Hocaefendi'nin "Allah'adır tevekkülümüz, itimadımız!.." başlıklı yeni bamteli sohbeti yayınlandı
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, haftanın Bamteli sohbetinde özetle şunları dile getirdi:
"Sıkıntılar ve gadredenler dökülür yollarda kalırlar; Hakk’a müteveccih yaşayanlar ise, gidip O’na ulaşırlar!..
*“Her şey Sen’den, Sen ganisin / Rabb’im Sana döndüm yüzüm! / Hem evvelsin hem âhirsin / Rabb’im Sana döndüm yüzüm!” Yüzler O’na müteveccih bulununca, hiç utanmayacakları ve mahcup olmayacakları şekilde yaşamış; hızlana düşmeyecekleri ve “Eyvah, keşke!..” demeyecekleri bir hayat sürmüş olurlar. O’na yönelmiş gönüller de sıkıntılarla karşılaşabilir ve yakın takibe alınabilirler. Fakat sıkıntıların ve gadredenlerin hepsi dökülür yollarda kalır; Hakk’a müteveccih yaşayanlar ise, gider O’na ulaşırlar. O’na ulaşılınca yolda çekilenlerin hepsi bir yönüyle birer menkıbeye dönüşür; vuslata erenler öbür tarafta karşılıklı koltuklara gerilir ve menkıbevâri o hadiseleri tebessümlerle birbirlerine anlatırlar.
*Hazreti Pir, bu hakikati Risale’de şöyle ifade ediyor: “Dünyada ‘El-hubbu fillâh’ hükmünce salih ahbaplara muhabbetin neticesi, Cennette
“Karşılıklı kurulmuş koltuklarda” (Hicr Sûresi, 15/47; Sâffât Sûresi, 37/44) ile tabir edilen, karşı karşıya kurulmuş Cennet iskemlelerinde oturup, hoş, şirin, güzel, tatlı bir surette, dünya maceralarını ve kadîm olan hatıralarını birbirine nakledip eğlendirmeleri suretinde, firaksız, sâfi bir muhabbet ve sohbet suretinde ahbaplarıyla görüştüreceği, Kur’ân’ın nassıyla sabittir.” (Otuz İkinci Söz) Onlar birbirlerine tebessümlerle naklederler olanları: Yezid’ler üzerimize gelmişlerdi; Haccac’lar bize saldırmışlardı; Robespierre’ler bizim için darağaçları kurmuşlardı. Bütün bunları tatlı birer menkıbe şeklinde birbirlerine nakleder ve birbirlerine karşı tebessümler yağdırırlar.
*Hazreti Adem’den (aleyhisselam) günümüze kadar hiç eksik olmadı o muhalif rüzgarlar, o her şeyi saçıp savuran fırtınalar. Fakat Allah’a itimadı kavî olan kimseler çınarların bile devrildiği dönemlerde hep dimdik durdular. Dikleşmediler ama davaları adına hep dimdik durdular; dimdik durdu ve arkadan gelenlere örnek oldular.
Biz Allah’a tevekkül ettik; elinizden geleni ardınıza koymayın!..
*Kur’ân-ı Kerim en korkunç hadiseler karşısında dahi peygamberâne duruşu pek çok misalle anlatır. Bu cümleden olarak;
“Onlara Hz. Nuh’un ibret dolu kıssasını (özetle) anlat: O, halkına şöyle demişti: “Ey halkım! Eğer mevcut konumumla aranızda bulunmam ve Allah’ın âyetlerini okuyup onlarla öğüt vermem size ağır geliyorsa, şunu bilin ki ben, yalnızca Allah’a güvenip dayandım. Siz de bir araya gelip, bana karşı nasıl bir yol izleyeceğiniz konusunda anlaşın ve Allah’a ortak tanıdıklarınızı da yardımınıza çağırın. Böyle yapın ki, sonra keşke şöyle yapsaydık, böyle yapsaydık demeyesiniz! Sonra da, bana hiç mühlet vermeden, hakkımdaki hükmünüzü hemen uygulayın!” (Yunus, 10/71)
*(Hazreti Nuh aleyhisselam gibi derim.) Ben, yalnızca Allah’a güvendim, dayandım. Bir araya gelip, bana karşı nasıl bir yol izleyeceğiniz konusunda anlaşın ve ortaklarınızı da yardımınıza çağırın. Bütün hilelerinizi, komplolarınızı toplayıp üzerime gelin. İçinizde bir ukde kalmasın; ‘Şunu da yapsaydık!’ demeyecek şekilde, neyiniz varsa, bütün imkanlarınızla gelin ey Robespierre’ler, ey Yezid’ler, ey Haccac’lar, ey Allah’tan korkmayan Tiran’lar!..
