Her ‘güç’ aynı zamanda bir imtihan unsurudur. Güçlü olup zulmetmeme imrenilesi ve nadir bir seciyedir.
Her ‘güç’ aynı zamanda bir imtihan unsurudur. Güçlü olup zulmetmeme imrenilesi ve nadir bir seciyedir. Kadın, fiziken erkeğe göre zayıftır. Erkek bu bedeni farkı zulmederek suiistimal eder.
Peki bu geleneksel ve töresel durum bizde nasıl?
Kadınlar Hizmet’in ilk dönemlerinde pek hizmet imkânı bulamıyordu. Ama bu dengesizlik şimdi nisbi olarak aşılmış gibi. Kadınlar şimdilerde hemen hemen irşad ve tebliğin her diliminde fiilen bulunuyor. Bin bir zorluğa rağmen Hizmet’e koşuyorlar.
Dışarıdalar, okuldalar, dernekteler, kermesteler, sohbetteler…
Ve bir de bu dönemde Hz. Hatice’lerle, Hz. Aişe’lerle; Hz. Fatıma’larla ve Rabiatü’l Adeviye’lerle diz dize olmak için tarihte hiçbir zaman yaşanmadığı kadarıyla hapishanedeler.
Yazı konum bu değil. Onları takdir bana düşmez. Herkese kahramanlık dersi veren bu kadınları takdiri Hz. Hatice validemize, Hz. Meryem ve Hz. Asiye’ye bırakıyorum.
ÂDİL İŞ BÖLÜMÜ
Konum; Hizmet’te bu kadar fedakârane koşan kadınların kadrinin bilinip bilinmediği…
Onları rencide edip örseliyor muyuz? Yoksa iş, zulme kadar varıyor mu?
‘Az olabilir’, ‘abartıyorsun’, ‘lokal’ diyen de çıkabilir ama pek çok örnek var.
Çalışan kadınla evde adil bir iş bölümü yapmamanın faturası dışarıya yansıyor.
Öğretmenlik yapıyor; Çocuk baktığını unutuyoruz. Erkekle aynı performansı göstermesini bekliyoruz. Erkekle aynı performansı gösterdiğinde ise sen kadınsın ‘bunu al, sana yeter’ diyoruz.
Onun evdeki sorumluluklarını unutup gece vakti toplantı koyuyoruz: ‘İsterse gelmesin!’
Kadınların verimli bir şekilde Hizmet etmesini istiyorsak onların tüm zorluklarını göz önüne alan haftalık bir çalışma takvimi, mesai çizelgesi hazırlamamız gerekir.
Bunu yapmıyorsak bir de buyurgan ve ezici bir üslupla idarecilik yapıyorsak o işin bereketi olmuyor. Hizmet’in parasını tasarruf hakkım olması bana o parayla -kadın erkek fark etmez-insanları dövme hakkı vermez. Bunu yaparsam kendi çapımda küçük bir “zalim” olurum.
SÖZLÜ ŞİDDET
İnsan aklen alt edemediğini fiziki ve sözlü şiddetle yenmeyi ve ezmeyi düşünür. Yaygın olan bu.
Bir ‘kadına şiddet’ türü olarak -farkında olarak veya olmayarak- bol bol hakaret ediyoruz: “Kimseyi zorla tutmuyoruz, dileyen durur, dileyen gider.” “Bana ayak uyduran kalır, uydurmayan gider.” gibi üst perdeden ve kibirli cümleler kuruyoruz.
Hocaefendi’nin bize öğrettiği şekilde Hizmet’ten ayrılmaya kalkanın ayağına kapanıp “aman gitmeyin” diye yalvarmaktansa “Beğenmeyen gider.” diyebiliyoruz.
Kimi zaman da “Yarın öbür gün evlendiklerinde ne olacağı belli olmaz, emek boşa gitmesin!” diye kehanetle strateji ürettiğimiz de oluyor.
İltifat etmeyi beceremiyoruz: “Abla, abi gibi ablasınız, hiç abla gibi değilsiniz!” diyoruz.
Hocaefendi insanlarla bir arada otururken ceketini çıkarmak için bile nezaketle izin isterken biz namaz hazırlığını nezaketsizce yapabiliyoruz. Çoraplarımızı fırlatıp paçaları sıyırabiliyoruz.
Erkeklere “Bay” demeyip kadınlara “Bayan” diyoruz.
WhatsApp gruplarında onların varlığını yok sayıp “abiler” de “abiler” diye mesajlar atıyoruz.
EN FARK EDİLMEYEN ZULÜM
Kadın akşama kadar koşturuyor. Yoruluyor. Eve dönüyor. En fazla kendisi kadar yorulmuş olan erkek, kendisinden yeni “hizmet”ler bekliyor. Yemek, bulaşık, çamaşır, çocuk bakımı…
Dışarıda çalışan hanımından, ev hanımı olan kendi annesi gibi bir mesai bekliyor.
İşte bu zulümdür.
Eğer iki taraf da çalışıyorsa ve ev işlerinde paylaşım yoksa erkek kadına zulmetmiş olur. Çocuk bakma sorumluluğu kadına münhasır değildir. Ev işlerini ve çocuk bakımını geleneklere tabi olup tamamen kadının üstüne yıkmak bir zulümdür.
