Hüseyin Gülerce, Star Gazetesi'nden Fadime Özkan'a Fethullah Gülen Hocaefendi'yi ve Gönüllüler Hareketi'ni anlattı.
Bilmeyenler, merak edenler, anlamak isteyenler için, dolaşımdaki iddialar da dâhil hemen her şeyi cemaatin önde gelenlerinden, Hocaefendi’nin ‘dostu’, Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce’ye sorduk. Gülerce, hiçbir sorumuzu geri çevirmedi. Röportajda tüm bu soruların cevaplarını bulacaksınız.
İşte o röportaj:
Fethullah Gülen kimdir?
Ülkesi, insanı ve insanlık için sancı çeken, dertlenen, çare için fikir geliştiren bir aksiyon adamı. Hem fikir, hem aksiyon adamı.
Cemaatin nesi olur?
Cemaatin büyüğüdür.
Önder denebilir mi?
Önderde bir işaretle arkasından gidilen ve son sözü söyleyen, anlamı var. Ama Sayın Gülen istişareye önem verir. İstişare edilecek insanı bilir, istişarede ortaya çıkan sonucu savunur.
Böyle bir çağda, yaşadığımız konjonktürde hele de 11 Eylül’ü yaşamış bir dünyada 110 ülkede okulları ve diyalog merkezleri olan biri olarak küresel anlamda neye tekabül ediyor?
Tablo ilginç tabii: Sayın Gülen önce Edirne’de bir cami hocası, İzmir’de öğrenci yurdu yöneticisi. Sonra vaazlara başlıyor, daha o yıllarda gençlerle ilgileniyor. Fethullah Gülen bugün gerçekleştirdiği planını genç yaşında yapmış biri. Eğitim var o projenin içinde, insan yetiştirmek var ama o insanı mana kökenimizde yetiştirme var. Yola küresellikle değil yerellikle çıkmış. Hani bir söz vardır; bir bayrak rüzgar bekliyordu, diye. Türkiye ve dünya böyle bir ses bekliyordu. Önce bizim insanımıza makul geldi Gülen’in fikirleri, sonra küresel manada makul geldi. Tavsiye ettiği sevgi barış diyalog yolu buna denk geldi. 2. Dünya Savaşı sırası olsaydı, insanlar o çatışma içinde dönüp bakamazlardı böyle bir sese. 11 Eylülden sonra ise Batı bir diyalog arayışına girdi. Bir bakıldı ki Gülen başından beri, diyalog ve barıştan başka yol yok, diyor. Kendisini anlatabilmek için iki şey önemli oldu; biri din dersinin verilmediği, insani değerlerin temsil edildiği Türk okulları, diğeri 110 ülkede olan diyalog merkezleri.
Sayın Gülen’in sağlığı nasıl?
Elhamdülillah iyi, konuşuyor, her hafta sohbetler yapabiliyor ama şekeri, tansiyonu var ve kalbinde stent takılı. Bir de artık o alışmış ama ciddi uyku problemi var. Günde toplam iki saat uyuyor. Onu da bölük pörçük, senelerden beri böyle.
22 SAAT ÇALIŞIYOR, 2 SAAT UYUYOR
Bütün o 22 saati nasıl geçiriyor?
Çalışıyor. Yazılarını tashih ediyor. İki ayda bir kitabı çıkıyor. Sohbet ediyor. Bunu da yine bizlerin, sevenlerin hatırı için yapıyor. Çünkü büyük bir çoğunluk onu görebilme imkânına sahip değil.
Nasıl bir hayatı var orada, günü nasıl geçiyor?
Sağlığı yerinde oldukça misafirlerini kabul ediyor. Yanında kalan 7, 8 kişi var. Sabah namazı tesbihatla kılınıyor ve namazda bulunuyor. Sonra istirahata çekiliyor. 10 gibi kahvaltı için odadan çıkıyor ve sonra istirahata çekiliyor. Sonra tekrar öğle namazı için çıkıyor. Orada zamanı saatlerden çok namaz vakitleri belirliyor.
Müslüman saati işliyor yani.
Evet, orada saat kaç denmez mesela. Bir de en çok sorulan soru; ‘odasından çıktı mı, odasına girdi mi’dir.
6 AY BAHÇEYE BİLE ÇIKMADI
Evden dışarı çıkmıyor mu hiç?
Sağlıkla ilgili olarak, göz ya da diş muayenesi için çıktığı oluyor tabi. Ama evin bahçesine bile altı ay çıkmadığı oldu.
Yarı münzevi hayatı yaşıyor sanki.