*Seyyidinâ Hazreti İbrahim ve ona inananlar Allah’a tevekküllerini şöyle dile getirmişlerdir:
“Ey Yüce Rabbimiz, biz yalnız Sana güvenip Sana dayandık. Bütün ruh u cânımızla Sana yöneldik ve sonunda Senin huzuruna varacağız. Ey Ulu Rabbimiz, bizi kâfirlerin imtihanına (baskı, zulüm ve işkencelerine) mâruz bırakma, affet bizi; şüphesiz Sen Azîz ve Hakîm’sin.” (Mümtehine, 60/4-5)
*Hazreti İbrâhim, “Rabbim Sana tevekkül oldum, Sana yöneldim, inâbe ettim; sonuçta varış da zaten Sanadır.” diyor. Kendisine karşı komplo ve tuzak fasit dairelerinin birbirini takip ettiği dönemde bütün Nemrut’lara, Robespierre’lere, Yezid’lere karşı meydan okurcasına dimdik duruş örneği sergiliyor. Adeta sonraki nesillere “İşte böyle durun, Allah böyle durmaktan razı oluyor.” diyor.
*O tertemiz soluklardan bir başkası (Hazreti Şuayb aleyhisselam) aynı duruşu şu ifadelerle seslendiriyor:
“(Siz ne yaparsanız yapın, ne derseniz deyin) biz, Allah’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Bizimle şu halkımız arasında hükmünü ver ve hakkı ortaya koy; hiç şüphesiz Sen, gerçeği en doğru ve en hayırlı biçimde ortaya koyansın.” (A’râf, 7/89) O da içini Allah’a karşı böyle döküyor ama dimdik duruyor, eğilmiyor: Allah’a tevekkül oldum, işimi O’na tevekkül ettim. Allahım benimle kavmim arasında fatih Sensin, müfettihu’l-ebvâb Sensin; çöz, açılmayan kapıları çöz, paslanmış bu kilitleri çöz, bir ferec, bir mahreç lütfet!..
Tasalanmayın; Allah bizimle beraberdir!..
*Allah’ın (celle celâluhu), Firavun’un ordularından kaçan Hazreti Musa’ya yardımı da ıztırar diliyle yapılan duaya icâbet gibidir. Öyle bir anda Hazreti Musa,
“Rabbim benimledir ve O muhakkak ki bana kurtuluş yolunu gösterecektir.” (Şuarâ, 26/62) diyerek Allah’a yönelmiş ve bunun üzerine Cenâb-ı Hak da “Biz Mûsâ’ya, ‘Asânı denize vur!’ diye vahyettik.” buyurmuştur. Hazreti Musa, asâsını yere vurunca deniz koca dağlar gibi dalgalar halinde yarılıp açılmış, o ve beraberindekiler denizin ortasından geçip gitmiş ve fevkalade bir ihsanla sahil-i selamete ermişlerdir.
