10.Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Fazilet Partisi'nden adaylığını koyan hocaların hocası lakaplı Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, 17 Aralık rüşvet soruşturmasından sonra bazı AKP'li seçmenlerin sahip olduğu düşünce yapısının yanlış olduğunu söyledi.
Hocaların hocası Nevzat Yalçıntaş, Zaman'da yer alan röportajında "Çalıyor ama bizden’ diyenler varsa bunlar İslam’ın ‘i’sinin noktasını anlamamış insanlardır. Böyle bir fikir ancak İslam’dan ruhen uzaklaşmış, bozulmuş, her şeyi dünyadan ibaret görenlerde olur. Benim gibi bir insanın bunu kabul etmesine imkân yoktur. Eğer bir insan inanca bağlı olduğunu söylüyorsa, bu inanç ne olursa olsun bu gibi bir vakayı kabul etmez. Hele ispat edilmemiş, Tayyip Bey için söylüyorum ismi geçtiği için, ‘çalıyor ama bizden’ deniyorsa, çaldığını nereden biliyorsun?. Peki, çalan insan sizden demek, sen de çalansın demek değil midir? Bu bir kere fevkalade yanlış ve kabul edilmeyecek bir şeydir. İkincisine gelince incelenirse oyların çok fazla artmadığı görülecektir." ifadelerini kullandı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi kulisleri karışıktır. Çünkü Meclis’te, o sıralar 10. cumhurbaşkanı seçilmeye hazırlanılıyordur. Aday olarak bir tarafta Fazilet Partisi milletvekili Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, diğer tarafta beş partinin ittifak ettiği bir isim Ahmet Necdet Sezer vardır. Gerçi o seçimde toplam 10 cumhurbaşkanı adayı vardır ama öne çıkan bu iki isimdir. Yalçıntaş, 2012’nin sonlarında çıkan Hatıralar kitabında bu sürece değiniyor. Daha doğrusu Meclis koridorlarında kendisi için kulis yapmaya giden oğlu Murat Yalçıntaş’a siyaset arkadaşlarının tavrından sitemle bahsetmekle yetiniyor.
Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’ın yaklaşık 900 sayfalık hatıratında şöyle bir değindiği bu vakayı yazmak için, yakın tanığı gazeteci Mehmet Çiftçigüzeli, Yalçıntaş’tan izin istemiş. Aklıma hemen, hatıratını okurken neden detaylı anlatılmamış diye düşündüğüm geldi. Kendisine de bu kanaatimi zikrettiğimde gülümsedi, “Olayların başkalarını, daha doğrusu arkadaşlarımı, her iki manada dost arkadaş, siyaset arkadaşlarımı üzebileceği için onların hemen hemen hiçbirini yazmadım, sadece dokundum.” dedi. Çiftçigüzeli’nin seçimlerden sonra çıkacak kitabı çok ses getireceğe benziyor.
Muhalefet, cumhurbaşkanı adayı olarak Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nu gösterdi. Sizce nasıl bir isim ve karar?
Olumlu ve yerinde bir karar olduğu kanaatindeyim. Ekmeleddin İhsanoğlu meslektaşımın değişik, sıra dışı kabul edilecek bir aday olduğu fikrine katiyen katılmıyorum. Ekmeleddin bey, Türk milletinin içinden çıkmış ve onun bütün milli ve manevi değerlerini temsil eden bir kimlik yapısına sahiptir. Öz be öz bu vatanın evladıdır. Bilgili, geniş dünya görüşü olan bir meslektaşımdır. Çok senelerden beri tanışıyoruz. İstanbul Üniversitesi çatısı altında ortak mesaimiz oldu. Değerli bir akademisyendir.
CHP’nin aday göstermesi şaşırtıcı bulundu.
CHP hakkındaki görüşlere katılmıyorum. CHP, eski aşırı CHP değil. Kaldı ki aşırı insanlar her partide bulunur. CHP’nin aynı MHP gibi milletimizin değerlerine sahip bir kişiyi seçmiş olması her yönden isabetlidir. Eminim ki iktidar partisi AKP de bu sıfatlara sahip bir aday gösterecektir. Seçilecek cumhurbaşkanı milletin tümünün arzu ve tercihlerini temsil eder.
Sizin de karşınıza 5 partinin ittifak ettiği bir aday çıkmıştı. Bu anlamda bir benzerlik var mı?