Normal bir insanın buna dayanması zor. İnsan istemez mi eş dost akraba gelinsin gidilsin. İnsanın yaşıtlarıyla rahatlaması da çok önemli. Hocaefendi’nin akranı yok orada. Şaka yapacağı kimse yok. 10 yaş küçüğüz ama bazen gittiğinizde o espri ihtiyacını görüyorsunuz onda.
O, cemaat için sıkıntılara katlanıyor, özlediği halde memleketine dönemiyor mesela, cemaatten bir yaşıtı da arkadaşlık etmeye gönüllü gidemez mi oraya?
O hayata dayanılması da kolay değil. İnsanlar hevesle gidiyorlar ama bir ay daha kalamaz mısınız dense, o kadar sevmeye rağmen düşünürler yani. Onun kendine göre bir hayatı var orada.
Siz Sayın Gülen’in nesi oluyorsunuz?
Ben arkadaşı, dostu oluyorum. Bunu da bana imzaladığı bir kitaptan biliyorum. Ne yazdığı bende kalsın.
Nasıl hitap ediyorsunuz?
Hocam, diye Efendim, diye hitap ederim. Zaten saygı gereği kendinizden büyüklere Efendim dersiniz.
O size nasıl hitap eder?
O bana Hüseyin Bey diyor.
DÖNÜŞ ERGENEKON’DAN SONRA MI?
Türkiye’ye ne zaman dönecek, planı ne?
Kendisi “dönmek için konjonktürü müsait bulmuyorum” dedi.
Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu kararıyla beraat etti, hiçbir engel yok, neyi bekliyor?
Evet, beraat etti, bu bir içtihattır fakat şunu söylüyor: “Türkiye’de henüz demokratikleşme sağlanamadı, ben geldiğimde harekete zarar vermek için birileri komplo yapabilirler, şu kadar yurt dershane okul var”. Düşünün ki Türkiye’ye ayak basar basmaz peş peşe üç dört tane hadise olsa, buna teşne medya ne diyecek? Beraat kararı açıklandığı günün ertesi günü Milliyet gazetesinin manşeti şuydu: “Gülen’in yeşil kart başvurusu reddedildi”. Oysa ne başvuru reddedilmiş, ne böyle bir şey var! Aldı da zaten o kartı. Bu bir tesadüf olabilir mi?
Amaç neydi sizce?
On yıl sürmüş bir dava beraatla neticelenmiş, edilmedik laf kalmamış. Çete kurdun, laik düzeni yıkmak için çalıştın denmiş. Bundan beraat etmiş. Milyonlarca seveni mutlu olmuş, hak yerini buldu demiş. Ama Milliyet ‘Gülen’e soğuk duş’ diyor. Göçmenlik bürosunun avukatı, savcı olarak takdim edildi o haberde ve Cumhuriyet gazetesinin iddiaları tekrarlandı. Sanki ‘Türkiye’de beraat etti ama bakın Amerikalıların da kafa karışık’ demeye çalışıyorlar. Bu iyi niyetle yapılmış bir şey olabilir mi?
NORMALLEŞMEYİ BEKLİYOR
Ergenekoncular planları ve silahlarıyla yargı karşısına çıkarılıyor artık ama burası Türkiye. Bu tür provokasyonlara her zaman açık ne yazık ki?
Ben öyle düşünmüyorum. Ergenekon davası inşallah demokratikleşmenin önündeki engelleri kaldıracak. Kurumlar Anayasadaki görev alanlarına oturacak, herkes kendi vazifesini yapacak. Bakın, Ergenekon davası başladığından beri faili meçhul cinayet işlenmiyor artık Türkiye’de.
Sayın Gülen Ergenekon davası sonuçlandığında dönecek demek ki bu?
O dava 5, 6 sene de sürebilir. Dava, devlet içinde artık bir daha Ergenekon türü hukuk dışına çıkma hareketleri, yapılanmaları cesaret bulamayacak şekilde ilerlerse ve artık TSK, emniyet, başka kurumlar kendi içlerinde böyle yapılara asla taviz vermeyeceklerini kararlılıkla ifade eder, bunu davranışlarıyla sergilerlerse, bu, Türkiye’de demokratikleşmeyi çok hızlandırır. İşte buna o zaman normalleşme denebilir ve komplolara kimsenin izin vermeyeceği böyle bir atmosferde Sayın Gülen’in dönmesi mümkün olur. O, o atmosferi bekliyor.
SONRASINI ALLAH BİLİR
Allah uzun ömürler versin ama Sayın Gülen’in, Gülen sonrası için bir planı var mı?
