Yeni Hayat Gazetesi yazarı Ahmet Kurucan Kampta Ramazan izlenimlerini yazmaya devam ediyor.
İşte o yazı...
Kahvaltı ve akşam yemeğinin adı Ramazan’da iftar ve sahur olarak değişmiş. Sofraya konan yiyecek çeşitleri bağlamında söylüyorum bunu. 30 yıldır böyle. Hiç unutmam, ilk sahurumda kahvaltı sofrası ile karşılaşınca çok şaşırmıştım; çünkü bizim evde sahurda yemek yenirdi. Şimdi bizde de değişti.
Ramazan öncesinden hiç bir farkı yok sofranın. Günlük 2000 kaloriye göre hazırlanmış menü. Çeşit sayısı aynı. Tabağından kaşığına değişen hiç bir şey yok. Gösteriş yok. İsraf yok.
İsraf yok dedim, zaten sözü israfa getirmek istiyordum. Çünkü kamp sofrasının (5. kat da diyebiliriz) hiç değişmeyen, olmazsa olmaz tek özelliğidir israfın olmayışı. Yemek israfın yokluğu ile özdeş ama israfın yokluğu da kampta Mustafa Abi ile özdeştir.
Merhum Hacı Kemal Erimez Abinin hediyesidir o bize. Babası erken yaşlarda vefat etmiş. Geride kalan annesi ve kardeşlerine bakmak, evin büyüğü olarak onun omuzlarına çok erken yaşlarda konmuş. Gece dememiş, gündüz dememiş, çalışmış, çalışmış, çalışmış ve çalışmak onun fıtratı olmuş. “İş önünden kaçar” derler bizim oralarda bu tip insanlar için. Gerçekten öyle; işten kaçmak ne kelime, iş onun önünden kaçıyor.
Onun bulunduğu yerde israf edemezsiniz. Yemeği tabağınıza aldığınız andan itibaren onun radar gibi çalışan bakışlarının gözetimi altına girersiniz. Kapsama alanı bütün bir yemekhanedir. Birisi ile konuşurken bile sizi oturacağınız yere kadar takip eder. Eğer yanlış yere oturduysanız hemen müdahalede bulunur. Çünkü yemek masasına oturmanın bir kuralı vardır orada Mustafa Abi’ye göre. Askeri düzen diyebilirsiniz buna. Sandalye atlamadan masaları dolduracaksınız önce. Bir masada bir kişilik yer varken, yandaki, arkadaki boş masaya geçemezsiniz. Yemek esnasında arkadaşımla yan yana oturmak istiyorum diyorsanız, o bir kişilik boş yerin dolmasını bekleyeceksiniz önce. Neden? İsraf dedik ya!
Termosta verilen sallama çaylar insan sayısına göre demlenir. Sizin masadaki bittiyse yan masadan alacaksınız. Yan masaya bakmadan bir termos çay daha almaya gittiniz diyelim; size en son gönderdiği termosun hangi masada olduğunu gösterir. Bittiğine ikna olursa yenisini demler ve elinize verir. “Deveye hendek atlatmaktan zordur” sizin anlayacağınız Mustafa Abi’den çay almak. Hiç kimse de kırılmaz buna. Hayranlıkla seyreder onu. Çünkü niyeti halistir ve niyeti israfın olmamasıdır.
Neden böyle davranıyorsun diye sordum geçenlerde. İki sebep söyledi. Bir; “Baba nasihati Hocam” dedi ve başladı anlatmaya yokluk ve yoksulluk içinde geçen çocukluk yıllarını. Ninemi hatırladım. Benzer davranışlarını görünce ninem için cimri derdim çok küçükken. Halbuki aklım ermeye başlayınca anladım ki dünyanın en cömert kadınlarından biriymiş benim ninem. Meğer ki savaş, kıtlık, yokluk, yoksullukmuş onu israfa tahammülsüz kılan.
İki; Hocaefendi. Yıllar önce bir gün teftiş amaçlı mutfağa gelmiş Hocaefendi. Direkt çöp kutusuna yönelmiş, açmış, içine bakmış ve “İsraf olmuyor değil mi Mustafa Bey?” demiş. Ardından israfın haramlığından, Allah’ın hesap soracağından, bereketi alacağından bahsetmiş. Son cümlesi ise Mustafa Abi’nin israf özelindeki davranışlarının temel dayanağını oluşturmuş. “Ben sana güveniyorum Mustafa Bey ve sen varsın diye buraya çok gelmiyorum.”
İyi ki varsın Mustafa Abi.
Kaynak: Yeni Hayat Gazetesi