Bu benim durumuma benzemiyor. O seçimlerde iktidarla beraber tüm partiler Ahmet Necdet Sezer’i bir belge imzalatarak karşıma çıkardılar. Burada ise iktidar partisi de aday çıkaracaktır. Ve parti bütün kütlesiyle destekleyecektir. 10. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanan Ahmet Necdet Sezer sonra anlaşma dışına çıkmıştı. Benim partimden dahi oy verip sonra şikayet edenler oldu.
Hatıratınızda 28 Şubat’ı ‘mütedeyyin insanların acı günleri’ diye anlatıyorsunuz. Bugünleri peki nasıl tanımlıyorsunuz?
Bugün de bir kısmıyla acıdır. Neden? 28 Şubat’ta iktidarda bulunan askerî ekibin ilk hedefi dindarlar oldu. Hatta Süleyman Demirel, çok aşırıya gittiğini görerek beyanat verdi, dindarların üzerine bu kadar varılmasın diye. Bugün de paralel devlet diye bir şey tutturdular. Peki, nedir bu paralel devlet, anlamaya çalıştım. Kendilerini dinliyorum, hemen her Allah’ın günü. Sayın Başbakan ve onunla beraber olanlar paralel devlet, paraleller, Haşhaşiler… Buna benzer tekrar etmek istemediğim ağır sözler söylüyor. Bunlar devlet içinde devlet oldu diyorlar, tayinler fırtınası yapıyorlar. Fethullah Hoca’nın çalışmaları içinde olan, senelerden beri tanıdığım dürüst insanlara sordum. Bu insanlar hiçbir zaman bana yalan söylememiş, aldatmamış insanlar. Gördüm ki bugünkü siyasîlerin, iktidarın mensuplarının söyledikleriyle alakası olmayan meseleler.
Sizce sorun ne? Hükümet sizin dürüst dediğiniz insanlarla böyle gözü kara neden mücadele etsin ki?
Kati böyledir diyecek bir çalışma yapmış değilim. Müşahedelerim iki sorundur. Birincisi; birdenbire rüşvet skandalı, rezaleti ortaya çıktı. Rüşvet aldığı ileri sürülen kişiler hükümetin içindeler, bakanlar. Şimdi bu ne demektir, hükümeti tanzimde ve yürütmede büyük bir zafiyet vardır. İddianame şeklinde, öyle olmuştur diyemem. Çünkü hukukta bir tabir vardır: “Şek ile yakin hasıl olmaz.” Yani şüphelerle hakikat elde edilemez. O şüpheleri araştırmanız lazım. Sağlam delillere dayandırmanız lazım. Ama ortada büyük bir skandal var. Görüntülerle, ifadelerle bazı kişiler tevkif edilmiş, atılmış.Şimdi bu hükümet için çok sarsıtıcı bir şeydir. Son dönemde birçok ülkede de olmuştur; Fransa’da, Japonya’da. Yapılacak şey, normali neydi; hükümetin istifasını vermesi, kabinenin çekilmesi, yerine cumhurbaşkanının yeni bir başbakan atamasıydı. Muhtemelen yine Tayyip Bey’i atayacaktı. Çünkü partinin başkanıdır. O da bu arkadaşları dışarıda bırakarak yeni bir kabine kurabilirdi. Bu yapılmadı, birdenbire ortaya o zamana kadar hiç telaffuz edilmemiş derin devlet tabiriyle, o kişiler de ismen söylenmiyor, devlet memurları itham ediliyordu. Bir kere bu, hukuki prensiplere aykırıdır. Bir suç varsa suçlu olur. Suçun delilleri, somut delilleri olması lazım. Varsa savcılıklar takibat başlatır. Aylarca bir derin devlettir gitti. Biz de her yerde söyledik, bir memlekette normal devlet, derin devlet olmaz. Zannediyorum bizim de telkinlerimizle bir ay kullandıktan sonra bıraktılar, derin yapıya geçtiler. Yapı daha soyut.
İki sebep var dediniz; birincisi yolsuzluk iddiasının üstünü kapatmak, ikincisi nedir?
Kapatmak demeyelim, kamuoyunun dikkatlerini oradan uzaklaştırmak. Bu büyük bir skandal, yani yolsuzluk öyle az buz bir şey değil, yakın Türk tarihinde en önemli rüşvet olayıdır.
Dikkatleri oradan uzaklaştırmak için neden cemaat seçildi?
