Avukat ve insan hakları savunucusu Eren Keskin hukukun bu denli yerlerde süründüğü bir dönemi hatırlamadığını kaydetti. Keskin, "Eski yıllarda, konuşabileceğimiz hâkim ve savcılar bulurduk. Ancak, artık hâkim ve savcılar da çok korkuyorlar. Çünkü bir anda görevden alınabiliyorlar. Yargı unsurlarının özellikle karar verici makamda olanların, böylesine korktuğu bir yerde, artık yargının bağımsızlığını tartışmak imkânsızdır." dedi.
Türkiye’de faaliyet gösteren Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu’nun kurucusu, İnsan Hakları Derneği’nin başkan yardımcısı ve İstanbul şubesi eski başkanı, avukat ve insan hakları savunucusu Eren Keskin, 2004 Aachen Barış Ödülü, 2005 Theodor Haecker Politik Cesaret ve Dürüstlük Ödülü, 2017 Uluslararası Hrant Dink Ödülü ve 2019 Martin Ennals Ödülüne layık görüldü.
Eren’i insan hakları ihlallerinin olduğu, düşünce özgürlüğünün savunulduğu her yerde mücadele ederken gördük.
"HER AN GÖZALTINA ALINABİLİRİM" KORKUSU
2016’da Özgür Gündem gazetesinin kapatılmasına karşı oluşturulan “Nöbetçi Yayın Yönetmenliğine” dair davada Keskin, hapis cezasına çarptırılırdı.
“Her an gözaltına alınabilirim, cezaevine girebilirim” duygusunun cesaretini kırmadığını, gerekirse mücadelesine cezaevinde devam edeceğini söyleyen Keskin, hukukun bu denli yerlerde süründüğü bir dönemi hatırlamadığını kaydetti.
KESKİN: HAPSE GİRERSEM ANNEME VE KEDİLERİME KİM BAKACAK?
Özellikle 15 Temmuz 2016 olayından sonra yeni bir baskı yöntemi ile de karşılaşıldığını söyleyen insan hakları savunucusu Keskin, ne olursa olsun Türkiye’yi terk etmeyeceğini belirtiyor.
Keskin sadece kendi cezaevine girerse annesi ve kedilerine kimin bakacağı konusunda tedirgin olduğunu, resmi ideolojiyi sorgulamaya ve hak ihlalleri üzerinde çalışmaya ara vermeyeceğini belirtiyor.
Eren Keskin, Kronos'un soruların cevaplandırdı.
Türkiye sizce gerek anlamda ne zaman demokratikleşecek? Var mı böyle bir umudunuz?
Yaşadığımız coğrafyada, gerçek anlamda bir demokratikleşme beklemiyorum. Küçük bazı adımlar olabilir. Ancak sistem, geçmiş ile yüzleşmekten kaçındığı sürece, demokrasi bir “hayal” olarak kalmaya devam edecek.
Büyük bir suç üzerine kurulmuş bir devletten söz ediyoruz. 1915 Ermeni Soykırımı ve ardından aynı zihniyet tarafından kurulan bir Cumhuriyet! Yalan bir tarih, tekçi bir resmi ideoloji. İşimiz çok zor. Ancak sistem zaman zaman “bunalımlar” yaşıyor. Bu süreç de, böyle bir bunalım dönemi… Bu yüzden Türkiye konusunda kısa ve orta vadede bile inanın öngörüde bulunamıyorum.
HUKUKUN BU DENLİ “YERLERDE SÜRÜNDÜĞÜ” BAŞKA BİR DÖNEM HATIRLAMIYORUM
Türkiye’de gittikçe daha çok insan adaletsizlikle burun buruna geliyor. Bunun sonu nasıl gelecek? Adaleti aramak, talep etmek ve ona ulaşmak için insanlar ne yapmalı?