Bu, bünye içinde asla konuşulan bir şey değil. Bu işin sahibi Allah. Sayın Gülen hep “Biz yapmıyoruz Allah yapıyor” diyor, okullar falan açıldığında. Her şeyin sahibi Allah olduğuna göre bu işin ortada kalması, göçmesi mümkün değil. Allah dilemezse hiçbir şey olmaz. Peygamberimiz (S.A.V) vefat ettiğinde de sahabe efendilerimiz büyük şaşkınlık yaşamış. Hz. Ömer, ‘kim öldü derse alırım başını’ demiştir. Makul ve doğru söz ise Hz. Ebu Bekir’den gelmiştir. Ayeti, Efendimizin de vefat ettiğini hatırlatmıştır. İslamiyet O’ndan sonra daha çok yayılmıştır. Bu hareket de Allah geçinden versin, Hoca efendi vefat ettikten sonra daha da büyüyecektir.
Cemaatin Hocaefendi ile ilişkisi, sahabenin Peygamber Efendimizle ilişkisi gibi midir?
Ben fizik hocasıyım, dinen yanlış olur mu böyle bir şey söylemek bilmiyorum ama Mehmet Akif de Çanakkale Şehitleri için “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” demiş. O kahramanlıklarını benzetmiş, ben de Peygamberimizin, sahabe efendilerimizin muhabbetini benzetiyorum. Başka bir örnek bulamıyorum.
Sizin bunu cevaplamak zor biliyorum ama sonrasında ne fark olur?
Şu olur: Bugünkü tat bir daha yaşanmaz. (gözleri nemleniyor) ben mesela üzüldüğüm sıkıldığım zamanlarda rahatlama, manen şarj olma adına Hoca efendiye gitmeyi arzu ediyorum. Bir şey çekiyor beni. Onu özlüyorum. Allah geçinden versin, ben hayattayken o vefat etse kime gideceğim? Hizmetlerimden elbette vazgeçecek değilim. Ama artık olmayan, yerine hiçbir şeyin konamayacağı bir durum olacak.
Hocaefendi hizmetin zarar görmeden devamı için mutlaka tedbir almıştır gibi geliyor bana.
O tedbir alınmış zaten. Bütün bu çalışmalar zaten bir istişare mekanizmasıyla götürülüyor. Çizgide bir değişiklik olmaz, yine öyle devam eder.
AMACIMIZ ALLAH’IN RIZASINI KAZANMAK
Cemaat için ‘Gülen hareketi’ deniyor. Nasıl bir hareket bu, ne hareketi?
Aynı duyguyu heyecanı hedefi paylaşan insanların bir araya geldiği bir hareket.
Hedef ne?
Hedef, sadece ve sadece Allah’ın rızasıdır. Mümin olmayan biri için bu laf sıradan gelebilir. Geç bunu kardeşim, senin bu işte menfaatin ne, diyebilirler. Halbuki bu dünyada en büyük kâr Allah’ın rızasını kazanmaktır. Hocaefendi “Bu dünyada en pahalı şey Allah’ın rızasını kazanmaktır” demişti, öyle bir şeyi hedefliyorsunuz ki hiç kolay değil.
Bir ‘Gülen fenomeni’ oluştu. Humeyni’nin Fransa’dan dönüp devrim yapması gibi Gülen’in de ABD’den dönüp rejimi değiştireceği sanısı, bütün diyalog barış söyleminize rağmen cemaatle ilgili bir korku ve kuşku var. Cevabınız ne?
Sayın Gülen, Humeyni’ye benzetilmesine şiddetle itiraz ediyor. İran’daki İslami anlayışla Anadolu’daki anlayış bir değil, orada din adamları yönetimin içinde. Fakat ağzınızla kuş tutsanız, Türkiye’de dine düşman insanlar var fakat dürüst davranmıyorlar. Kur’an’a karşıyız diye yürüyüş yapmıyorlar, şeriat istemeyiz diyorlar. İyi de Türkiye’de şeriat isteriz diyen mi var? Cami avlusunda şeriat isteriz hilafet isteriz diyenler Ergenekoncu çıktı. Provakosyon var yani. Sayın Gülen 1994’te dedi ki “Türkiye’de ve dünyada demokrasiden dönüş yok2, 15 sene önce. Demokratik laiklikten, hukukun üstünlüğünden insan haklarından özgürlüklerden yana bir hareketin manevi büyüğü, diyalog ve uzlaşma yoluyla buluşmak istiyoruz diyen bir insanın laiklik karşıtlığıyla karşılanmasını anlamam mümkün mü?
KANLI ELİ TUTMAYIZ
Diyalog anahtar kelimelerinizden ama kırmızı çizgileriniz ne? Şeriat istemezük diyenlerle Ergenekoncularla diyalog kurar mısınız mesela?
Herkesle diyalog olmaz, yılan adamı ısırmış, yılanla diyalog kuramazsınız tabi. Ergenekoncularla uzlaşma olmaz, elinde kan olan adamın elini tutamazsınız.