*Hicret esnasında Allah Rasûlü’nün yolu Sevr’e uğramıştı. Kendisini takibe koyulan Mekke müşrikleri bir aralık gölgeleri içeriye düşecek ve tehditleri Sevr’in duvarlarına çarpıp yankılanacak kadar yaklaşmışlardı. Arada bir metrelik mesafe ya vardı ya da yoktu ve Hazreti Ebû Bekir (radıyallâhu anh) telaş içindeydi. Çünkü o esnada Allah Rasûlü’nün, kendisine emanet olduğunu düşünüyor ve O’nun adına endişe ediyordu. Hâlbuki Allah Rasûlü’nün dudaklarındaki tebessümde en küçük bir değişiklik yoktu. O itminan ve emniyet insanı, dostunu teselli ederek,
“Tasalanma! Allah bizimle beraberdir.” (Tevbe, 9/40) diyor ve ekliyordu: “İki kişi hakkındaki zannın nedir ki, onların üçüncüsü Allah’tır.” Siz artırarak söyleyebilirsiniz: Üç iseniz, dördüncüsü -unutmayın- sizi gözeten Allah’tır, dört iseniz, beşincisi Allah’tır… İnsanlığın İftihar Tablosu, orada kendi yakîn, tevekkül, teslim ve tefvizini ifade etmenin yanı başında, aynı zamanda rehberliği açısından bize düşünmemiz, dememiz, etmemiz gerekli olan hususlar mevzuunda da bir ders veriyor: Musibetler karşısında ye’se ve gevşekliğe düşmeyin; “Tasalanmayın! Allah bizimle beraberdir.”
Gedik açıldı bir kere Allah’ın izniyle; fethin yolu göründü!..
*“Mihneti kendine zevk etmedir âlemde hüner / Gam ü şâdî-i felek böyle gelir böyle gider.” (Enderûnî Vâsıf)
*Yine Enderûnî Vâsıf’tan:
“Gelir elbet zuhûra ne ise hükm-i kader / Hakk’a tefviz-i umûr et ne elem çek, ne keder.”
*Başınıza gelip musallat olan bu şeyler, ne kadar devam ederse etsin, bir gün mutlaka geldiği gibi gider. Ve aslında onlar size edenlere eder; onların ahiretlerini, ukbâlarını, berzah hayatlarını karartır; sizin için de bir yönüyle vesile-i necât olur. Öyle olsun inşaallah.
*Sarsılmamalı, paniğe kapılmamalı, yürüme ahengimizde duraklamaya girmemeli. Belki vites değiştirmeler olabilir; çünkü yollar hep aynı, dümdüz, şehrah değildir. Bazen rampalar olur, bazen virajlar olur. Onun için, yolun keyfiyetini nazar-ı itibara alarak vitesi bazen üçe takarsınız, bazen dörde takarsınız, bazen de beşe, altıya, yediye takarsınız; bazen ona takacağınız yerler de olur. Gerektiğinde vites değişikliğine gitmeli ama mutlaka yürümeli, Allah’ın izni ve inayetiyle.
*Biliyorsunuz, şair-i şehirimiz Necip Fazıl “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es!..” diyor. Rüzgara “kahpe” diyor; “ey kahpe fırtına” demek belki daha iyi olur ama bir hece fazla oluyor. Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes; ey kahpe rüzgar -Yezid’lerin, Haccac’ların, Tiran’ların estirdikleri, gelip geçici, sun’i rüzgarlar- hangi taraftan esersen es!.. Surda gedik açıldı bir kere Allah’ın izniyle; fethin yolu göründü!.. Neyin fethinin yolu? Gönüllerin fethinin yolu.. herkesin İslamiyet’e açılmasının yolu.. İslam’ın dırahşan çehresinin görünmesinin ve insanların vicdanında imrenme duygusu uyarmasının kapıları ardına kadar, kale kapıları gibi açıldı Allah’ın izniyle.
Sizin yürüdüğünüz yolda kaybetme söz konusu değil; sarayınız yok ki arkada bıraktığınızda üzüntüsünü yaşayasınız!..
