Samanyoluhaber.com yazarlarından Numan Yılmaz Yiğit, kurban ve Hizmet Hareketi'ni yeni köşe yazısına taşıdı.
Yine bir Kurban Bayramı arifesindeyiz. Dînî iki bayramdan ikincisi olan bu zaman dilimi, gerek şahsî dînî hayatımız gerek umum Müslümanlar gerekse de insanlığa hizmet etme adına oldukça önemli bir mevsimdir. Kamerî aylara göre Zilhicce (Hac ayı) içinde bulunan bu günlerde, hac yolculuğuna çıkanlar hac ibadeti heyecanı içindeyken, hacca gidemeyenler de bulundukları yerlerde şahsî kulluklarını yerine getirmenin ve hizmet etmenin heyecanını taşırlar.
Hizmet insanı, ta ilk günden bu yana önüne çıkan her fırsatı insanlığa hizmet adına değerlendirme gayreti içerisinde olmuştur. Kurban Bayramı da bu fırsatlardan biridir. Kur’an’ın övdüğü îsâr (kendileri muhtaç olsalar bile, yedirip içirme ve yaşatmada başkalarını kendilerinden daha önde tutma) ruhunu tabiat hâline getirmiş bu fedakâr insanlar, Hizmet’in ilk yıllarından itibaren gençliğe okumaları için burs temin etme, muhtaçlara sahip çıkma adına her bayramda hummalı bir çalışma temposu içinde olmuşlardır. Başkaları sadece kendine ve yakın çevresine bayram ettirmeyi düşünürken, bu diğergâm insanlar "Sadece bana/bize değil, herkese bayram olsun." hedefiyle her Kurban Bayramı’nda fevkalade bir çaba sarfetmişlerdir.
Bugün dünyanın dört bir köşesindeki mağdur bölgelerde, bilhassa ülkemizde ihtiyaç içinde kıvrananlara el uzatmak için Hizmet insanı yine Time to Help, Embrace Relief gibi kuruluşlarla kurban bağış kampanyaları yapmakta, şahsî kulluk hayatını, Allah yolunda muhtaçlara yardım etmek suretiyle taçlandırmaktadır. Bu zaten, Hizmet insanının ilk günden bugüne devam eden, mustahsen, ibadet karakterli adetlerinden biridir.
Hatırlayanlar olacaktır; 1975–80’li yıllarda bizler deri toplardık. Yani Kurban’dan önce “deri” vardı. O yıllarda insanlar şehir ve kasabalarda, bahçelerinde ya da boş arazilerde kurbanlarını keser; çoğu zaman derisini ne yapacağını bilemezdi. Kimi kurban çukuruna atar, kimi tuzlayıp saklar, kimisi post yapmak üzere ayırırdı. Deri, o günün şartlarında millî bir servetti. Zayi edilmeden ekonomiye kazandırılması gerekiyordu. Bu yüzden deri sektörü Kurban Bayramı’nı fırsat bilir; vakıf, yardım kuruluşları ve cami derneklerinin gönüllüleriyle topladıkları derileri satın alır, hayır kuruluşları da bu gelirlerle bütçelerine katkı sağlardı.
O zamanlar kurban bağışlayan az olurdu. Deri ise iyi para ederdi. Hatta —ne alaka ise— Türk Hava Kurumu bile belli bir komisyonla muhtarlar aracılığıyla deri toplardı.
Henüz liseli yıllarımızda arkadaşlarla her Kurban Bayramı’nda deri toplama çalışmasına katılır, bundan büyük haz duyardık. O günler İzmir’de Hizmet’e gönül vermiş ne kadar esnaf, üniversite ve lise talebesi varsa, Kurban Bayramı namazı için Basmane ile Dönertaş arasındaki Fettah Camii’nde toplanırdı. Orada âdeta mahşerî bir kalabalık oluşurdu. Hocaefendi Bornova’da vaazını verir, sonra Fettah Camii’ne gelir, onun gelişiyle kalabalık dalgalanma olur, ayrı bir heyecan duyardık. Kalabalıkların arasından parmaklarımızın ucuna dikilir onu görmeye çalışırdık.
Sonra herkes ikili üçlü gruplar hâlinde İzmir’in mahalle ve sokaklarına dağılırdı. Kiminin elinde çuval, kiminin poşet yaya olarak, kimisi otoguzi (Üç tekerlekli kabinli. Motor), kimisi taksiyle yollara koyulurdu. Hocaefendi de bir arabaya biner, talebeleriyle birlikte o gün teberrüken deri toplamaya iştirak ederdi.
Öğleye kadar toplanan deriler belirlenen depolara bırakılır, sonra yeniden yola çıkılırdı. Öğle namazına yakın, ağabeyler deri toplayanlar için yarım ekmek arası kavurmadan oluşan kumanyalar hazırlarlardı. O kumanyanın tadını hiç unutamam, hâlâ tadı damağımdadır.
Akşama kadar her yer dolaşılır, çeşit çeşit insanla karşılaşılırdı: Kimi verirdi, kimi vermezdi. Kimi hakaret eder kovar, kimi “Ben Hava Kurumu’na vereceğim.” derdi. Deriyi aldığımızda tarifsiz sevinirdik, alamadığımızda da üzülürdük. Ama bu bizim için bir vazifeydi.