Cemaatin devletle ilişkisi nasıl? Devleti ele geçirmeye çalışıyor, diyenler var. Yargıda f tipi, emniyette f tipi, eğitimde f tipinden devleti ele geçirdiğinden bahsediliyor.
İnsanları yargıya emniyete neyle alıyorlar? Sınavla! Sayın Gülen diyor ki; “Milletin evladı, devletinin bütün kurumlarına hak ettiğinde girer. Mülkiyeye de girer askeriyeye de girer tıbbiyeye de girer”. Ben bu vatanın evladıyım. Vergimi veriyorum, dürüst vatandaşım, kimse bana sen şu kötülüğü yaptın dememiş. Soruyorum: Ben bu milletin evladıyım. Devlet milletimin devleti. Kendi devletime nasıl sızmış oluyorum? Bunun mantığı yok. Birileri ‘girmiş’ oluyor, onlarla aynı fikirde olmayanlar girince ‘ele geçirmiş’ oluyorlar, nasıl oluyorsa. Mantık buysa ben de derim ki, demek ki onlar devleti geçirmiş zamanında.
GÜCÜMÜZ SAMİMİYETİMİZ
Peki. Gücünü nereden alıyor cemaat, siyasi, ekonomik, sosyal gücünü?
Bu hareket bütün gücünü bence samimiyetinden ve güvenden alıyor. Şimdiye kadar İslami camiada öne çıkan hareketler çok olmuştur. Fakat Müslümanların bu alanlarda çok kandırıldığına şahit olduk. Bu hareketin 80’den beri içindeyim. Gördüğüm ihlas, samimiyet, sevgi ve güven. Bir örnek anlatayım: Yalova’da özel bir okul olsun dedik. Biri arsasını verdi, biri çimentosunu, biri bir başka ihtiyacını. Yakın bir arkadaşıma da dedim ki ‘biz bu işi himmetle yapıyoruz. Her ay senden 10 lira talep ediyorum’. Olur, hocam, böyle bir şeye veririm dedi. Sonra kolejin açılışına geldi, bana dedi ki, “Ben sana kırıldım, Yalova’ya böyle güzel bir müessese yapıyorsunuz, çocuklarımız okuyacak, niye benden 10 lira değil de 20 lira istemedin”. Böyle bir güven itimada dönüşmüş, tecrübe edilmiş bir güven var. Bu hareketin adı gönüllüler hareketi. Gönüllüsünüz ve gönüllere girmek istiyorsunuz. Bu insanları kimse tutamaz. İnsanlar hayırda yarışıyorlar. Ama siz de çok oldunuz deniyor, hayır peşinde koşanların sayısının çok olmasının kime ne zararı var?
Sahip olunan bu güçten memnun mu peki cemaat?
Bir laf var: İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar diye. Aslında güç olmak hareketin kendisi için çok tehlikeli. Günlendikçe siyaset size göz kırpar. Sayın Gülen buradayken, her seçim dönemi bütün siyasetçiler geliyor görüşüyorlardı. Şu dönemde olsaydı yine olacaktı. Ama şöyle bir sözü var, 1996’da falan söylemişti galiba: “Ben isterim ki bir gün bu hareket büyüdüğünde ortaya koltuk çıkar, size koltuk teklif edilirse, arkadaşlarımız bizden bu kadar deyip gitsin. Eğer bu hareketin içindeki insanlar fiili olarak siyasete girerlerse bu harekete yapılmış en büyük hakarettir. Neden? Çünkü insanlar, bunu yapanlara derler ki, ha, meğerse dertleri iktidarmış. Bu kadar genişleme iktidar içinmiş. O samimi ihlâslı hizmetler üzerinde bir sürü soru işareti tereddütler oluşur” dedi.
DEMOKRAT OLSA BAYKAL’I DA DESTEKLERİZ
Fiili siyaset değil ama hep bir siyaset zannı vardır cemaatin üstünde?
Sayın Gülen “Ben bütün partilere eşit uzaklıkta değil eşit yakınlıktayım” dedi. Şu anda da bir kesim ısrarla demokratikleşmenin önündeki engeller kaldırılsın, AB reformları yapılsın, diyor bir kesim de CHP başta olmak üzere buna karşı çıkıyor. Zaman, Samanyolu demokratikleşme istiyor. İktidar partisi de demokratikleşme AB reformlar anayasa değişikliği için uğraşıyor. Bunu başka parti yapsaydı onu da desteklerdik. CHP yapsın onu destekleyelim.
Baykal ''din temelinde ayrışmaların ve cemaatleşmelerin, eğitimi, hukuku, yargıyı ve emniyeti yönlendirmeye başlamasına göz yumulması ihanet projesi değilse aymazlıktır'' dedi.
