Kumpaslarının neticelerini bulamayınca boş durmadılar. Devletin imkânlarını kullanarak örtülü ödenekten valizler dolusu paralar alarak yurt dışındaki ülkelere gidip Hizmet aleyhinde rüşvetler dağıttılar…
NURULLAH KAYA
AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, dünyaya yayılan Hizmet Hareketi’ne suç isnat edebileceği hiçbir şey bulamıyordu. O kadar büyük bir iftira atmalıydı ki tarihte eşi görülmemiş şekilde olmalı ve buna kamuoyunu inandırmalıydı. Önce bu yolun taşları döşendi. Hizmet Hareketi’nin bünyesine Ergenekon ve MİT’in marifetiyle birçok insan yerleştirdi. Kadın, para, makam… Aklınıza gelebilecek birçok unsurla insanlara tuzaklar kurup şantaj planları yapıldı. Geçmişte insanların zaaflarından faydalanıp içine çekildikleri ne kadar tuzak ve kumpas varsa aynısını Hizmet mensupları için denediler. Hizmet’in birçok kurumuna devşirdikleri veya yerleştirdikleri görev adamlarıyla adeta her şeyi didik didik ettiler… Evlerde, okuma salonlarında, dershanelerde, okullarda, üniversitelerde, gazetede, televizyonda, bankada, Kaynak Holding’de… Binlerce kurumda bir yanlışa, ahlaksızlığa rastlamadılar. Bu arayıştaki görev adamlarını dahi şaşırtan bu durum plan yapanların planlarını ters yüz etmişti.
Toplumun içinde olduğu gibi bu kadar büyük cemaatlerde mutlaka zayıflar ve zaaflarına yenik düşebilecek insanlar olabilir. Dünya namına parayla, makamla, kadınla satın alınamayan beklentisiz bu kadar insanın olması onları da şok etmişti. Zaaflarına yenilen birçok siyasi lideri, milletvekillerini, üst düzey bürokratları, hâkimleri, emniyet müdürlerini, komutanları, tarikat liderlerini, iş adamlarını… Bir kasetle avuçlarının içine alan bu insanlar ne yaptılarsa olmadı.
Hizmet’in önde gelenleri ve idarecileriyle ilgili birçok eleştiri yapıldı/yapılıyor. Bunların içinde doğruluk payı olan ve yanlış kararların alındığı, üstlerin altlarına karşı haksızca davrandığı birçok irili ufaklı hadisin olduğuna inanıyorum. Bunların da amasız fakatsız cümlelerle masaya yatırılarak analiz edilip gelecek adına tekrar edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak şuana kadar bu insanların hiçbiriyle alakalı yüzleri kızartacak, kalpleri karartacak bir konu ortaya çıkmadı. Türkiye’nin en fazla vergi veren kurumları arasına giren dönemin parasıyla milyonlarca lira para kazanan bu müesseselerin başındaki insanların aldıkları maaşlar, bindikleri arabalar, otel gibi kullandıkları evleri ve yaşam tarzları son derece mütevazıydı...
Kumpaslarının neticelerini bulamayınca boş durmadılar. Devletin imkânlarını kullanarak örtülü ödenekten valizler dolusu paralar alarak yurt dışındaki ülkelere gidip Hizmet aleyhinde rüşvetler dağıttılar… Yetmedi, dini her yönüyle kullanan bu insan postuna bürünmüş mahlûklar, başta İran olmak üzere sihirle-büyüyle uğraşan ne kadar yer ve kişi varsa adeta mekik dokuyup insi şeytanlardan aldıkları gücü cinnî mahlûklarla da destekleme gayreti içine girdiler... Asrın ne kadar aşağılık ve müptezel insanı varsa el sıkışıp Hizmet’in pak yüzünü karartmak için çabaladılar. Ancak Hizmet bedel ödemeye hazırdı ve hiçbir şekilde boyun eğmedi. Yollarda takılıp kalanlar ve saf değiştirenler takibi oldu fakat bu hasbi ruhları hiç etkilemedi.
Türkiye’nin en büyük sorunu olan cehalete karşı mücadele eden dershane ve okulları kapatmakla tehdit ettiler ve bunu yaptılar. Yolsuzluk operasyonları sonrasında gerçek yüzünü daha net gösteren Erdoğan, Hizmet’in kurumlarını tek tek kapatma kararı aldı. Bu hukuksuz kapatmalara ve kayyum atamalarına karşı Hizmet gönüllüleri haklarını daima hukuk çerçevesinde aradı… Kurulan kumpaslara ve hukuksuz uygulamalara şiddet kullanmadan büyük ve ses getiren demokratik tepkiler verdi… Ancak Erdoğan’ın istediği bu değildi. Gezi Olayları’nda olduğu gibi gerilimden beslenen bir tipti. Gayesi masum insanlara ya boyun eğdirmek ya da sokaklarda anarşizme sürüklemekti. Fakat onların bilmedikleri bir şey vardı. Hizmet’in hamurunda böyle bir anlayış yoktu. Hocaefendi bu Hizmet hamurunu öyle bir yoğurmuştu ki iman hakikatleri ve barış köprüleri dışında başka bir yemek çıkmazdı bu hamurdan… Bunu görmelerine ve anlamalarına rağmen tuzaklarını kurmaktan vazgeçmediler.