Bu coğrafyada, adalete erişim çok zor. Hukukun bu denli “yerlerde süründüğü” başka bir süreç hatırlamıyorum. Yargının bir tarafı olan savunma, tamamen yargı süreçlerinin dışına atılmış durumda. Biz avukatlar, savcı ve hâkimlerin odalarına dahi giremiyoruz.
Düşünce ve ifade hakkının, bu kadar baskı altında olduğu, bu kadar kolay tutuklama kararlarının verildiği, başka bir dönem hatırlamıyorum. Cezaevleri, entelektüel insanlarla dolup taşıyor.
Özellikle 15 Temmuz 2016 olayından sonra yeni bir baskı yöntemi ile de karşılaştık. İnsanlar sorgusuz, sualsiz işlerinden atıldılar. Ekmekleri alındı ellerinden. Muhalif siyasetçiler cezaevinde. Sivil siyaset engelli!
Böyle bir durumda, adalete erişim çok zor. Ancak yine de bir taraftan mücadele de devam ediyor. İşimiz zor!
Bugün yaşanan hak ihlallerini, yargının durumunu geçmiş yıllar ile kıyaslayınca ne görüyorsunuz?
Türkiye’de yargı, hiçbir zaman bağımsız olmadı. Yasama, yürütme, yargı tümü ile militarizme bağlıydı. Ancak, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)-Derin devlet uzlaşması ile birlikte, “tek adam” sistemi yoğunlaşınca, yargı bu yapının etkisi altına girdi.
Eski yıllarda, konuşabileceğimiz hâkim ve savcılar bulurduk. Ancak, artık hâkim ve savcılar da çok korkuyorlar. Çünkü bir anda görevden alınabiliyorlar. Yargı unsurlarının özellikle karar verici makamda olanların, böylesine korktuğu bir yerde, artık yargının bağımsızlığını tartışmak imkânsızdır.
Bu dönem en çok adaletsizliğe uğrayanlar kimler sizce?
Aslında her dönem aynı çevreler adaletsizliğe maruz kalıyorlar. Resmi ideolojinin değerlerine aykırı düşünen ve davranan herkes baskı altında.
Ancak bu dönem düşüncüleri sebebiyle çok sayıda insan cezaevine girdi. İşkence ve asıl olarak şiddet, devlet eli meşrulaştırıldı. Şiddetin meşrulaştırılması, topluma da yansıdı. Kadın cinayetlerinde yaşanan artışı da bu durumdan ayrı değerlendiremeyiz.
NE OLURSA OLSUN, YURT DIŞINA GİTMEYECEĞİM
Kapatılan Özgür Gündem gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğunuz için hakkınızda açılan 122 davada toplam 17 yıl 2 ay 20 gün hapis ve 360 bin TL para cezasına çarptırıldınız. 5 dava kapsamındaki yargılama sürerken 3 yıl 9 ay hapis ve 220 bin TL para cezasına mahkûm olduğu 31 dosya Yargıtay aşamasında toplamda 11 yıl 3 ay hapis cezası aldığı 72 dosya ise istinaf aşamasında. Keskin hakkında 139 bin TL adli para cezasına çarptırıldığı 10 dosyada ise hüküm kesinleşti. Bütün bunlar ne demek? Eski DGM’lerden bugünkü olağanüstü hâl mahkemelerine kadar nedir bu bitmek tükenmek bilmeyen ısrar… “Her an gözaltına alınabilirim, cezaevine girebilirim” duygusu hayatınızı nasıl etkiliyor?
1990’lı yılların başında yayınlanmaya başlayan Özgür Gündem gazetesinin çok uzun yıllar avukatlığını yaptım. Çok baskı yaşadı gazete. Yazarları, dağıtımcıları öldürüldü, gazete binaları bombalandı… Sürekli kapatıldı ve değişik isimler ile yayın hayatına devam etti.