Bu suçlama 98’den 2008’e kadar hem de çok ağır şekilde “devleti ele geçirmek için çete kurma” iddiasıyla yapıldı ve dava beraatla sonuçlandı. Ayıp değil mi yargısız infazlardan şikâyet eden Baykal yargıya kararına rağmen yargısız infaz yapıyor, üstelik kendisi de hukukçu. İnsanlar makul buluyorlarsa bu hizmetleri, metodu üslubu ki bu üslupta kavga yok hoşgörü var - bu hareketin genişlemesi Türkiye’nin o kadar yararına ki. Allah korusun tersi olsa, radikal insanlar genişleseydi ben de Baykal ile birlikte bu tehlikenin karşısında dikilirdim. E, bunlar mülayim insanlar. Ne yapıyorlar? Okul!
BAŞBUĞ DA HATIRLASIN
Başbuğ konuşmasında cemaati neden işaret etti sizce?
Aynı şeyi yine söylememiz lazım. Yargısız infaz yapılmamalı. Sayın Genelkurmay Başkanı’nın kast ettiği Gülen hareketi ise, herkese yapılan şu hatırlatmayı ona da yapmamız lazım: Burası bir hukuk devleti mi, burada insanların suçlanması ve mahkûm edilmesi mahkemeler kanalıyla mı oluyor? Evet. Peki. Sayın Başbuğ’un suçlarken söyledikleri 10 yıl sürmüş bir süreçte yargılandı ve beraat etti zaten. Yeni bir şey yok.
Kuzey Irak’ta 16 yıldan beri okulları var cemaatin. Erbil’de bir Kürt konferansı yaptınız. Bölgeyle ilişkileriniz iyi. Asker bundan, Kürt meselesiyle ilginizden rahatsız olmuş olabilir mi?
Kuzey Irak’ta ilk okulumuz açıldığında orada görevli bulunan rütbeli subaylarımız destek verdiler. Çok iyi bir şey yapıyorsunuz dediler. Hem Sayın Gülen Kürt meselesiyle özel olarak ilgileniyor değil. Bizi bölecek, birbirimize düşürecek, içerden ve dışarıdan kaşınan tüm yararlarla ilgileniyor. Mesela Sünni alevi çatışmasını önlemek için de çalışmaları var. 15 senedir camilerin yanında Cem evi açılmasını tavsiye ediyor. Laik dindar kavgası olmasın diyor. Yangına körükle değil köpükle gidiyor. Bunu, onu eleştirenler de biliyorlar ama yangını niye sen söndürüyorsun, kim oluyorsun, otur oturduğun yerde, diyorlar. Kendileri yapsa bunları sorun olmayacak. Saylan’ın okulları çok makbul değil mi?
TÜRKAN SAYLAN’A SAMİMİ BİR ÖNERİ
Bir iddiaya göre Fethullah Gülen Hareketinin “Işık evleri” ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneğinin “Ata Evleri”nin kavgası sürüyor şu an.
Asıl rahatsızlık dinden ve dindar insanlardan. Bir hareket içinde dini motifler, dini motivasyon, Allah’ın rızasını kazanma varsa bu birilerini rahatsız ediyor. Kendileri gibi düşünenler inananlar iş yapıyorsa, ayrım da yapsa sorun olmuyor. Bakın Saylan’ın okullarında başörtülüye, imam hatipliye burs yok. Gülen’in burslarında böyle bir ayrım yapmaya, bu başörtüsü takmıyor burs vermeyelim demeğe kimse cesaret bile edemez. Çünkü Hocaefendi en başta demiş ki “İnsanları kılık kıyafetine görünümüne göre ayırmayın”. Ölçüyü Allah koymuş, ölçü takvadır.
ÇYDD’nin yaptığı işlere ne diyorsunuz, onlar da çocuklar, kızlar okusun diye koşturuyor?
Bizim kimseye hasım olmamız mümkün değil. Hocaefendi’nin en güzel sözlerinden biri, “Biz dostluğa dost, düşmanlığa düşmanız”. Dolayısıyla biz onları hasım kabul edemeyiz. Ama onlardan gelen karalamalara suçlamalara da bir şey söylememiz lazım. Saylan okullarıyla ilgili samimi olarak şunu söylemek isterim: Aslında insani hizmet ettiğini, hayır peşinde koştuğunu söyleyen vakıflar birbirleriyle kavga edeceğine, çatışacağına herkes kendi kulvarında eğitime gençlere destek olsun, doğru olanı budur. Mesela ben kiliselerden misyonerlerden para almasına bile itiraz etmem. Demokrasiden bahsediyorsanız, hukuka uygunsa nereden alırsa alsın. Burada yanlış olan şu: Hem ulusalcılık yapıyorsunuz hem kiliselerden para alıyorsunuz. Hem apartmanların altında kiliseler açılıyor diye şikayet eder hem kiliselerden yardım alırsanız, eleştiririm.