Zulmeden erkeğin hayatından “bereket” kalkar. Zulmün yaşandığı hiçbir çatı altında Rıza-yı ilahi kazanılmaz.
İşimize gelmediği için ev işlerine yardım eden peygamber örneklerini unutuyoruz.
“Efendimiz(sav) evde elbiseleri temizler, koyunları sağar, yırtığını yamar, pabucunu tamir eder, evi süpürür, devesini bağlayıp yemini verir, hizmetçi ile beraber yemek yer, onunla hamur yoğurur, çarşıdan aldıklarını kendisi taşırdı.” “Evini tamir ederdi.”
İşte böyle bir peygamberin takipçileri olarak eve gelince tüm işleri bizimle aynı saatlerde eve gelen eşimize yıkıyoruz. Kadın bir “köle” gibi çalışıyor. Erkek ise “köle” sahibi olarak bir kenarda şahsına hizmet bekliyor! Gecikince afra tafra yapıyor.
Maalesef en fark edilmeyen zulüm, kadına yapılan zulüm.
KILIBIK VEYA MAGANDA
Bir de bedevice kendini savunma var ki o da şu cümlede gizli: “Kılıbıklık mı yapalım?”
Ev işi yapmak erkeği kılıbık yapmaz ama erkek hem hiçbir iş yapmıyorsa ve bir de sözlü şiddet uyguluyorsa belki kılıbık olmaz ama olsa olsa dört başı mamur bir maganda olur.
Kimin kime karşı yaptığı önemli değil. Bir evde zulüm varsa o evde bereket olmaz.
Aslında ilerde kendi kızımıza yapılmasını istemediğimiz şeyi eşimize yapmasak tüm mesele çözülecek.
Bir de kadına âdil davranmak isteyen, ön planda hizmet etmesinden gocunmayan erkeklere tepeden bakma, tahfif etme, acınacak durumda olduklarını ima etme hatta mobbing uygulama var ki akıl alır gibi değil.
MOBBİNG
Erkek olarak güzel güzel oturup en kudsi mekanlardan istifade edebiliyoruz. Ama onlara gelince elimizin tersiyle öteye itiyor. Caminin veya mescidin bir kenarında oturup sessizce dinlemelerine izin vermiyoruz, paravanlarla duvar örüyoruz. Bencillik yapıp dünya gözüyle vaaz dinlemelerine engel oluyoruz. Oysa buna ne sünnetten ne de başka bir kaynaktan delil bulamayız.
DULLUK TÖRESİ
Efendimiz’in (sav) Hz. Aişe dışındaki evliliklerinin hepsi dul kadınlarladır. Altın silsilenin başındaki kadına yani Hz. Fatıma’ya annelik dul bir kadına Hz. Hatice validemize nasip olmuştu.
Ama biz ‘sünnet’i bilmiyoruz. Bir kere evlenmişse veya yanlış bir evlilik yapıp ayrılmışsa bir de çocukları varsa bunu menfi bir durum olarak değerlendiriyoruz. Kutsi bir bereket kaynağını elimizin tersiyle itiyoruz. Kadını yalnızlığa ve çaresizliğe itiyoruz. Efendimiz çoğu zaman “terkedilmiş”, “yalnız kalan” ve “güç durumda” olana el uzatmış, onlara pozitif ayrımcılık yapmıştı.
Asla nefsi olmamayı örneklendirmişti. Ama biz sünneti, su içme şeklinden ibaret bildiğimiz için “İlle evlenmemiş olacak” diye bir cahiliye kuruntusuna saplanmışız.
Nasılsa kadınlar dul oluyor ama erkekler hiçbir durumda “dul” olmuyor!
Sünnet’i değil cahiliye adetlerini, vahşi töreleri tercih ediyoruz.
Kimisi boşanıyor, kadını bir tarafa fırlatıyor ertesi gün hicab etmeden “hiç evlenmemiş” birini bulmaya koşuyor.
Çünkü niyetimiz bereket ve rızayı ilahi değil, sadece nefsi tatmin.
Hz. Aişe validemizin çocuğu olmamıştı. Ama o evin en nadide ferdi idi. Bize gelince biz çocuğu olmayan kadını küçümsüyoruz.
Kadınlar tarihin hiçbir döneminde bu kadar organize bir şekilde hizmet imkânı bulamadılar. Evet doğru. Şimdi bu imkân var. Ama bu aynı zamanda onları tahkir ve tezyif etme tehlikesini de beraberinde getirdi. Efendimiz (sav) kadınları “camdan yapılmış şişeye” benzetir. Bununla kadının narinliğine, kırılganlığına ve onlara kibar davranmak gerektiğine işaret buyurur.
Bize gelince biz; eşi Safiyye Validemizin deveye binmesi için dizini kırıp merdiven yapan bir peygamberin(sav) takipçileri olarak her vesile ile kadınları ya rencide ediyoruz veya eziyoruz.
Baştaki soruya döneyim: Hizmet’te ‘kadının adı’ var mı?
Kadının adı var ama katedilmesi gereken bayağı mesafe de var.
Allah, adalet ve vicdan vüsatı lütuf buyursun.
Kadını doğru bir pozisyonda konuşlandırmadan Hizmet’in dünyaya anlatılması çok zor.