*Maiyyet-i ilahiyeye eren bir insan hiç tasalanmamalı; çünkü o kaybettiği yerde en büyük şeyi kazanmış olur. Hani Allah Rasûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) 70 kadar kurrâ hafızı, irşad ekibi olarak Âmir ibni Tufeyl’in kabilesine göndermişti. Aralarında Hazreti Enes’in dayısı ve Ümmü Süleym’in kardeşi olan Haram ibni Milhan da vardı. Hazreti Haram, Allah Rasûlü’nü ölesiye sevenlerden ve O’nu başkalarına da tanıtıp sevdirmek için gözünü kırpmadan canını feda edecek yiğitlerden biriydi.
*Haram ibni Milhân, Âmir b. Tufeyl’in kabilesine varınca önce onu dinleyecek gibi yaptılar; fakat hak ve hakikatleri anlatmaya başlayıp Rasûl-ü Ekrem’in gönderdiği mektubu onlara uzatınca bir süre eli havada kaldı; sonra Âmir mübarek mektubu öfkeyle kapıp yırttı ve yere attı; aynı anda bir adamına “öldür” işareti yaptı. Tam o esnada talihsiz bir mızrak Allah Rasûlü’nün elçisinin sırtından girip göğsünden çıkıverdi. Zaman durmuştu sanki, herkes vücudundan kan fışkıran sahabîye bakıyordu. Haram ibni Milhan etrafındaki müşrikleri şöyle bir süzdü, sonra göğsündeki mızrağa baktı; akan kanını avuçlayıp yüzüne gözüne sürmeye başladı. Nihayet ruhunun ufkuna yürüyeceği sırada Maûne vadisini çınlatan bir ses yükseldi dudaklarından: “Füztü ve Rabbi’l-Ka’beti” Büyük sahabi, Cennet manzaralarına dalıp gitmiş gibi tebessüm ediyor ve hainlerin içine korku salan bir edayla “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki, kurtuldum, ben kazandım!” diyordu.
*Evet, o büyük sahabî ihanet eden insanlarla savaşırken sinesinden bir mızrak yiyor. Adeta bir “lâ” haline geliyor mızrağın üzerinde. Hazreti Hamza’nın şehadeti de öyledir. “Lâ” yok olmayı resmeder; insan yok olduğu an, gerçek varlığa erer. Orada dudaklarından dökülen ve çevrede yankılanan şu mübarek ses: “Fevz u necata erdim, kurtuldum, Kabe’nin Rabbine yemin olsun!..” Bir insanın son noktası buysa, onun için kaybetme söz konusu olamaz. Sizin yürüdüğünüz yolda kaybetme mevzubahis değildir. Sarayınız yok ki arkada bıraktığınızda üzüntüsünü yaşayasınız. Yatınız yok ki arkada bıraktığınız zaman üzüntüsünü yaşayasınız. Geminiz, filonuz yok ki arkada bıraktığınız zaman üzüntüsünü yaşayasınız!..
Elmas ile kömür ruhluların ayrılmaları için ince eleklerden geçiriliyorsunuz!..
*Allah (celle celaluhu) sevdiği kullarını da imtihan eder. Onların içine şöyle böyle belli beklentilerle bazıları sızmıştır. Onlar da hüsnüzanlarına yenik düşerek bazılarını kendileriyle aynı duygu, aynı düşünceyi paylaşıyor sanmışlardır. Bunlara “hüsnüzanzede” denir; hüsnüzan beslerler bunlar, fakat yanılmış olurlar. Hazreti Pir der ki: “Biz ki Müslümanız, aldanırız fakat aldatmayız.” Bu Efendimiz’e ait mübarek bir beyanın da icmalen ifadesi gibidir:
“Mümin, aldansa da aldatmayı asla düşünmeyen ve şartlar ne olursa olsun her zaman kendi karakterini sergileyen bir asil; fâcir ise, türlü türlü ayak oyunlarına teşebbüs etmekten hiçbir zaman sıkılmayan seviyesiz bir zelildir.”
