Samanyoluhaber.com yazarı Abdullah Aymaz Tenkil sürecinde Hollanda'ya yerleşmek zorunda kalanlarla Basri Doğan'ın yaptığı röportajları yazdı.
Hollanda'ya hicret edenler...
ABDULLAH AYMAZ- SAMANYOLUHABER.COM
Basri Doğan, Hollanda’ya hicret eden bazılarıyla röportajlar yaparak Türkiye’deki zulüm ve gadirleri dünyaya gösterecek bir çalışma ortaya koymuş…
Henüz mesleğe yeni, tayin edilmiş başarılı bir komiser yardımcısı olan Emrah Büyüktaş özetle şöyle diyor: “15 Temmuz 2016’dan yaklaşık 15 gün önce yıllık iznine ayrılmıştım. Tam 15 Temmuz akşamı görevli idim. Sabah uçakla hareket etmiştim. Akşam da görevimin başında iken, bu darbe girişimi yaşandı. (…) İstanbul boğazı kapatıldı. ‘Askerler köprüdeler’ diye haberler gelmeye başladı. Biz ne olduğunu anlamaya çalışırken, o arada bombalar patlıyordu. İŞİD (terör örgütünün elemanları) eylemler yapıyordu. (…) Tiyatrodan ibaret mahkemelerde görev aldım. (…) Ellerinde delil olmamasına rağmen hâkimler, (getirilen masum insanların durumunu bildikleri halde) tutuklamazsak, biz de F… şüphelisi oluruz korkusu ile insanları tutukluyorlardı. Çocukların babalarına sarılıp ağlamaları içimi yakıyordu. Adliyenin tuvaletine gidip gözyaşlarımı siliyordum. Çünkü üzüldüğünüzü belli etmemek zorundasınız. Çünkü onlara selam versen bile terörist yerine konuluyordu… 22 Kasım 2016’da KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile ihraç olduktan sonra aynı şeyleri kendim de yaşadım. (…) Memuriyet görevimden alındıktan sonra inşaat ustası olan babam benim yüzünden işten atıldı. Ekonomik olarak dibi gördük. (…) (Çareyi Avrupa’ya ilticada gördüm. Büyük tehlikelerle kan-revan Meriç’ten Yunanistan’a geçtim. Köpekler peşime takıldı. Onlardan kurtuldum sonra) 22 Kilometre yürüdüm. (…) Ailem beni Meriç’te boğuldu, öldü zannetmiş. Atina’da bir ay kaldım. (…) Hollandalı yetkililer anlattıklarıma inanamadılar. Hatta bunları yazın dediler. Normalde bu görüşmeler 15 dakika sürüyor, benimki bir buçuk saat sürdü. Bu arada beraber kaldığım arkadaşım da Hollanda’da. O benden bir hafta önce geldi fakat farklı kamplardayız ama burada buluştuk. Şimdi iltica sürecimizin sonuçlanmasını bekliyoruz.”
Emrah Büyüktaş bu yol arkadaşından şöyle bahsediyor: “Arkadaşlarım 22 ay yattıktan sonra serbest kaldılar. Akrabalar sırt çevirmiş, herkes arayıp görüşmeye korkmuş. İş bulamamışlar. Kendi ülkemize yabancı olmuştuk. Bize yaşama hakkı ve şansı verilmiyordu. Altı kişi olduk, Türkiye’den ayrılamaya karar verdik. Saat gece 3:45 gibi Meriç nehri kıyısına ulaştık. Tümsek vardı, ben aşağı inip botu indirmek için uygun bir yer aramaya başladım. Tam o sırada arkadaşlar patır patır yuvarlanmaya başladılar. Ne oluyor diye kafamı kaldırdım. Kırmızı ışıklı bir aracın bize doğru yaklaştığını gördüm. Resmi bir araç olduğu belliydi. Hudut Kartalları denilen ASKERİ DEVRİYE olduğunu daha sonra öğrendim bu araçların. Çalıların arasına saklandık ama askerler dibimizde bitti. O an zaten mahşer gibi idi. Herkes bir yerlere koşuşturuyordu, kırmızı ışıklar üzerimize doğru yanmıştı. Hâlâ şu an size anlatırken bile sağlıklı düşünemiyorum, kim neredeydi, ne yapıyordu. Benim arkamda sırt çantam vardı. Askerlerle aramda 10 metre kalmıştı. O karanlıkta bir anda hemen suya atladım. Benimle beraber bir arkadaşım daha atladı. Diğer arkadaşlarım yanında kadın olduğu için atlayamadılar sanırım. Ayrıca yüzmeyi de çok bilmiyorlardı. Atlarken de saklanırken de ağaçların dikenleri, dalları vücuduma battı, her yerim paramparça oldu. Denizde yüzersiniz ama nehirde yüzmek farklı. İçinde ne olduğunu bilmiyorsunuz, bataklık olduğu, suyun çektiği söyleniyor. Nerede bataklığa saplanıp, akıntıya kapılabileceğiniz belli değil. Ben askerleri görür görmez kendimi suya atlamıştım. Bize arkadan bağırıyorlar, ‘Kaçmayın şerefsizler, gebereceksiniz, suda boğulacaksınız… Vatan hâinleri!..’ diyerek ağıza alınmayacak küfürler savurdular. Sırtımda çantayla yüzmeye çalışıyorum, bir yandan da düşünüyorum. Arkamızdan ateş ederler mi, sonuçta orada acemi erler de var. Biri ateş etse ne yaparım, kendimi nasıl korurum. Bir yandan geriye kalanları düşünüyorum. Arkanıza bakma şansınız yok. Zaten nefes nefese kalmışsın; o korkudan ve hareketten dolayı… Hemen karşı kıyıya ulaşmaya çalışıyorum. Mesafe 100m civarıydı. Ben iyi yüzüyordum ama diğer arkadaşım 10 metre solumdan geliyordu. Akıntı vardı. ‘Yardım edin! İmdat!’ diye bağırmaya başladı. Yanına gidip bir şey yapamıyorsun. Bir süre sonra onu kaybettim, akıntıda sürüklenmişti, sanırım. Herkes kendi derdine düşmüş, mahşer yeri gibiydi o an. O kadar zor şeylerdi ki… (…) Çantayı bir koluma aldım, sırt üstü geri geri karşıya yüzmeye devam ettim. Sırt üstü yüzünce bir anda dolunay, gökyüzü ve yıldızlar beni Şener Şen’in oynadığı EŞKİYA filmine götürdü. Polisler onu çatı katı gibi bir yerde kıstırıyorlardı. O da çatıya çıkıp gökyüzünü seyrediyordu. Aynı sahneyi ben o anda nehirde yaşadım. Bir yandan ateş edecekler mi diye düşünüyorum…
İşte binlerce mağdurdan bir tanesinin hikayesinden tek bir mazlumun hikayesi…