İçerde Ergenekon ve MİT’in dışarıda Rusya’nın desteğini alarak 15 Temmuz’u planladılar. Uzun süre üzerinde çalıştılar. Darbeler konusunda dünyanın en tecrübeli yapılarından biri olan TSK’nın içindeki unsurlarıyla çok ince bir işçilik yaptılar. Nasıl ki 28 Şubat’ta aktif rol oynayan Batı Çalışma Grubu gibi ama daha gizli ve daha küçük bir grupla tüm planlarını takip ettiler. Hocaefendi ve yüzbinlerce Hizmet Hareketi mensubunu “ülkeye darbe yapmak istediler” diyerek bir gecede hain terörist ilan ettiler. Hulusi Akar ve Hakan Fidan’ın bu konuda sık sık nasıl bir araya geldikleri son dönemde ortaya çıktı.
15 Temmuz kumpası öncesinde ne denerlerse denesinler emellerine alet edemedikleri ve boyun büktüremedikleri Anadolu topraklarındaki necip milletin evlatlarını 15 Temmuz sonrası zindanlara doldurmaya başladılar. Konumuzun dışına çıkmadan Türkiye’de kadınlar ve kız çocuklarının yaşadığı mağduriyetler çerçevesinde bir örnek vermek istiyorum. Kermeslerde öğrencilere yardım toplamak için börek açan başörtülü kadınlar, fakir öğrencilere ders anlatan başörtülü öğretmenler, başörtülü üniversite talebeleri… Bu süreçte binlerce başörtülü hapislere atıldı, türlü türlü işkencelere maruz kaldı, zindanlarda bebeklerini düşürdü, sütlerini lavabolara sağmak zorunda kaldı, çıplak aramalara maruz kaldı, taciz ve tecavüzlere uğradı, namusuyla canıyla tehdit edildi, kız bebeklerini hapishane köşelerinde büyütmek zorunda kaldı... Yetmedi, Hizmet mensuplarının eşlerini ve kızlarını ganimet olarak nitelendirdiler… Bu kadınlar ve kız çocukları yaşadıklarını duyurmak adına adaletin olmadığı mahkemelere ve savcılara binlerce dilekçe yazdı, mailler gönderdiler. Oy verdikleri siyasi partilerin temsilcilerine, milletvekillerine dertlerini anlatmaya çalıştılar. Gazetelere, televizyonlara, yazarlara başından geçenleri ifade eden mektuplar kale aldılar... Emin Çölaşan ve Ömer Faruk Gergerlioğlu gibi bir elini parmağını geçmeyecek kişi dışında kimselerden bir tepki gelmedi. Şu bir haftadır kamuoyundan yükselen haklı tepkinin binde birini görmediler.
Toplum, özellikle tarikatlar ve cemaatler bir asırdır mağdur oldukları ve her defasında dile getirdikleri siyasal bir simge haline dönüşen başörtülülerin uğradığı bu zulme hiç ses çıkarmadı. Hemen her hafta onlarca başörtülü kadın kelepçelenip polislerin arasından hapishanelere atıldı/atılıyor… Nefislerinin esiri olmuş zaaflarının kurbanı birçok tarikat ve cemaat mensubu tüm bunların karşısında dilsiz bir şeytana döndü. Hiç mi ses çıkartan olmadı. Evet, oldu. Yeni Asya Grubu, merhum Nurettin Mutlu Hazretleri, Alparslan Kuytul gibi çok az kişi yaşanan zulme karşı güçlerinin yettiği kadar bir duruş sergiledi. Özellikle Kuytul’un eşi ve başörtülü arkadaşları kadın polisler tarafından dövüldü. Alparslan Kuytul ise kendini hapishanede buldu. Ve tüm bu zulmü dindar görünen bir kesim yaptı/yapıyor. Bu zulüm halen devam ediyor. Son örneği şuan Hatay’da yaşanıyor. İki gündür kız öğrenciler gözaltında işkence görüyor. Kim Hatay’daki bu duruma bir tepki veriyor. İşlerine geldiği zaman kadın hakları ve kız çocuklarının mağduriyeti diye haykıran sol kesimin de tarikatlardan pek farkı olduğu söylenemez bu süreçte... Sesi çıkabilecek, tepki verebilecek milyonlarca kadın bir Natali Avazyan etmedi Türkiye’de.
Devam edeceğiz