İDDİA EDEN İSPATLASIN
Sayın Gülen’in zaman zaman ‘önümüzdeki günlerde terör olayları çıkabilir’ demesini istihbaratının güçlü olmasına bağlayanlar, bunu da Tuncay Güney’in “Eskiden Gülen, Ergenekon’un alt yapılanmasıydı, zamanla onu geçti. Emniyette güçlendi. 28 Şubat sonrası Ergenekon, Gülen cemaatini tasfiye kararı aldı. Şimdi Gülen ile Ergenekon arasında çatışma var” iddialarına dayandıranlar var. Cevabınız ne buna?
Herkes her şeyi söyleyebilir, dilin kemiği yok. Cevap yetiştirmek de mümkün değil. Bir dönem de birileri çıktı, hem de Müslümanların arasından bir grup, dedi ki, “Gülen aslında gizli kardinaldir. Vatikan’da yüz kardinal var, 99’u biliniyor biri bilinmiyor, o Gülen’dir” dedi. Bu da dolaşımdaydı bir dönem. (gülüyor) Bizim gençliğimizde de sağcılık solculuk vardı. Solcular komünistti ve bize göre hepsi Rusya’dan para alıyordu. Solculara göre de sağcılar, Amerika uşağıydı. Şimdi öğreniyoruz ki Gladyo bütün NATO ülkelerinde kurulmuş, para da CIA’den gelmiş. O dönemde aynı silahla sabahtan solcuları sağcılara, öğleden sonra sağcıları solculara vurdurtmuşlar. Burada da önemli olan akla gelen her şeyi söylemek değil, hukuka başvurmaktır. Hukuk devletinde iddiaların ispatı belgeyle şahitle olur. Emniyette Gülenciler var deniyor. Son olayı ele alalım. İstek Vakfı arazisindeki silahlar ihbarla ele geçti. Emniyet gidip buluyor da ihbarı kim yapıyor. Emniyet değil herhalde. Emniyet ilk kez bağımsız çalışıyor. Türkiye’de demokrasi gelişiyor, devlet organları hukuk devleti gereği kendi görevini yerine getiriyor. Rahatsız olanlar da söyleyecek laf bulamadıkları için Gülen’ciler sızıyor diyor. İşini yapan insanları suçlamak ne kadar ayıp. İtalya’da derin devletin tasfiyesinde halbuki ‘cesur savcılar çıktı, devleti temizliyorlar’ diyorlardı, e şimdi burada da çıktı cesur savcılar çıktı. Niye eleştiriyorlar?
Niye eleştiriyorlar?
E, tezgâh bozuldu. Bir ülkede 60 sene boyunca darbe olur da darbeciler hiç yargılanmazken bir gün gelince yargılanmaya başlarsa bu bazılarının kimyasını bozmaz mı?
DEVLET ZAAFA UĞRAMASIN
Hoca efendi devletle her zaman uyumluydu fakat onu çok itaatkâr bulanlar, 80 darbesini desteklemekten öte Sızıntı dergisinde methiyeler düzdüğünü söyleyenler var. 28 Şubat’ta da mesela türban kavga haline gelmesin diye açıklamalar yaptı. Şu an demokrasi çizgisi çok net ama o zamanla bugün arasında ne fark var?
Çok güzel bir soru. Sayın Gülen’in devletle hükümetle ilgili tavırlarında bir yanlış anlama var. Bakın. Sayın Gülen, bundan önceki bütün hükümetlere destek çıktı. Özal hükümetine, Mesut Yılmaz’a, Çiller’e, Ecevit’e. Ayrım yapmış mı? Bu siyasallaşma değildir. Soru şudur: Gülen hareketi hükümetlere destek veriyor çünkü ekonomik, sosyal istikrar isteniyor. Bu hükümetler Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri değil mi, başarılı olsunlar isteniyor. Aynı şekilde devletle ilgili meselelerde de, devlet zaafa uğramasın, bir çatışmanın ortasında kalmasın, taraf tutmasın deniyor 28 Şubat sürecinde başörtüsü ile ilgili yumuşak bir şey söylüyor. 28 Şubata destek çıktı diyenler oluyor. Hayır, efendim o süreçte artan gerilimi tansiyonu düşürmek için bir şey söylüyor. Kavga çıkmasın diye, uğraşıyor. Ortam yumuşasın diye başörtüsü fürüattır dedi, onu da ¬teferruat anladılar.
