Gazeteci Ekram Dumanlı . TR724.com'da Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret ile ilgili izlenimlerini kaleme aldı
Geçenlerde Fethullah Gülen Hocaefendi’yi ziyaret imkânı buldum. Ramazan ayından bu yana hiç bu kadar sağlıklı görmemiştim. Maşallah. 84 yaşındaki bir çile insanı için her gün iki defa dostlarıyla bir araya gelip kısa sohbetlerde bulunmak kolay olmasa gerek. Öğle vakti yaptığı kısa yürüyüşten sonra ‘Sohbet-i Canan’a vakit ayırıyor. O da yetmez deyip yatsı vakti dertleşiyor. Yakında sabah dersleri başlarsa hiç şaşırmam. Derdi var bu insanın…
Ziyaret sırasında bir kere daha şahit oldum ki gelen giden herkesin halini hatırını soruyor. Hep böyleydi Hocaefendi. Öteden beri devam eden kalp gibi, yüksek tansiyon gibi ciddi sağlık sorunlarına aldırmaksızın insanların gönüllerini alır. Ziyaretçilerin anlattıklarından hareketle Türkiye ve dünyanın meselelerine yeni yorumlar getirir.
Misafirler arasında Profesör Suat Yıldırım’ın yakını olan bir arkadaşı görünce, Suat Hoca’nın son ziyaretinden bahsetti. ‘Vefa’ bağlamında çok enfes hatırlatmalar yaptı. Konu vefadan açılır da başka isimler gündeme gelmez mi! Eski Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Yaşar Tunagür Hoca’dan bahsetti mesela. Onun kamuoyunda tanındıkça, makamı mevkisi arttıkça nasıl tevazuda derinleştiğini nezaket dolu örneklerle resmetti.
Ziyaretine gelenler arasında gördüğü bir gazeteci arkadaşa neler yaptığını sordu, ilgiyle dinledi. Atmosferin bunaltıcı baskısına boyun eğmeden mesleklerini icra eden bu insanlara belli ki çok büyük bir sevgi ile bakıyordu. Yakın zamanda bazı gazetecilerle online hasbihal ettiğini anlattı. ‘Çok iyi buldum arkadaşları’ şeklinde özetleyebileceğim şeyler söyledi. Gözlerinin içi gülüyordu.
Gelenler arasında Ehl-i Beyt’e yakınlığını bildiği ak saçlı bir beyefendi de olunca konu Aleviliğe kaymış oldu ve “Canlar nasıl?” diye sordu. Bunu derken ne kadar candan bir duyuşla Alevi-Sünni kardeşliğini işaret ediyordu; anlatamam. Ak saçlı beyefendi “Hocam Canların selamı var. Süreç dostluğa, kardeşliğe gölge düşürmüş olabilir; ancak normalleşme olduğunda bizi nerede bıraktıysanız orada bulacaksınız” dediklerini nakletti.
Hüzünlendi Hocaefendi. Bir zamanlar cami-cemevi birlikteliği üzerine yapılan samimi çalışmaların nasıl akim bırakıldığını hatırlattı. Bir dönem yapılan Alevi çalıştaylarında ortaya konulan somut önerilerin ve gayretlerin, iktidar sahipleri tarafından (izah edilemeyen bir sebeple) nasıl sabote edildiğini kim unutabilir ki! Hocaefendi de unutmamış. Şimdilerde oy devşirmek için yaptıkları cemevi ziyaretlerinin samimiyetten ne kadar uzak olduğunu söyledi. Haksız mı Allah aşkına!
Bu ziyaretimde Kampta kalan ya da o civarda yaşayan insanları dinleme imkânı da buldum. Son dönemde Hocaefendi’nin çokça dile getirdiği bir hususu naklettiler ki üzerinde ne kadar düşünülse azdır: “Hz. Bediüzzaman Hücumat-ı Sitte’yi yazmış. Yani altı cihetten gelen şeytani desiselere karşı talebelerini uyarmış. Üstat bugün yaşasaydı, belki de Hücumat-ı Sitte (altı) değil belki Hücumat-ı Sittîn (altmış) adlı bir risale telif ederdi. Bugün karşımıza çıkan şeytanî desîseler düne göre çok daha karmaşık. Psikologların da üzerinde derinden derine düşüneceği çok ciddi manevi hastalıklar yaşanıyor…”
Üstat Bediüzzaman “Kuran-ı Hakim’in tilmizlerini ve hadimlerini ikaz etmek ve aldanmamak için yazılmıştır” notunu düşerek başlıyor Hücumat-ı Sitte adlı eserine. Önemli bir ayrıntı bu. Yirmi Dokuzuncu Mektup’ta yer alan analizin muhatabı herhangi birisi değil, dine hizmet etmeyi gaye-i hayal haline getirmiş kişiler. O insanları bekleyen tehlike karşısında yüreği çatlayacak hale gelen bir fikir adamının ikazları hala güncelliğini koruyor.
Neydi o şeytan tuzaklar, kısaca hatırlayalım:
1- Hubb-u cah: makam arzusu ve şöhret düşkünlüğü
2- Korku damarı ile manen felç olma.
3- Tamâ (bir şeyi hırsla istemek), mal edinme tutkusu, açgözlülük
4- Irkçılık.
5- Enaniyet, yani benlik duygusu içinde girilen yolda kibre yenik düşmek.
6- Tenperverlik (tembellik)
Yukarda özetlemeye çalıştığım altı büyük tehlikeyi tam anlamak için eserin kendisine müracaat etmek ve her bir satırını derinden derine düşünmek gerekiyor. “Ben ülkeme ve insanlığa hizmet etmek istiyorum” diyen her ferdi bekleyen manevi tehlikeleri uzun uzadıya (somut örnekler eşliğinde) anlatıyor Bediüzzaman.
Hocaefendi’nin “Üstat bu risaleyi bugün yazsa, altı değil altmış tehlikeden bahsederdi” demesi, çokluktan kinaye olsa gerek. Haksız da değil. Mesela Üstat hayattayken sosyal medya şöhret dağıtmıyordu. Daha çok tıklanma şehveti henüz kalpleri kirletmemişti. Yalan, iftira, koğuculuk, dedikodu gibi illetler günlük hayatın arsız insiyaki haline gelmemişti. Mevcut 6 cihetin bile içinde katman katman badireleri oluşmuşsa; gerisini siz düşünün…
Her neyse… Muhatap aynı ama onları bekleyen sınav daha çetin, daha derin. Bir zamanlar güneşi arkasına aldığı zaman kendi devasa gölgesine hayran kalanlar, şu an karanlık bir tünelden geçerken bunalıma girebilir. Dün tuttuğu her taşın altına dönüştüğünü görerek kerameti kendinden bilenler, bugün ellerindeki altının bile kömüre dönüşmesi karşısında şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaşıyor olabilir. Mazlumun üzerinde tepinenlerle birlikte halay çekmek, zalime meydan okumaktan daha tekin sanılabilir… Böyle zamanlarda önemli olan, insanın kendi benliğine boyun eğmeyip dimdik durabilmesi ve değer üretimine katkı sağlamasıdır; laf üretimine değil. Sen öyle yiğitçe durduktan ve kendini aştıktan sonra şeytan değil altı, altı yüz cihetten gelse kaç yazar…