2013 yılında yine Özgür Gündem adı ile yayınlanmaya başlayınca, gazete yönetimi, dayanışma amacı ile ismimi “Genel Yayın Yönetmeni” olarak gazeteye yazmak istediler. Tabii ki kabul ettim. Barış süreci adı verilen süreçte, hiç dava açılmıyordu. Ancak, sürecin ardından, çok sayıda dava açılmaya başlandı.
2016 yılının Ağustosunda, evim kar maskeli polisler tarafından basıldı. 85 yaşındaki annem korkudan 15 gün konuşamadı. Ben, tutuklama talebi ile mahkemeye sevk edildim. Ancak adli kontrol ile bırakıldım. Yurtdışı yasağım devam ediyor.
Hakkımda toplam 143 dava açıldı. Bazı davalar birleştirildi. Şu anda 122 dava var. 17 yıl 2 ay toplam hapis cezası, İstinaf Mahkemesi ve Yargıtay’da kesinleşmeyi bekliyor. 360 bin TL para cezam var. Bunun 140 bin civarı kesinleşti.
Her an cezaevine girebilirim. Benim için en önemli konular, Annemin ve 3 kedimin bakımı. Ofis işlerimin devam etmesi. Zor tabii, kolay değil. Ancak ben bu yolu bilerek seçtim. Bazı yasa değişiklikleri olacak diye bekliyoruz. Ancak, ne olursa olsun, yurtdışına gitmeyeceğim.
Barış sürecinin sona ermesiyle davalar peşi sıra geldi. Neden?
Davaların bu kadar yoğun açılması, devletin Kürt Politikasında yaşadığı çelişkiler ile ilgili. Bir dönem aynı devlet, Habur’dan gerillaların girişine izin vermişti ve hiçbir şey olmadı. Halk tepki göstermedi. Ancak AKP-cemaat ittifakı bitip, AKP-Avrasyacılar ittifakı başlayınca bazı değişiklikler oldu.
Aslında ben devletin hiçbir zaman Kürt meselesini barışçıl bir şekilde çözmek istemediğine inanıyorum. Sivil Kürt siyasetinin güçlenmesi onları çok korkuttu.
Selahattin Demirtaş ve çok sayıda HDP’li bugün hapiste ise, bu korku sebebiyledir. Devlet her zaman, silahlı bir muhalefet istiyor. Ve bu muhalefet üzerinden şovenizmi geliştiriyor.
Son dönemde hangi gruplar size yardım talebi ile başvuruyor?
İnsan Hakları Derneği'ne müracaat eden kişilerin profilleri çok farklıdır. İşkence gören insandan, işinden atılan işçiye, kocasından dayak yiyen kadından, LGBTI+ bireylere, çok çok farklı insan gelir.
Son dönem, işkence olaylarındaki artışlar ve cezaevlerindeki hak gaspları nedeni ile çok sayıda başvuru almaktayız.
Eren Keskin, "Korku, çok doğal bir duygu. Ancak korku eğer hayata egemen oluyorsa, bu çok önemli bir sorun. Ben cesaretin insanı koruyan, en önemli şey olduğunu düşünüyorum her zaman." diyor.
BM BUGÜNE DEK, TC DEVLETİNİ GEREKTİĞİ GİBİ DENETLEMEDİ
Birleşmiş Milletler’deki İşkenceye Karşı Komite, Türkiye’de yaşandığı raporlanan işkence vakaları ve diğer sorunlara ilişkin listesini Ankara’ya ileterek, beşinci dönemsel raporda bu konuların açıklığa kavuşturulmasını istedi. Bu Türkiye’nin konuya bakışını değiştirir mi, düzelme olur mu?
Birleşmiş Milletler’in Türkiye’de yaşanan işkence olayları için, cevap istemesi tabii ki olumlu. Ancak, bu konuda BM’nin üzerine düşen ‘takip’ görevini yeterince yerine getirmediğini düşünüyorum. TC devleti, çok sayıda BM Sözleşmesinin tarafı. Ve hiç birini uygulamıyor. BM bugüne dek, TC devletini gerektiği gibi denetlemedi. Bu nedenle, Türkiye’yi yönetenler, bu kadar rahat davranıyorlar.