NAZLI ILICAK: İLK KEZ KENDİMİ İSLAM DAİRESİNDE HİSSETTİM
Fürüat ne demektir?
Öncelikli değil demektir. İslam’ın şartı 5, imanın şartı 6. Burada başörtüsü var mı, yok. Asıl olan kelime-i şahadettir. Müminsiniz, günahlara dalıp çıktıktan sonra vefat etmeden önce tövbe etmiş olsa o kimse, kim diyebilir ki cennete gidemez diye. Sayın Gülen bu minval üzere konuşunca toplumdaki tansiyon düşüverdi. Hiç unutmuyorum: Nazlı Ilıcak gazetesinde Sayın Gülen’i tanımıyorum, bu sözü ilk defa duydum ve ilk defa kendimi İslam dairesinde hissettim” diye yazdı. Yani sayın gülen dinin kolaylaştırıcı, hoşgörülü sevgi dolu yüzünü hatırlatıyor, birileri ise onu tehlike olarak görüyor. Oysa tehlikeli insan kavga çıksın ister?
ALLAH’A KUL OLAN AMERİKA’YA KUL OLMAZ
Cemaatin Amerika ile nasıl bir ilişkisi var?
Bir hareket evrensel insani değerlerde buluşalım bunun için hukukun üstünlüğünü, uzlaşmayı, hoşgörüyü diyalogu esas alalım diyorsa herkesle aranızın iyi olması lazım. Amerika dünyanın süper gücü, kavga etmenin kime ne faydası olur. Ama bu Amerika’nın yanlışlarını söylemenize de mani değildir. Hocaefendi Amerika’nın Irak işgalinin yanlış olduğunu, gücün menfaatler için kullanılmasının kimseye fayda getirmeyeceğini açık açık söyledi. Türkiye’de istikrar adına bütün hükümetlerle iyi geçiniyorsak dünyanın her yerinde okullarınız var, o ülkelerle de iyi geçinmek zorundasınız. O ülkelerde arkadaşların siyasetle hiç ilgisi olmaz.
Neocon iktidarında Bush döneminde Türkiye’de bir ılımlı İslam projesi güdüldüğü, ABD’nin bunu cemaat eliyle yaptığı iddia edildi.
Şuurlu Müslüman’ın Allah’ın rızasını kazanma gayretini hiçbir şey gölgeleyemez. Allah kul olan başka bir şeye kul olmaz. Ne makama, ne paraya, ne Amerika’ya Allahın adamı olan Amerika’nın adamı olmaz.
KOŞA KOŞA GİDİYORLAR
Cemaate giren herkes hizmeti, hayatının birincil amacı hedefi haline getiriyor. Hele ki uzak ülkelere öğretmen olarak giden gençler. Hepsi çok iyi okullardan mezun olmuş, burada kalsa çok konforlu güzel bir hayatı olacak ama o dilini bilmediğini, yemeğini yiyemediği yerlere gitmeyi göze alıyor. Bu nasıl oluyor?
Allah rızası için yapılan fedakârlıkları anlamanın en iyi yolu İstiklal Harbi ve Çanakkale’dir. Çanakkale şehitleri arasında 40, 50 yaşında hiç adam yok. Hepsinin yaşları 17, 19, 20, 23. Bu okullara giden çocuklar da Boğaziçi, ODTÜ mezunu. İsteseler çok iyi bir hayatları olur. Şehitler de isteselerdi bir yolunu bulur Çanakkale’ye gitmezlerdi. Koşa koşa gitmişler ama. Çanakkale’yi anlamadan bu hizmetteki gençleri anlamak mümkün değil.
Bu, bir kurtuluş savaşı mücadelesi midir?
Bugün şartlar değişmiş ama Allah Hz Âdem’den bu yana şu an doğan çocuğa kadar insanlara bir vazife veriyor. Emri bil maruf, Nehyil anil münker. İyiliği emret kötülüğe mani ol. Gülen Hocaefendi de bunu genç kuşağa güzelce anlatmış, onlar da bunu benimsemiş, kendilerinden Çanakkale’ye giden gençler gibi geçmişlerse, Vietnam’a Endonezya’ya okul açmak için gidiyorlarsa, bunda eleştirilecek bir şey yok. Bu bir hayat felsefesidir. Bu zorluğa gönüllü göğüs geriyorlar. Herkes gider misin dediğinde gitmiyor bu gençler Hocaefendi dediğinde gidiyor.
TEK TİP DEĞİLİZ, OLAMAYIZ
Tek tornadan çıkmış şekilde ‘altın nesil’ yetiştirdiğiniz için, herkese aynı format atıldığı için eleştiriliyorsunuz. Bu neden kaynaklanıyor?