Nedenini araştırdım. Fethullah Hoca’nın çalışmaları içinde olan arkadaşlarla görüştüm. Anlaşılan şu ki; AK Parti hükümet olmuş, devletin muhtelif yerinde çalışacak elemanlar için isim istemiş. En büyük yanlışı yapmışsınız dedim. Bir kere bu önce yanlış intibadır. Bunlar devleti istila mı ediyorlar? İstenen kritik noktalara ihtisas sahibi bir kişi istenir, bir kişi vermezsiniz, üç-dört kişi verirsiniz onlar seçer. Bir örnek vereyim; 10 sene Aydınlar Ocağı başkanlığı yaptım. Meclis’e girince bıraktım. Bizden eleman isterler. Biz onlara bir isim göndermeyiz, bir isim göndermek demek onu empoze etmeye çalışmak demek, o bakanın o yetkilinin tanıyacağı üç-dört isim göndeririz. AK Parti hükümeti sizden isim istiyor diye elinizdeki tüm isimleri önlerine koymanız yanlış, alanlar bakımından da yanlış. Hükümet tarafı bu sefer bakacak, işine en iyi gelecekleri alacak, objektif değil sübjektif bakacak. Dolayısıyla bir yanlışlık yapmışlar. Bir de bu tayinlerin yapıldığı yerlerde başka insanlar var. Bizde memurlar ‘tekkeyi bekleyen çorbayı içer’ zihniyetinde hayatı yaşar. Orada adam üç sene, beş sene bekler şube müdürü olmak için. Birdenbire gelen hükümet, oralara kendi düşüncesine göre insanlar getirmiş. Devleti bilmek lazım. Hem on sene bu adamları almışsınız, hatta 12. seneye girdik, 11 sene bu insanlarla çalışmışsınız, 11 sene Haşhaşi olmamışlar da 12. sene mi olmuşlar?
17 Aralık’tan sonra mı?
Çok açık. Görülüyor ki bir vaka. O vaka rüşvet vakası. 17 Aralık ile birlikte bu kadrodan kurtulmak istediler. Adalet sisteminde benim şahsen anlayabileceğim bir şey değil. TRT Genel Müdürlüğü’mde 7 bin çalışanım vardı. Birkaçını doğuya göndermek istediler. Hem de ilk geldiğim haftalarda. Sordum bunlar evli insanlar mı? Evet evliler, çocukları var, bu çocuklar okula gidiyor. Diyelim tayin ettik Van’a. Ev var mı, okul ne olacak? Ama ciddi bir sebep varsa onun da usulü vardır. Bu da, telefon açıp şu adamı, bu adamı şuralara gönder değildir. Disiplin kurulu vardır, müfettişler vardır. Müfettişler tahkikatı yapar, disiplin kuruluna gönderir. Dolayısıyla bu da yanlış olmuştur.
AK Parti seçmeninde bu sürece dair genel kanı şuydu: Türkiye’de halk kendi değerleriyle barışık, kendi dini kültürel değerlerini yaşayan siyasetçi ve lider figürünü çok fazla göremedi. Tayyip Erdoğan ve AK Parti toplumun değerlerine saygılı ve yaşayan bir figür olarak siyasette var. Bugün bu ideal siyasetçi ve siyasî partiyle uğraşıyorlar. Zaten herkes çalıyor, bu işin doğasında var. Çalıyor ama bizden, çalışıyorlar da. AK Parti’nin seçimde oy kaybetmemesi seçmenin bu mantıkla yaklaşmasına bağlandı...
Buyurduğunuz şeyi anlıyorum, gerçekten bunlar söyleniyor. Fakat eğer ‘çalıyor ama bizden’ diyenler varsa bunlar İslam’ın ‘i’sinin noktasını anlamamış insanlardır. Böyle bir fikir ancak İslam’dan ruhen uzaklaşmış, bozulmuş, her şeyi dünyadan ibaret görenlerde olur. Benim gibi bir insanın bunu kabul etmesine imkân yoktur. Eğer bir insan inanca bağlı olduğunu söylüyorsa, bu inanç ne olursa olsun bu gibi bir vakayı kabul etmez. Hele ispat edilmemiş, Tayyip Bey için söylüyorum ismi geçtiği için, ‘çalıyor ama bizden’ deniyorsa, çaldığını nereden biliyorsun?. Peki, çalan insan sizden demek, sen de çalansın demek değil midir? Bu bir kere fevkalade yanlış ve kabul edilmeyecek bir şeydir. İkincisine gelince incelenirse oyların çok fazla artmadığı görülecektir.
Peki ya toplumun değerlerine saygılı olma meselesi?
