Tutuklu genç gazeteci Ayşenur Parıldak kaldığı hücreden yazdığı mektupla yaşadıklarını anlattı
15 Temmuz darbe girişiminin ardından OHAL kararları çerçevesinde kapatılan Zaman gazetesinin eski muhabirlerinden Ayşenur Parıldak, 11 Ağustos 2016’da tutuklandı. Kasım 2017’deki karar duruşmasında 7 yıl 6 ay ceza aldı.
Rengin Arslan'ın haberine göre Sincan Kadın Cezaevi'nde kalan Parıldak, euronews Türkçe'nin "Cezaevinden mektuplar yazı dizisi" için bir mektup kaleme aldı.
Ayşenur Parıldak'ın mektubu:
Değerli meslektaşım,
Bana nasıl olduğumu ve günlerimi nasıl geçirdiğimi sormuşsunuz. Kısaca bahsetmek isterim.
Cezaevinde gün benim için erken başlıyor. Neredeyse başka hiçbir şey yapmadan kitap okuyup not aldığımı söylemem mümkün. Dışarıdan istediğim İngilizce ve Türkçe bütün kaynaklara ulaşabildim. Şu ana kadar bir engelle karşılaşmadım. Son bir yıldır Yeni Asya gazetesi yasağı dışında herhangi bir gazeteye erişim engeli yaşamadım. Ancak özellikle yurtdışından gelen mektuplarım sık sık yol kazasına uğruyor. Hücremde kendime ait bir de televizyonum var.
Okumak ve yazmak dışında neredeyse her şey yasaklandığı için (bilgisayar kullanımı dahil) yazılarımı elle kaleme almak durumunda kalıyorum. Ancak biraz Polyannacılıkla bunun aslında kişisel gelişimimin bir parçası olduğunu söylüyorum kendi kendime. Kağıt kalemle hemhal olmanın hazzını yaşıyorum. Plastik sanatlara da ilgim büyük ancak cezaevi bünyesindeki hiçbir atölye çalışmasına katılamıyorum. Mahkemeye başvurdum, hakkımda verilmiş bir atölye kararı olmasına rağmen değişen bir şey olmadı. İtiraz dilekçelerim de infaz hakimliği tarafından “yazınız okunaklı” değil denilerek iade ediliyor. Meyve sularını kaynatarak boya imal etme girişimlerim de boyaları karıncalar basana kadar gayet iyi gidiyordu. Cezaevindeki sanat hayatıma böylece noktayı koydum.
Üç yıldır niçin hücrede olduğuma ilişkin hiçbir dilekçem yanıtlanmadı. Şifahi talimat deniyor sorduğumda. Mahkemenin verdiği tahliye kararına rağmen cezaevinden çıkarılmamam ve gece tekrar tutuklanmam... Bunları yaşamışken atölyeye çıkarılmayışıma şaşırmıyorum. Bir sabah uyanıyorsunuz odanızı aramaya gelenler herhangi bir eşyanıza el koyabiliyor. Radyo yasaklandı denilerek yeni radyolar satılıyor, birkaç ay sonra onlar da toplanıp yerine yenileri satışa çıkıyor. [El konulan] bazen kapüşonlu, siyah renkte ya da yazılı tişört olabiliyor. Yarın neyin yasaklanacağını kimse bilmiyor.
Cezaevinin fiziki koşullarından kaynaklanan yoksunluklar yaşıyorum. Betonun ve demirin vücutta yarattığı negatif enerjiyi atma imkanı yok. Sürekli açık kalan lambalarla birlikte sıkışan enerji çeşitli fiziksel ve ruhsal hastalıklara davetiye çıkarabiliyor. Plastik kaplara mecbur olmak, organik beslenememek, vejetaryen – vegan tutuklulara diyet yapıyormuş muamelesi yapılması, değişmesi gereken bakış açılarını işaret ediyor.
Yaşadığım tüm bu yoksunluklara rağmen görüş günlerinin benim için ‘nefes adacığı’ olduğunu söyleyebilirim. Ailem, arkadaşlarım ve avukatlarımla buluşacak olmanın heyecanıyla tüm neşemi takınıyor, karşılarına en şık kıyafetlerim ve güzel kokularla çıkmaya özen gösteriyorum. Çoğu kez karşılıklı bir tiyatroya dönüşen görüşlerde, yaşadıklarımı ya pas geçiyor ya da minimize ederek anlatıyorum. Görüş sonrası sevdiklerime veda etmiş olmak muazzam bir yoksunluk duygusu doğuruyor. Bu zorunlu ayrılık ve paylaşmanın iyileştirici gücü harmanlanıp bir duygu karmaşasına sebebiyet veriyor.
Bazen koridorlarda veya hastaneye sevk sırasında tanıdık simalara rastlıyorum. Nuriye buradayken birbirimize el sallardık. Vekiller, belediye başkanları, yüksek yargı üyeleri ve meslektaşlarım... Tarihin içinde yaşadığımı iliklerime kadar hissediyorum.
Vekillerden bahsetmişken; Meclis Cezaevleri İnceleme Komisyonu üyelerinin hazırlayacakları rapor için ziyaret listelerinde yer almama rağmen TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından görüşmenin engellendiğini medyadan öğrendim. Ayrıca çeşitli insan hakları kuruluşları tarafından ziyaret edilmek istendiğimi, bunun da bürokratik engellere takıldığını öğrendim.
Tüm yaşananları analiz ettiğimde aldığım hapis cezası beni şaşırtmadı. Siyasi bir davanın parçası olduğumun bilincindeyim. Tahliye olduğum gün mutluluktan ağlarken salondaki izleyicilere döndüğümde, yüzü öfkeden kıpkırmızı olan ve hışımla sarıldığı telefondaki muhatabına “kızı tahliye ettiler” diyerek rapor veren adamı gördüğümde adımın yanındaki kırmızı noktayı çoktan fark etmiş bulunuyordum.
Cezaevinin klişesi belki ama; avludaki çatlaktan usulca başını çıkarıp yeşeren o küçük ot gibi hissediyorum bazen. Her aramada hoyratça ezilmesine rağmen üç gün sonra yine yeşillenen... Güzel günler göreceğiz...
AYŞENUR PARILDAK
23 Haziran 2019
Sincan Kadın Cezaevi