*Allah (celle celaluhu) elmasın kömürden ayrılması için sizi değişik imtihanlara tabi tutar. Nitekim, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sizden birisinin kendi altınını ateşte eriterek temizleyip saflaştırdığı gibi, kullarını en iyi bilip tanıyan Allah Teâlâ da sizi musibetlerle imtihan eder.”
*Kur’ân-ı Kerim’de
“Andolsun ki, sizi biraz korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azalma (fakirlik) ile imtihan eder, deneriz. (Ey Peygamber) sen sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155) buyrulmak suretiyle, insanın çok farklı imtihanlara maruz bırakılacağı ifade edilmiş, daha sonra da, bu belâ ve mihnetlere sabredenler müjdelenmiştir. Buna göre ibadetler insanın derecesini yükselttiği gibi, menfî ibadet sayılan imtihanlar da sabredildiği takdirde insanı günahlarından arındırır ve onu en yüce ve yüksek makamlara çıkarır. O hâlde Allah’ın insanları imtihandan imtihana sürüklemesi ve onları farklı imtihan unsurlarıyla test etmesi karşısında mü’mine düşen vazife, maruz kaldığı her imtihanda dişini sıkıp sabretmesi; ayrıca bu durumu kendisiyle yüzleşme, kendini bir kere daha gözden geçirme ve iyi bir kıvam sergileyip sergileyemediğinin muhasebesini yapma adına bir fırsat bilmesidir.
Size durmak yakışmaz! Bir yerde önünüz kesilse başka on yerde bayrağınızı dalgalandırmalısınız!..
*Onunla bununla tehdit edilmelerine rağmen “aktif sabır”la sabredenler müjdeleniyor. “Yakarız, canınıza okuruz, içeriye atarız; kanun-nizam tanımayız, kapıları kırarız, içeriye alırız; sizi mahkum etmek için sonradan kanunlar çıkarırız, canınıza okuruz; neslinizin kökünü keseriz!” derler. Bu türlü sözler dünden bugüne Firavun’lar, Nemrut’lar, Yezid’ler tarafından denmiştir, deniyor, kıyamete kadar da denecektir.
*Yezid’lerin, Haccac’ların tuğyanı bugüne kadar durmadığı gibi şimdi de durmuyor; bundan sonra da durmayacak, devam edecektir. Onlar durmuyorlarsa.. Nerede durmuyorlar? Bâtıl bir yolda.. patikalarda durmuyorlar. Komplo peşinde koşuyor, durmuyorlar. Siz de gözünüzü Cenâb-ı Hakk’ın rızasına veya aşk u iştiyakına dikmiş, ihlasla o yolda koşturuyorsunuz. Şehrahta yürüyorsunuz. Size durmak yakışmaz. Onlar bir yerde önünüzü kestilerse, size on yerde o bayrağı dalgalandırmak düşer.
*Nitekim Allah (celle celaluhu) önünüzü açtı; sadece mübarek vatanımızda -daussılasıyla hatırladığım zaman gözlerimin yaşla dolduğu benim mübarek Anadolu’mda- o dünya insanını bir araya getiren festivalleri engellediler. Fakat yirmi ülkede altmış yerde festivaller -Allah’ın izni ve inayetiyle- yine oldu.
*Gelecek yıllarda ahvâl-i âdiyeden olarak göreceksiniz siz bunları. Dünyanın yüz yetmiş ülkesinde aynı şeyler yapılacak. Şarktan garba gûnagûn insanlar bir araya gelecek, muânaka ve musafaha yapacaklar; birbirini tanımayan o insanlar orada tanıdıklarından dolayı birbirlerini alınlarından öpecekler. Böylece elin âlemin, şeytanın dürtüleriyle insanları öldürmek üzere icat ettikleri atom bombaları, hidrojen bombaları, midrojen bombaları, bilmem daha neler neler, ne Allah’ın belaları; bunların hepsi bir yerde çürümeye terk edilecek Allah’ın izni ve inayetiyle. Bu olur veya olmaz; hedefiniz bu ise şayet, Allah o yüce hedefi gerçekleştirmiş gibi mükafat ihsan edecektir."