İdarede ve şahsi hayatta en temel prensiplerden birisi, başlıcası dürüstlüktür. Dürüst olmayan bir insanın sırf ideolojik bakımdan kendiyle aynı olduğunu söyleyerek, onun kabul edilemez fiillerini meşru göstermek İslam’ı, dürüstlüğü, insanlığı anlamamaktır. İkincisine gelince; ‘Değerlerini benimsememiş siyasilerden sonra Tayyip Bey gibi benimsemiş…’ Böyle bir şey de söylemek doğru değil. Gelmiş geçmiş başbakanlardan, idareciler arasında dinine imanına bağlı, elini harama uzatmamış, tam tersine İslamî meseleler bahis konusu ediliyorsa başbakana referans vererek çok çok üst derecede savunmuş, icraat yapmış insanları demokrasinin hemen başlangıcında, hem de CHP başlangıcında tutun, Şemsettin Günaltay’dan Adnan Menderes’e, bütün başbakanlar Türk milletinin millî ve manevî değerlerini müdafaa etmiş kimselerdir. Soralım böyle diyenlere Türkiye’de en fazla imam hatip lisesi kimin zamanında açılmıştır? Süleyman Demirel zamanında. Necmettin Erbakan hocamız, kabinede başbakan yardımcısıydı, millet bayram etti, ilk defa camilerinin önüne kırmızı plakalı arabalar geldi diye. Necmettin Bey’in icraatı ne çabuk unutulacak. Turgut Özal dengeli bir Müslüman’dı, hem İslam’a hem Türkiye’ye hizmet etti. Hem de bunları vaka çıkarmadan icra etmiş biridir. Bundan önce önemli makamlarda bulunan insanların Türk milletinin millî ve manevî değerlerini bugünkü başbakan kadar temsil edemediklerini düşünüp, şimdiki başbakan ettiği için onun bazı önemli eksikliklerini görmeyip körü körüne milletin oy verdiğini, milletin öyle düşündüğünü söylemek yanlıştır.
Babam rüşvet vermemek için devletle hiç iş yapmadı
Hatıratınızda anlatıyorsunuz, babanızın devlete iş yapmama prensibi varmış. Ama bir kez ihaleye katılıyor.
Benim zorumla. Lisedeyim, büyük mağazamız var, toptancıyız. Babam devlet ihalelerine hiç girmiyor. Biliyor çünkü. Benim zorlamam karşısında baş tezgâhtara diyor ki, peki girsin. Ben de ihale şartlarını alıyorum, dolduruyorum. Kazanıyoruz. Adam bana yüzde kaç vereceksiniz deyince, bütün mesele anlaşılıyor. Babamın neden öbür bazı tüccarlar gibi ihale peşinde olmadığını anlıyorum. Babam bize çok müreffeh bir hayat yaşattı. 10 kardeşiz, evimiz hep kalabalıktı. Hatta yandaki evi satın almıştık, erkekler orada yatıyordu. Abim, ben, amcam, diğer kuzenler. Eğlenceliydi... (gülüyor)
Sizin ise iki çocuğunuz var...
Üç çocuğum var diyorum. Çünkü bir kız çocuğumuz var. Hanım, kız çocuğu âşığı. Birinci çocuk doğdu Murat. Sen dua ettin erkek oldu dedi. İkinci çocuk doğdu Mehmet. Yok dedi sen dua ediyorsun. Hanım yapma Allah aşkına, Allah ne verirse o olur. Ben niye isteyim? Beş kız kardeşim var. Bir bayram kız kardeşim Necla, oturup annemden babamdan kimler var bir bir yazdı. O zamanlar 49 tane çocuk çıktı, içlerinde yalnız iki-üç kız var. Hanım, eyvah benim kız çocuğum olmayacak belli bu aile... Bir kız çocuğu alalım, dedi.
Evlatlık mı almak istedi?
Vazifemiz bu bizim. Herkesin düşünmesi lazım, evladı olmayan... Alabilirsin, yalnız iki şartım var dedim, ne kadar küçük olursa o kadar iyi ve anne baba ne zaman isterlerse evlatlarını görsünler, kalsınlar. Hemen bulduk. Babasızlarmış, kadıncağız bakamıyor, üç kızı var. O da benim evladım oldu, okuttuk, yüksek tahsil yaptırdık evlendirdik.
Yıl kaçtı?
1964’te evlendik. Murat üç yaşındaydı, 68-69’dan beri bizimle beraber. Evlat olarak gördük, evlatlık görmedik.
