Süreç, kadın-erkek öyle kahraman ve dev kametler çıkardı ve çıkarıyor ki kaldırdıklarını yükleri kırk, seksen kağnı taşıyamaz. Onlarca insan bir araya gelse kaldıramaz, ulaştıkları burçlara uçup erişemez.
VEYSEL AYHAN - TR724.COM
Tiyatro biter. Perdeler kapanır. Oyuncular kulis odasına gider. Kostümlerini çıkarır.
Gerçekte kimin kim olduğunu orada görürsünüz.
Kral, rolündeki en alt seviyede bir oyuncu çıkabilir. Hizmetçi rolünün altında en değerli oyuncu olabilir.
Sahnede kendi gibi oynamak veya gerçek kimliğiyle görünmek mertlik ister, cesaret gerektirir. Kaybedecek şeyleri olanlar bunu başaramaz.
Bu nedenle de iyilik meleği kostümüyle sahnede dolaşan biri, kuliste şeytan urbasını giyerek bizi şaşırtabilir.
Sahnede merhamet timsali rolünü oynayan, ailesine şiddet uygulayan bir maganda çıkabilir.
Seyircisi olan her sahnenin oyuncuları, doğal olarak riyakardır. Hedef alkıştır.
Riyakarlığı aşıp doğal olmak bir hayli zordur.
Doğal ve gerçek keyfiyet, normal şartlarda açığa çıkmaz.
Kriz ve kaos ortamında ise riya kaybolur her ne isek o halimizde görünürüz.
HAVADA UÇUŞAN BAKLALAR
İşte şimdilerde tam bu yaşanıyor.
Güzel bir sahneydi. Ama deprem oldu.
Sahneye greyderler girdi. İş makineleri daldı.
Mesele kötü oyun veya kötü rol müydü ayrı konu.
Olanlar belli ki senaryonun bir parçası.
Kader’in perdeleri kadifeden olmaz. Dev değişimler ve hadiselerle olur.
Yenilenecek sahnede eski dekor olmazdı zaten.
Bir “sebep”le perde kapandı.
Bir sonraki perde açılacak.
Bazısı “yeni bir sahne yok artık” diyor.
Bir kısmı “bu kadarmış” diye düşünüyor.
Samimiyetle dile getirilen hiçbir düşünceden zarar gelmez.
Bunlar da saygıyı hak eden düşünceler.
Çünkü hepimiz bir miktar muallakta yani boşluktayız.
Gereken oksijeni almayınca yer çekimi kalkıyor, ayaklarımız yerden kesiliyor.
Eteklerimizdeki taşlar dökülüyor.
Dilimizin altında gizlediğimiz baklalar havada uçuşuyor.
Ahkam kesmek serbest. Linç etmek kolay. Düşene vurmak konforlu ve risksiz.
Böylece gerçek keyfiyetin ve kemmiyetin ortaya çıkması “haşir günü”ne kalmadı.
Oraya varmadan ne olduğumuzu öğrendik.
Seyirci olmayınca riya falan kalmadı.
Kimin aslında kaç karat geldiğini net bir şekilde gördük ve görüyoruz.
Tozla kaplı bazı kutulardan altın külçeleri çıktı.
Zemzem akan altın musluklardan eracif aktı.
Altın sırlı aynalar pul pul dökülüyor. Meğer “kalp”miş.
Aynı evden kurt ve kuzu çıktı. Aynı ağaç hem hurma hem de zakkum verdi.
Güvercin, çakal doğurdu, timsah bülbül yavruladı.
Zemzemin membaında yıllarca yunduğu halde zifte boyananlar çıktı.
ÇIKTIM ERİK DALINA
Yunus’un meşhur şathiyesini anlamak bugünlere kısmetmiş.
Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyup, der ne yersin kozumu
Erik ağacına çıkılmaz. Çıkacaksan ekşiliğine sabırlı olacaksın. Yara bereyi göze alacaksın. Ama sonunda bostan sahibine sanki ceviz yemiş gibi hesap vermek de var.
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
Nedir, deyip sorana bandım verdim özünü
Selimiye ve Hizmet’te tam bunu demek istemiştim. Geleceğin kerpiçleri ateşlerde poyraz rüzgarlarıyla pişiyor, “Celal” ile olgunlaşıyor. Çile , firak, gurbet… hepsi bir arada. ‘Sabır ile koruk helva; kerpiç ise saray olur’ derler.
