Evet bu tecdit vazifesiyle görevli olanlar, insanların seçimleriyle gelmezler, devletin atamasıyla vazifeye başlamış değillerdir
SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
Şualarda On Beşinci Şua’nın sonunda Ahmed Feyzi Kul Ağabeyimizin, MÜCEDDİTLER hakkında bir Takriznâme’si var. Orada diyor ki: “Her asır başında hadisçe geleceği müjdelenen dinin yüksek hâdimleri; mübtedi’ (bid’atçı, aslı dinde olmayan, dinin ruhuna aykırı bid’atları ortaya atan kimse) değil, müttebidirler. (tâbî olan, ittiba eden kişilerdir). Yani (dine) kendilerinden ve yeniden bir şey uydurup getirmezler, dine ait yeni hükümler ortaya koymazlar. Dinin ahkâmlarına ve esaslarına ve Muhammed Aleyhiselamın sünnetlerine harfiyyen uymak suretiyle dini takvim (en ideal hâle getirme) ve tahkim (sağlamlaştırma ve güçlendirme gayret, içinde olurlar)… Dinin hakikat ve asliyetini izhar… Dine karıştırılmak istenilen bâtıl, asılsız ve boş şeyleri kaldırma ve ve ibtâl… Dine gelen tecavüzleri red ve imhâ… İlâhi emirleri yerleştirme… İlâhi hükümlerin şerefini ve ulviyetini izhâr ve ilân ederler. Ancak genel tavır ve hâli bozmadan ve aslî ruhu rencide etmeden yeni izah tarzlarıyla zamanın anlayışına uygun yeni ikna usulleriyle ve yeni tevcihat (hitap şekilleri) ve tafsilat ile vazifelerini yerine getirirler.
Bu Rabbânî memurlar, fiilleri ve amelleriyle de memuriyetlerinin tasdikcisi ve isbatlayıcısı olurlar. İmanî değerlere bağlılıkta gösterdikleri kararlılık, sağlam duruş ve ihlâslarının aynası olma görevini bizzat îfa ederler. İman mertebelerini fiilen izhâr ederler. Muhammedî (S.A.S.) ahlâk ile tam ahlâklanan, Onun (S.A.S.) üslubu ve genel tavır ve tarzını ve hilyesinin (vasıflarının, özelliklerinin) hakîki olarak temsilcisi olduklarını gösterirler… Bunlar, doğrudan doğruya vahiy menbaı olan Muhammed Aleyhisselamın mânevi ilham ve telkinatıdır. Celcelûtiye ve Mesnevi-i Şerif ve Fütûhu’l-Gayb ve emsâli eserler, hep bu nevidendir. (…) Yani bu kudsî zatlar, o mânânın mazharı, aynası ve yansıtıcısı hükmündedirler. Risale-i Nur ve Tercümânına gelince, bu şanı yüce eserde şimdiye kadar emsaline rastlanmamış, bir ulvî feyiz ve nâmütenâhî bir kemâl mevcut olduğundan, hiçbir eserin nâil olmadığı bir şekilde İlâhî meşale ve hidayet güneşi, pırıl pırıl saadet olan Hz. Kur’an’ın feyizlerine vâris olduğu görüldüğünden; onun esası, tamamen Kur’an’a mahsus nur olduğu… evliyaullahın eserlerinden ziyade Peygamber Efendimizin (S.A.S.) nurlarının feyzini ve bereketini taşıdığı… Efendimizin (S.A.S.) ondaki hisse ve alâkasının ve kudsî tasarrufunun evliyaullahın eserlerinden ziyade olduğu ve onun mazharı ve tercümanı olan mânevi zâtın mazhariyeti ve kemâlâtı ise o nisbette âlî ve emsâlsiz olduğu güneş gibi âşikâr bir hakikattır.”
Evet bu tecdit vazifesiyle görevli olanlar, insanların seçimleriyle gelmezler, devletin atamasıyla vazifeye başlamış değillerdir. Onun için Üstad Bediüzzaman, “Vazifem bitmiş midir?” diye sorunca, Albay Hulusi Ağabeyimizin Barla Lâhikasındaki cevabî mektubunda belirttiği gibi onların vazifesi ancak vefatları ile sona erer… Onlar bir cami derneği başkanı değil ki, dernek üyeleri görevden alsın veya Diyanet İşleri Başkanı değil ki, onları devlet bakanı vazifeden azletsin, bir partinin başkanı değiller ki, partinin delegeleri tarafından değiştirilsinler. Kendilerinin, görevden istifa etmeleri de mümkün değildir. Çünkü onlar Mücedditlerdir.