Türkiye’de işkence iddialarının uluslararası mehkemelerde muhatapları kim ve hukuki süreç nasıl işliyor?
Biz tüm işkence olaylarını, Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sine taşıyoruz. Ancak, önce iç hukuk yollarını tüketmek, Anayasa Mahkemesi kararını beklemek ve ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkeme’sine başvurmak gerekiyor. Bu da maalesef çok uzun yıllar alıyor.
İnsanlar korkuyorlar, bunu haklı görüyor müsünüz? Yazarken, konuşurken korkmak… Bunu nasıl yenmek gerekiyor?
İnsanların korkmasını anlıyorum. Çünkü bir sosyal medya paylaşımından bile ceza alıyor, hapse giriyor insanlar. İşten atılıyorlar insanlar. Korku, çok doğal bir duygu. Ancak korku eğer hayata egemen oluyorsa, bu çok önemli bir sorun. Ben cesaretin insanı koruyan, en önemli şey olduğunu düşünüyorum her zaman.
“Devletin kurucu ideolojisini savunarak her şeyi güzel yapamazsınız”, demişsiniz bir söyleşide. En çok kime bu sözünüz?
Ben bu coğrafyada sağcıların da solcuların da İttihatçı ideoloji ile biçimlendiğine inanıyorum. Cumhuriyet okuyarak solcu oldu insanlar. Her şey Türkiye’ye özgü. Sağcılık da solculuk da feminizm de….
Son günlerde, “Her şey çok güzel olacak” slogan etrafında, toplandı herkes.
Ancak unutmayalım, Ekrem İmamoğlu “devletin kurucu iradesine bağlıyım” , “Topal Osman’a bağlıyım” diyen bir insan. İşte bana göre, demokratikleşmenin birinci unsuru, bu söylemleri sorgulamak. Resmi ideolojiyi, resmi tarihi sorgulanmadan, geçmişle yüzleşme olmadan, büyük değişiklik olmaz, bu coğrafyada.
Son İstanbul belediye seçimlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Farklı kesimlerin bir araya gelmesini nasıl okumalıyız?
İstanbul seçim sonuçlarını, AKP-MHP ittifakını geriletmek adına önemli buluyorum. Ben sonradan kendimi mutsuz hissetmemek adına oy kullanmadım. Bu ittifakın bir tarafında binlerce Kürdün katliam ve gözaltında kayıp edilmesinden sorumlu, ırkçı düşünceye sahip Meral Akşener, diğer tarafında resmi ideolojinin kurucu partisi, bir tarafında da Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler…
Bence, tüm bu kesimleri bir araya getiren, AKP-MHP faşizmimden duyulan rahatsızlık. Bunda başarılı olundu. Bundan sonrasını ise göreceğiz.
KÜRTLER İLE CHP’NİN BİRLİKTELİĞİ DİYE BİR ŞEY OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM
Kürtlerle CHP en son 80’lerin sonundaki yerel seçimlerinde bir araya gelmişti ve benzer bir başarı elde edilmemişti. Ayrışma nasıl oldu, bu birliktelik uzun sürer mi?
Kürtler ile CHP’nin birlikteliği diye bir şey olduğunu düşünmüyorum. Kürt halkı çok acılar yaşadı. Ve tüm gerçeklerin farkında. Ancak, şu bir gerçek ki, artık Kürt sorununu çözmeyi hedefleyen güçler, Kürtlerden destek alabilirler.
Dilerim, Kürt halkının verdiği mesajı, tüm partiler almıştır. Farklı kesimlerin dayanışmasının sürmesi, Ekrem İmamoğlu’nun ve CHP’nin performansına bağlı. Göreceğiz.