Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih, yeni köşe yazısını 'Hocaefendinin ardından' başlığı ile kaleme aldı.
1966 yılı Mart ayından itibaren tanıdığımız M. Fethullah Gülen Hocaefendi’de, ilk günden itibaren son zamanlara kadar hep ciddiyet, vakar, ihlas, takva ve insanlara hatta talebelerine bile yardım ederken zerafet gördük. Bunlar birer Allah vergisiydi… Onun atmosferine, mânevî alanına girenler, manyetik bir câzibe alanına girmiş gibi lâtif bir tatlılık hissederlerdi. Elbetteki, kem gözler, kötü niyetlerle gelenler değil; sâfiyane, tertemiz, tarafsız bir niyetle huzuruna dâhil olanlar. Hatta Belçika ve Hollanda’dan ilk defa İstanbul’da Altunîzade’deki beşinci kata çıkanların “Bu katın kapısından içeri girdikten sonra içimizi saran hoşluğu, alışkanlık içinde olan sizlerin hissetmesi mümkün değil” demişlerdi. Dizilerde oynayan bir hanımefendinin Pensilvanya’daki kamp ziyaretinden sonra “Kampın kapısından içeri adım attıktan sonra hissetiğim mânevi zevki anlatamam, oradan hiç ayrılmak istemedim.” deyişi de unutulacak tesbitlerden değildir. Allah’ın “vüdd” (sevgi) vaz’ettiği kimselerin elbette manyetik bir alana benzer bir atmosferlerinin olduğunda şüphe yoktur. Hocaefendi hakkında bu husus ayân-beyândır.
Hocamızın aramızdan ayrılışının üzerinden bir yıl geçti, fakat bıraktığı izler, gönüllerde açtığı ufuklar, capcanlı, yol gösterici…
Hocaefendi bir ömür boyunca, düşünceyle aksiyonu, ilimle hikmeti, imanla vicdanı birleştiren bir yürüyüş sergiledi. O, sadece bir vaiz değil; kalpleri ihya eden, fikirleri yeşerten, insanı merkeze alan bir medeniyet projesinin tasavvurunun öncüsüydü. Ve elhamdülillah, bu fikir ve aksiyon mirası bugün çok sağlıklı bir şekilde bir sonraki nesle intikal etti.
Gençler, dünyanın dört bir yanında, Hocaefendi’nin bize öğrettiği o hikmetli çizgide yürüyorlar. Yenileniyorlar, tazeleniyorlar; özden, o ana kaynaktan, Kur’an’dan, Sünnet’ten, evrensel insani değerlerden ve makuliyet dengesinden hiç kopmadan devam ediyor bu yolculuk… Hizmet, terü taze bir şekilde, hayatın içinde akmaya devam ediyor.
Bugün Afrika’da, Asya’da, Avrupa’da, Amerika’da; farklı renklerden, farklı dillerden insanlar, bu Hizmet’in güzelliklerine sahip çıkıyor.
Hocaefendi’nin en büyük duası, bu davanın bir milletin, bir grubun dar sınırlarına hapsolmadan, tüm insanlığın vicdanında yankı bulmasıydı. Hamdolsun, Allah'ın izni ve inayetiyle bu gerçekleşiyor.
Bir zamanlar bir kürsüde başlayan o mütevazı çağrı, şimdi binlerce gönül kürsüsünden yankılanıyor. Hizmet insanları, kimseye düşmanlık taşımadan, kimseyi ötekileştirmeden, nerede bir yetim varsa oraya koşuyor; nerede bir karanlık varsa, oraya bir ışık götürme
Hocaefendi’nin “iman, aksiyon ve marifet” temellerine oturan çizgisi, bugün farklı coğrafyalarda yeniden boy veriyor. Çünkü bu Hizmet, Allah rızasına ve insan sevgisine dayanıyor; ne siyasete, ne çıkara, ne güce yaslanıyor.
Zorluklar, iftiralar, sürgünler oldu… Ama her defasında bu hareket, tohum gibi toprağa düştü ve yeniden filiz verdi. Çünkü tohumun mayası sağlamdı. O maya, ihlâs, sadâkat ve istikamet mayasıydı.
Bugün Hocaefendi’yi sadece bir hatıra olarak değil, bir istikamet rehberi olarak anıyoruz. O bize şunu öğretti:
İyilik asla ölmez. Samimiyet asla boşa gitmez. Ve bir hizmet, Kur’an’a, Sünnet’e, insanlığın ortak değerlerine sırtını dayadığı sürece, Allah’ın izniyle hiç sönmez.
Evet, Hocaefendi artık aramızda değil; ama onun sesi hâlâ ders halkalarında, onun duası hâlâ sabah seherlerinde, onun izleri hâlâ gönül erlerinin hizmetlerinde yaşıyor. Bizler, bu mirasın sadece taşıyıcısı değil, aynı zamanda emanetçileriyiz.
Ve bu emaneti, bizden sonraki nesillere daha saf, daha diri, daha derin bir ruhla aktarmakla yükümlüyüz.
Son olarak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim:
Hizmet yaşıyor. Hizmet yenilenerek, tazelenerek devam ediyor Allah'ın izniyle. Çünkü o, insanın özündeki iyiliğe yaslanıyor. Çünkü o, Hakk’a ve hakikate dayanıyor.
Ve bu yürüyüş, Hocaefendi’nin dediği gibi, “Sonsuz Nurun peşinde bir yolculuktur.”
Rabbim bizleri bu yolda sadık, sebatkâr ve samimi kılsın.