Bir serçenin kanadın, kırk kağnıya yüklettim
Çifti dahi çekmedi, şöyle kaldı yazılı
Süreç, kadın-erkek öyle kahraman ve dev kametler çıkardı ve çıkarıyor ki kaldırdıklarını yükleri kırk, seksen kağnı taşıyamaz. Onlarca insan bir araya gelse kaldıramaz, ulaştıkları burçlara uçup erişemez.
Bir küt ile güreştim, elsiz ayağım aldı
Yıkıp bastıramadım göyündürdü özümü
Kader, karar verince bir kötürüme bile mağlup olmak mümkün. Allah’ın takdiri gelince “göz kör olur.” Tam yenecekken yenilirsiniz; yenilecekken yenersiniz.
Kaf Dağından bir taşı şöyle attılar bana
Öğlelik yola düştü, bozayazdı yüzümü
“Kaf”, kaderin, taş ise “kaza”nın sembolüdür. ‘Kadere taş atmamak’, kazaya razı olmak gerekir. Önümüze çıkan, başımıza çalınan kayaları aşamazsak, yüzümüz yere bakar.
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Leylek koduk doğurmuş, baka şunun sözünü
Bir “hablü’l-metin”e (sağlam ipe) sarılmayınca boşlukta kalmak mukadderdir. Artık yerçekimi olmaz. Balıklar meyvesiz ağaçlara, kavağa tırmanır. Meyvesiz ağaçta ne bulabilir ki? Zift içer, zift konuşur. Göklerde uçuşan eden leylekler ise (koduk) sıpa doğurur. Saçma sapan sözler ortalığı sarar. Yönetici profili de bu tiplerden ibaret olur.
Kerametim var diyen halka sâlûsluk satan
Nefsin müselman etsin var ise kerameti
İşte böyle zamanlarda ortalığı hilekâr ve riyakâr din ve devlet adamları sarar. Yunus, bu din tüccarlarına kendi nefislerini düzeltmeyi tavsiye eder.
Sonra insanların duyarsızlıklarından dert yanar:
Gözsüze fısıldadım, sağır onu işitmiş
Dilsiz çağırıp eydir anlamadın sözümü
Ortalık “kör, sağır ve dilsiz” kaynar. Ne sizin halinizi anlayan olur, ne de elinizden tutan. İnsanlar bir sihrin peşinde uyurgezerdir.
Tosbağaya uğradım gözsüzsepek yoldaşı
Sordum sefer nereye Kayseriye’dür azmi
YUNUS’UN GÖRDÜĞÜ BİZİM GÖRMEDİĞİMİZ
Süreç “yer çekimi”ni kaldırınca herkes asıl kimliğine koştu. Ruhuna en yakın olan yoldaşı buldu. Kendine yakışan konuma konuşlandı. Tencereler yuvarlanıp kapağını buldu, kaplumbağa köstebeklerle yola düştü.
Ama hep böyle gitmez. Yunus’un gördüğü ama bizim görmediğimiz ve ümitle beklediğimiz günlerde sıra:
Bir sinek, bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir, ben de gördüm tozunu
“Atmacanın taslit”i serçeyi pervaz eder hale getirince kartalın vadesi de dolmuş olur.
Yunus, bu arada nifak ehlini uyandırmak istemez. Şöyle bitirir:
Yunus bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez
Münafıklar elinden örter mâ’na yüzünü
Herkesin kaldırabileceği maksimum yükle imtihan edildiği bu zor süreci atlatana ve yıkılmayana bir ömür güvenle sırt dayanır. Her şey emanet edilir. Mesele kazan ateşine ve poyraz rüzgarına dayanıp sabretmek.
Öyle görünüyor ki “kader” yeni sahne için “rol” seçimi yapacak.
Bu zor zamanda canını dişine takıp hizmet edenlerle, ahlakını tashih edip kendini yenilemeyi başaranlarla ve yeni oyuncularla bir sonraki perde açılacak.
Yunus’la bitireyim:
Miskin Yunus gel imdi, terk eyle, git benliği.
Kovgıl bu habis şeyi, Sendeki bendekine