Kendi kızımız olsun diye düşünmediniz mi, daha gençmişsiniz?
Ankara’daki manzarayı da gördük, bizde herkes erkek doğuruyor.
Bunun adı ‘derenin taşı ile derenin kuşu vurmak’
Medyaya son derece vâkıfsınız. Hatta birçok kanalın kurucuları arasındasınız. Alo Fatih vakası hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bugün böyle bir şeyin eskisi gibi olduğunu söyleyemem. O buyurduğunuz telefon açıp gazetecinin işine son verin, atın demeler askerî vesayet rejimidir. Açıyorlardı, rütbeli subaylar açıkça sizin şu yazarınız yanlış şeyler yapıyor, çıkarın, diyorlardı. Ama bugün için böyle baskı yapıldığı olmuyor. Ne oluyor, Sayın Başbakan, Alo Fatih’i arayıp -Fatih’in babasını tanırım- şunu böyle yapsan iyi olur, diyor. Bunlar normaldir. Ben bile bir seyirci olarak yanlış olan şeyi, açarım söylerim. Vatandaş olarak hakkım yok mu?
Ama bunu bir vatandaşın söylemesiyle başbakanın söylemesi bir mi?
Elbette bir değil ama Başbakan’ın hakkı yok mu kendi icraatına… Ha söz konusu televizyonun sahibi olsa da böyle bir şey söylese, yanlış. O söylediği şahsın çalıştığı televizyon Başbakan’ın malı değil ki. Böyle bir dilekte bulunuyor, söylüyor. Yapmadığını düşünelim. Başbakan’ın işten atma salahiyeti var mı? Yok. Bunu çok abarttılar. Doğru bir hareket mi; pek doğru değil. Neden değil, Başbakan kendi yerine özel kalemine söyler. Özel kalemler aradaki tampondur. Bir başbakanın arayıp söylemesinin manevî baskısı var ama hukuki bir baskı yok. Muhalefet bunu kaptı ve Alo Fatih üst derecede birinin alt derecede birine emir vermesini, bu müdahaleyi simgelemeye başladı.
Peki bugünkü basının durumunda ne oluyor?
Hükümete yakın işadamlarına gazete satın aldırtıyorlar. Havuz medyası, normal olmayan, demokrasiye aykırı, hür demokratik sistemlerin çalışmasını aksatan bir şeydir. Ama karışamazsınız. Karışacağımız yer neresidir, bunu devletin kaynaklarıyla yaparlarsa bu çok daha yanlış. İşadamları televizyonu/gazeteyi ceplerinden para verip almıyorlar, yine devletin emrinde olan bankaların verdiği krediyle alıyorlar. Bunun ismi ticarette derenin taşıyla derenin kuşunu vurmak. Derenin taşını alıp o zavallı kuşa atıyorsun sonra kebap yapıp yiyorsun. Kendi elindeki taşla vurmuyorsun.
Oğlumun tutuklanması bana bir yumruktu
Oğlunuz Murat Yalçıntaş da tutuklanmıştı…
Sincan’da 40 gün kaldı.
Bu vakayı size bir mesaj olarak yorumlayanlar oldu.
Mesaj falan değil, yumruk. Mesaj çok zarif bir kelime, insan sevgilisine, karısına, nişanlısına mesaj yollar. Yok yok mesaj değil yumruk.
Neyin yumruğuydu?
Derine giriyorsunuz. Ben size geçiştirecek cevap veriyorum. Bu yumruğu atanlar iki şeyi unuttu; birisi Cenab-ı Allah’ın adaletini. Biz yaparız, mahkûm ederiz bu oğlanı, mahkûm olunca millet, rüşvet verdi demeyecek, rüşvet diyecek. Bizde rüşvet deyince, aldı anlarlar. Şimdi adam mecbur kalmıştır trafikte, gümrükte malı kalmıştır evini yıkacaklar... gibi anlamıyor, rüşvet aldı diye algılıyor. Bir kere bu tutmadı çünkü Allah’ın adaleti. Kul safhasında da, ben yumruk atmasını bilen bir adamım, gençliğimde boks yaptım. Hiçbir zaman zalime eyvallah demem. Ne olmuş kaderimiz böyle, hayır Allah-u Teala dahi hırsızlara karşı malını müdafaa edenleri şehit sayıyor. Hakkını müdafaa edeceksin, teslim olmayacaksın. Sonuçta hak yerini buldu. Mahkemede beraat kararı çıktı.
