kandaki küreyvât-ı hamrâ ve beyzâ (alyuvarlar ve akyuvarlar) öyle hârika icraatta bulunmaktadırlar ki; semâyı yıldızlarla, arzı çiceklerle süsleyen, zîhayatları ruhla hareketlendiren Allah’a verilmezse, o zaman bütün varlıklar, ipi kopmuş tesbih taneleri gibi darmadağın olur, o zaman kâinatta nizam, intizam ve âhenk diye birşey görülemez.
Evet güneş, ışık ve harâretiyle eşyâyı ihâta ettiği gibi, Allah (cc) da kudret ve irâdesiyle herşeyi zimamı altına almış, zerreden kürelere, semekten sistemlere kadar bütün canlı cansız varlıklar, Kudret-i Sonsuz’a muhâlefet etmeden O’nun emri altında hareket etmektedirler.
İşte bu hârika ve mu’cizevâri yaratılmış varlıklar ve husûsiyle insan için, misâfir bulunduğu dünyânın netîcesi, âhiret hayâtının başlangıcıdır. İnsanda bulunan ölmeme ve ebedî yaşama arzusu, âhiretin varlığının en büyük delillerinden biridir.
İnsanı, insanlık mertebesine ve şerefine yükselten, Allah’a ve âhirete olan inancı ve hesap verme şuurudur. Onun için Allah’ı ve âhireti inkâr eden insanın, ahlâkı felç olmuş olur. Ondan mahrum olan insan, insanlık şerefinden de mahrum hâle gelir.
İnsan; aklını, ilmini, irâde ve şuurunu vahyin ışığı ile aydınlatır, kalbini, îman erkânına bağlar, büyük Mahkemede, Hâkimler hâkimi Allah huzurunda hesap vereceği güne göre hayâtını tanzim ederse; hizmet-i îmâniyye ve Kur’âniyye’ye kendini adarsa, büyük bir sorumluluktan kendini kurtarmış olur.
Câsiye sûresinde Cenâb-ı Hak;
“(Habîbim) De ki: “Size hayâtı veren Allah’tır. Sonra sizi yine O öldürür, sonra da hepinizi, hakkında hiç şüphe olmayan kıyâmet günü bir araya toplar; ama insanların çoğu bu gerçeği bilmezler.” (45/26)
“Göklerin ve yerin hâkimiyeti Allah’ındır. Kıyâmet saati gelip çattığı gün, işte o gün bâtıl dâva peşinde olanlar, en büyük kayba uğrayacaklardır.” (45/27)
“O gün bütün ümmetleri, bir araya toplanmış ve diz çökmüş vaziyette görürsün. Her ümmet, hesap defterlerini okumaya çağırılır. Daha önce ne yaptıysanız bugün sâdece onun karşılığını alırsınız.” (45/28)
“İşte karşınızda sâdece gerçekleri dile getiren defterimiz. Biz sizin yaptığınız her işi bir yere kaydediyorduk.” (45/29) “Ağzından çıkan bir tek söz olmaz ki, yanında bu iş için hazırlanmış gözcü bulunmasın, onun söylediğini ve yaptığını kaydetmiş olmasın.” (Kâf suresi, 17-18) buyurmaktadır.
“Şöyle deriz ona: “Defterini oku. Bugün muhâsebeci olarak kendi işini görmeye kendin yetersin!” (İsrâ sûresi, 14)
“O gün dost dosta fayda veremez.” (Duhan sûresi, 41)
“Allah’ın merhametine mazhar olanlar dışında, kimseye yardım da edilmez. O, gerçekten azîzdir, rahîmdir (üstün kudret sâhibidir, merhamet ve ihsânı boldur).” (Duhan sûresi, 42)
“Allah’ın vaadi gerçektir. Kıyâmet saati mutlaka gelecektir. Bunda hiç şüphe yok. Fakat insanların ekserisi buna inanmazlar.” (Mü’min sûresi, 59)
“Yoksa onlar, kıyâmetin kendilerine ansızın gelmesini mi gözlüyorlar? Zâten alâmetleri geldi bile! Ama kıyâmet gelip çattıktan sonra, ibret almaları neye yarar ki! (Muhammed sûresi, 18)
“Muhakkak ki hayâtı veren de, hayâtı alıp öldüren de Biziz. Evet, herkes Bizim huzûrumuza dönecektir. (Kaf sûresi, 43)
“Yerin yarılıp kendilerinin büyük bir hızla mahşer meydanına koşacakları gün, mutlaka gelecektir. Bu diriltip mahşerde toplama Bize göre çok kolaydır.” (Kaf sûresi, 43)
O gün her ümmet hesap defterini okumaya çağrılır. İnsanların yaptıkları ne kadar kötü ve emr-i İlâhiye muhâlif tavır ve davranışları varsa, karşılarına çıkacaktır. Samîmi, gönülden afv ve mağfiret dileyenlerin; günahlarının affedileceği Kur’an-ı Mû’cizü’l Beyân’da açıkca ifâde edilmektedir.
De ki: “Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, Gafur ve Rahîm’dir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır).” (39/53)
Bugün ilim ve teknolojinin geldiği noktada, hârika ses ve görüntü kaydeden cihazlar îcat edilmiştir. Meleklerin bizim göremediğimiz, bilemediğimiz cihazlarıyla herşeyi kayda almaktadırlar. Onların hiçbir zaman bu tür kayıt cihazlarına ihtiyaçları yoktur.
Mülkün hakîki ve mutlak sâhibi Allah’tır. Hepimiz Onun mülkünde birer kul ve köleleriz. Hakkımızda Allah’ın ezelde takdir ettiği hiçbir şey değişmez. Ama bu gerçek, Allah’a mâlum bize meçhul olduğundan, bizler sebeplerde kusur yapmadan Allah’ın hakkımızdaki takdirine râzı olarak, vazîfelerimizi yapmakla mükellefiz.
Âhirette mes’ul olmamak ve yanlış yapmamak için, ne kadar zekî hatta dâhi bile olsak, küllî akla uyarak, gerçek mânâda istişâre ile hareket etmekte zarûret var.
İnsanın, şûrâ ile karar verdikten sonra hırs göstermeden, azîm ve kararlılıkla dâvây-ı İslâm’a, îman ve Kur’an hizmetine sâhip çıkarak ve bilâhare duâ ile Allah’a tevekkül ve teslimlimiyetle hareket etmesi, saadet-i dâreyni netice verecektir.
“İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki Kendisine dayanıp güvenenleri sever.” (3/159)
Cenâb-ı Hakk’ın omuzlarımıza yüklediği sorumluluktan âhirette mes’ul olmamak için, Cenâb-ı Hakk’a ve Resûlü’ne muhâlefet etmemek ve fevkalâde hassas olmak gerekmektedir. Zerre kadar hayır ve şerrin zâyi olmadığı, hesâbının sorulacağı, hakkımızda karar mercî olan Mahkeme-i Kübrâ’ya göre hayâtımızı tanzim etmek zorundayız.
Şeytana tâbi olmadan, nefsimize esir olmadan, Allah’ın rızâsına tâlip olursak, meşrû ve helâl dâirede üzerimize terettüp eden vazîfelerimizi hakkıyla îfâ edersek o zaman; “Ey gönül huzuruna ermiş ruh! Sen Rabbindenden râzı, O senden râzı olarak dön Rabbine! Sen de katıl has kullarımın içine, gir Cennetime!” (Fecir sûresi, 27-30) müjdesiyle şereflenme hitâbına mazhar olabiliriz.