Bu, kafadaki şablondan kaynaklanıyor. Gelse benim hayatıma baksa. Ben cemaatin önde gelen bir insanı değil miyim? Mesela evde kahvaltıyı yıllardır ben hazırlarım. Oğlumla maçlara giderim. Uzaktan bir şey söyleniyor da, bu camianın içindekileri kapsayan bir sosyal araştırma yapılsa şu görülecek: Kimse kimseye benzemiyor.
Zencilerin birbirine benzediği yanılgısı gibi mi?
Aynen öyle. Zaten isteseniz de tek tip insan yetiştiremezsiniz. Bir yandan demokratikleşmeyi bireyleşmeyi AB’ye girmeyi savunacak Almanya’da ABD’de okullar açacaksınız bir yandan da marangoz hızarından çıkar gibi tek tip insan yetişecek. Mümkün mü?
CEMAAT BASKISI OLUR MU HİÇ?
Cemaat üyeleri ne kadar birey, nereye kadar sorgulayabiliyorlar? “Aforoz edilme” riski yaşamadan itiraz etme, kendi doğrusunu yaşama, farklılaşma hakları var mı?
30 yıla yakındır hepsini yakından tanırım, ülkeyi geziyorum sohbetler ediyorum ve iddia ediyorum: Türkiye’de birey olma noktasında bu insanlardan daha ileri insanlar varsa ben onlarla tanışmak istiyorum. Bireyden nefsin her dediğini yapmak anlaşılmıyorsa� O arkadaşlar istişarede birbirlerine ne kadar ters şeyler söylüyorlar, ters fikirleri savunuyorlar. Hareketin içinde tam demokrasi var. Hareketin bir de nezaheti vardır. Tek tiplikte tek benzerlik, evet bunların tamamı kavgacı değildir. İnsanlarla uğraşmazlar fikirleri eleştirirler. Bir kere bireyleşmeyi istemeyen bir hareket diyalogtan kaçınır. Herkesle oturup kalkarsa etkilenebilirler diye düşünür ve içe kapanır. Ama bu hareket sürekli diyalog diyor ve herkesle diyalog halinde.
Cemaat baskısı var mıdır peki, aforoz edilmeyle sonuçlanmadan?
Bu hareketin hastalık derecesinde dikkat ettiği şey ‘insan kazanmaktır’. Siz kazandığınız insanı ki hiç kolay değildir kazanmak- kaybetmek ister misiniz? Baskı olur mu hiç?
TEKLİF VAR ISRAR YOK
Ayşe Arman bir röportaj yaptı gizemli bir Leyla hanımla. Kocamı kaptırdım, oğlumu vermem dedi kadın ve cemaat için “nezaketle insanların üzerine çöken bir kabus” dedi. Adam kazanmaya çalışırken ‘teklif var ısrar yok’ esası işlemiyor mu?
Bir insan siz onu kazanmaya çalışırken sizin kim olduğunuzu biliyor. Benimle 2 arkadaş bir sene ilgilendiler. Toptan anlamazlardı ama maçlara gelirlerdi. Defol git demedim onlara, arkadaşlıklarını sevdim. Israr da etmezler. Bana bir gün bile cumaya gidiyoruz sen de gel demediler. Ben bunu çok önemsiyorum. Teklif ile ısrarı ayıran üslup ölçüsü budur. Burada bir usandırma baskı olsa insanlar neden bunu kabul etsinler?
İnsan kazanma çabasının sınırı ne, küresel anlamda bir hedef var mı?
İnsanlık tarihine bakın, dünya hiçbir zaman tamamen müminlerden ibaret olmamış. Hz. Adem’in iki çocuğundan biri olmamış. Bu sizin elinizde olan bir şey değil ki. Allah’ın elinde.
Cemaatte kaç kişi vardır?
Bunu aslında en iyi devlet bilir, herkesi fişlediğine göre. (Gülüyor). Tahminim 70 milyonun 5 ya da 6 milyonudur. Bunun içinde dostlar, sevenler, fiilen katılanlar vardır, işini gücünü hizmete adayanlar hepsi vardır. Ama bana göre nüfusun yüzde 80’i 85’i bu hareketi destekliyor, iyi işler yapıyorlar diyor. Özellikle yurt dışındaki okulları, Türkçe olimpiyatlarını izleyip bravo diyordur.
110 ülkede okullarınız var. Türkçe dünya dili haline geliyor. Açılan okulların Türkiye’ye geri dönüşü ne olacak?
Bizim bir rüyamız var: 20 sene sonra BM’de Türkiye büyükelçisi kürsüye doğru giderken en az 80 büyükelçi ayağa kalkıp alkışlayacak ve Türkçe “yaşa, var ol” diyecekler. Onlar Türk okullarından yetişmiş insanlar olacak.
Star gazetesi