Zarurî durumlar dışında hemen hemen her Hizmet insanı, genciyle yaşlısıyla bu işe iştirak eder ve bunu önemli bir vazife olarak telakki ederdi. Sokak sokak dolaşıp deri toplamak yorucu olurdu. En zoru, depoda çalışanların işiydi. Gelen derileri tuzlayıp üst üste yığmak, bazen gece yarısı onları sayarak arabaya yüklemek, dericinin deposuna götürüp teslim etmek, hiç de kolay değildi. Onlar elleri öpülesi kimselerdi. Belki bugün bazılarının aklı almayabilir ama o kardeşlerimizin pek çoğu bayramın birinci günü ailesiyle bayram yapamamıştır. “Deri teslim edilmeden bana bayram gerekmez.” diyecek kadar kendini vazifesine adamıştı bu insanlar.
Sadece bunlar mıydı? Elbette hayır. O dönemlerde deri toplamak cesaret isterdi. TRT her bayram öncesi kamu spotu yayınlar, Türk Hava Kurumu dışındaki kurumların deri toplamasının yasak olduğunu duyururdu. Hükümetler bu meseleyi sıkı takip etmese de herhangi bir şikâyet hâlinde tutuklama, derilere el koyma, tahkikat gibi süreçler her zaman mümkündü. Ne hatıralar yaşanmıştır o dönem, toplansa ciltler eder. Bu sadece İzmir'e has bir çalışma değildi tabi ki. Nerede Hizmet’e gönül vermiş bir grup varsa, orada Kurban mevsiminde en önemli hizmet, “deri toplamak”tı. Hatta günler öncesinden tek tek tanıdıklar ziyaret edilir, derilerini Hizmet’e vermeleri için söz alınırdı.
Üniversite yıllarında da bu faaliyet devam etti. O derilerden elde edilen gelirlerle yüzlerce zeki Anadolu evlâdına burs sağlandı. Onlar üniversitelerden mezun oldu, yurtlar, okullar, dershaneler açtılar. Orada vatan evlâtlarına ilim ve irfan verdiler. Onların yetiştirdiği insanlar üniversiteler, gazeteler, televizyonlar, radyolar ve hastaneler kurdular. Kimisi de yurt dışına hicret etti ve eğitim faaliyetlerini başka ülkelere taşıdı. Bir tohum gibi yedi yüz başak verdiler. Allah birleri binlere ulaştırdı.
O günün Hizmet insanı, “Bir deriden ne olur?” demedi. Vazifesini yaptı, gerisine karışmadı. Ama o günler bugünleri hazırladı. Bugünlere hem Allah’ın inayetine hem de ortak akla, istişareye inanan “vasat” insanların ufuklarıyla ulaşıldı.
Bugün yaşanan olumsuzluklar Hizmet insanını zorlasa da, bunca yetişmiş insan Allah’ın inayeti ve ortak akılla bu zorlukları aşacak güçtedir. Bugünler de geçecektir. Şimdi toparlanma ve yaraları sarma zamanıdır. Böyle bir dönemde yapılacak hizmetlerin önemi ve fazileti daha da büyüktür.
Her ne kadar dikkat dağıtıcı, hayır görünümlü şer şerareleri üretilse de, Hizmet insanı inşallah bunları da aşacaktır. Dünkü ihlâs ve samimiyetle yapılan küçük fedakârlıklar nasıl ki bugün bu büyük faydaları netice verdi ise, bugünkü ihlâsla yapılan hizmetlerin de çok daha büyük neticeler doğuracağında şüphe yoktur. Mühim olan tohum atmaktır.
Bugün artık deri yerine “kurban verme ve toplama hizmeti” öne çıkmaktadır. Bugün bu insanları düşünmek, onlara yardım elini uzatmak bir nebze olsun onlara da ‘Kurban Bayramı’ sevincini yaşatmak, onlara yalnız olmadıklarını hissettirmek zamanıdır.
Şahsî ibadetlerimizin yanında, îsâr ruhuyla Allah adına kullarının yardımına koşmak, Allah nezdinde en makbul amellerdendir. Kurban ibadetiyle insanlara yardım ederek “Allah’a kurbet” kazanmak bir fırsat olarak önümüzde durmaktadır. Her vazife yerinde ve zamanında kıymetlidir.
Kuran, Mekke fethinden önce infakta bulunanlarla, fetihten sonra infak edenlerin derece ve sevap olarak bir olmayacaklarını beyan buyurmaktadır. “Göklerin ve yerin yegâne vârisi Allah olup, bütün mallarınız zaten O'na ait olduğu halde niçin Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce infak eden ve savaşan kimse ile bunları yapmayan elbette bir olmaz. İşte onlar, (fetih)den sonra infak edip savaşanlardan derece bakımından daha yüksektirler. Bununla beraber Allah, her birine de cennet vâd eder. Allah yaptığınız her şeyden haberdardır.” (Hadid,10)
O hâlde imkânlarımız nispetinde insanlığın yardımına koşmak, hem müminliğin gereği, hem bereket vesilesi, hem belâların def’i, hem de problemlerin çözümü adına Allah’a sunulacak en güzel bir davetiye olacaktır.