Baba olarak yargılama sürecinde hissiyatınız nasıldı? Ne düşündünüz?
İki şey düşündüm; biri, oğlum çok temiz kalpli. Ben 80 yaşındayım, 30 yaşına varmadan devlet işi içine girdim, idareci oldum. Bana da böyle oyun oynamaya çalışanları gördüm. Sezdim. Neden, çünkü esnaf çocuğu olarak büyüdüm. Bizim neslimizde herkes boks yapar. Çünkü bizim devrimizde mahallede külhanbeyliler olurdu. Mecburuz. Yumruğun nereden geleceğini biliyorum. Oğlum öyle değil ki, Etiler’de doğmuş, profesörler sitesinde yaşamış. Murat, herkesi iyi bilen, iyi niyetli zanneden biri. İnandı yanına koyduğu adama. Fakat Cenab-ı Hakk’ın adaleti tecelli etti. Sadece Berlin’de değil, Türkiye’de de hâkimler var.
Dedem IŞİD’in işgal ettiği topraklarda savcılık yaptı
50-60 yaşında bir adamla karşılaşınca, yaşlı başlıdır tecrübe sahibidir, bizden çok daha iyi bilgileri vardır diye ne tavsiye edersiniz, diyoruz. Ben de Osmanlı’nın 700 yılı için Berlin’de vereceğim konferans için 600 yıl yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nun bugüne mesajı nedir diye araştırdım. Bulduğum şu oldu; adalet. Zalim devletler gittiler insanların dilini, dinini sildiler. Fransa, İspanya daha önceki din ve medeniyet izlerini sildi geçti. Osmanlı’da ise padişahlar dahi boyun eğmiştir, alimlerin ve adaletin karşısında. Beşerî ilişkilerde en büyük prensip adalettir. Benim de hayat felsefem budur; adalet, haktan yana olmak. Annemden babamdan geliyor. Annemin büyük dedesi Deyrizor savcısı ve sorgu hâkimi. Yani şimdi IŞİD’in işgal ettiği yerlerde görev yapmış.
Müslüman ya eliyle, ya diliyle düzeltmeli ya da buğzetmeli
Hadis diyor ki; Siz bir haksızlık görürseniz önce elinizle düzeltin, elinizle düzeltemezseniz sözle düzeltmeye kalkın, eğer sözle de söylemek tehlikeliyse kalbinizle buğz edin, o da en zayıf imandır. Bizim gibi insanlar bir yanlışlık görüyorsa dile getirmeli.
Reaksiyoner solculara ev yaptırdım
TRT’ye genel müdür olarak atandığımda, görevi teslim almak için gittim. Binanın penceresinde personel, yarı beline kadar sarkmış bağırıyor, ‘gerici genel müdür istemiyoruz’ diye. Sorsam Marksist teoriyi bilmez. Böyle şeylerden haberleri yok, günün havasına uymuşlar. Talebem olsalar iki-üç sualde sınıfta kalırlar. İnsan anlamadan, okumadan nasıl solcu olabilir, reaksiyoner. Gayri memnundur. Hayatındaki eksiklikler var ki ondan dolayı kahrolsun bu rejim diyor, hükümet yanlış diyor. Araştırttım. Baktım bu kişilerin hemen hemen yüzde 80’i kirada oturuyor. Evi yok. Ben de ilk iş kooperatif kurdum. İlk kooperatif kurduran benim.
Anayasa komisyonu baştan iş yapmamak üzere kuruldu
Anayasa Komisyonu’ndan bir şey çıkmayacağı belliydi. Her partiden eşit sayıda, iki kişi var komisyonda. Bu partilerin her birinin kendi kitlesi var. Bir parti var 300 milletvekili, milyonlar; öbürü 20 milletvekili. O zaman Meclis’te de eşit sandalye verin. İkinci durum şu; her parti hele partiler küçüldükçe kendilerine has fikirleri var, kulüp gibi. Her kulübün kendi taraftarı var, o fikirlerin o prensiplerin iddiaları dışında iddia kabul etmez. Etmeye kalkışsa hikmet-i vücudu kalmaz. Niye ayrı parti oldu? İllaki ısrar edecek. Reyler de eşit olduğu için çıkmaza girer. Girdiler. Baştan beri söylüyordum bunu; müşterek metne varmamak için yaptılar. Hiç şüphesiz aksi halde her parti kendi fikirlerini müdafaa etmemiş olacak.