[Hüseyin Odabaşı] Adalet Ağacı

Adaletin temini fert ve toplum hayatımız saçısından çok önemlidir. Türkiye’de yaşadığımız şu anki elim hadiselerin ve Ortadoğu’daki felaketlerin adaletsizlikle yakından ilgisi ve alakası vardır.
HÜSEYİN ODABAŞI

Adaletin temini fert ve toplum hayatımız saçısından çok önemlidir. Türkiye’de yaşadığımız şu anki elim hadiselerin ve Ortadoğu’daki felaketlerin adaletsizlikle yakından ilgisi ve alakası vardır. Bu bakımdan Alem -i İslamı tüm bu felaketlerden kurtarması beklenen veya hadislere göre beklenmesi gereken Mehdi Alaeyhisselam’ın en öne çıkan vasfı ve özelliğidir adalet:
“Dünyanın ömründen sadece bir gün kalsa bile, Allah (c.c) benim Ehl-i beytimden bir adam gönderecektir. O dünyayı, (daha önce) zulümle(dolu) olduğu gibi, Adaletle dolduracaktır.” (İbn. Mâce, Fiten 34 Ahmed b. Hanbel 1-299)
Zulmü  kaba kuvvetle değil ancak adaletle engelleyebilirsiniz. Zülüm ise haksızlık demektir. Hakkın yerini bulmaması demektir. Bu yüzden hakkı tutup kaldırmak tam bir adalettir:

“Halik'ın namütenahi(sonsuz) adı var, en başı HAKK,
Ne büyük şey kul için, hakkı tutup kaldırmak” (M. Akif Ersoy)

İlk önce hakkın tayin ve tespiti ise bir taraftan moral değerlerle diğer taraftan beşerî ve sosyal kanunlarla mümkündür.
Bir gün bir seyahat esnasında Hz. Ömer(r.a) koyunları kendisine emanet edilmiş bir çobana denk gelir. 
“Şu koyunların sütünden bana verir misin Ey çoban” der Hz. Ömer. “Veremem” der Çoban. “Çünkü koyunların sahibi ben değilim.” 
Bu olayı adalet ve zülüm noktasından ele alalım, irdeleyelim.

Çoban koyunların sütünü Hz. Ömer’e veremiyor veya satmıyor. Zira çoban, koyunları satma veya sütünü verme hakkına sahip değildir.  Çünkü koyunlar çobana ait değildir. Sahip olmadığımızı satamayız da.  Peygamberimiz (sav), bir malı satabilmek için önceden bizim tarafımızdan malın kabzedilmiş olma şartını koymuştur. Bu malın kabzı meselesiyle alakalı çok çeşitli yorumlar yapılmış ise de fakat asıl anlamamız gereken; bu çeşit malların akit sırasında mülkümüzde veya taht-ı tasarrufumuzda değilse satışının da yasak olduğudur. 

Yani başkasının malını önce kendimiz satın alıp kullanım hakkına sahip almadan tutup da bir başkasına satamayız. Bu prensibi, başkasının malının satılmasında izne(vekalet) ve anlaşmaya bağlı olmak kaydıyla, yardımcı olmayla ve ücretli çalışan olmakla karıştırmamak gerekir.
Yani bir malı satmadan önce satın alma hakkına sahip olabilmek için bedelini o anki  sahibine vermiş olmalıyız. Bu bedelin de önceden belirlenmiş olması gerekir. Bedel ise keyfe ma yeşa(keyfimize göre) belirlenemez. Bir malın bedeli, arz talep dengesi içinde pazarında ortaya çıkan karşılıktır.  Koyunların Çobanın olabilmesi için para veya emek cinsinden karşılığını sahibine arz etmesi gerekirdi. Fakat bu da yeterli değildir. Rıza da gerekir. Malın sahibine pazarda piyasada karşılığı olan bedelinden daha fazlası verilse de satışa zorlanamaz. İş rızada kilitlenir.

“Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka....”(Nisa, 29) 

Hakkın tayin tespitinde ikinci önemli unsur olan moral ve ahlaki değerlerin bir toplumda veya insanda tam yerini bulması ve dışardan gelen beşerî zaaflardan etkilenmemesi için içerde, yani kalpte ihsan ve istikamet olmalıdır.
Ağacın programının şekil ve kalıbının zamana bağlı olarak nasıl ve ne kadar gelişeceğinin resminin çekirdeğinde yazılı olması, planlanmış olması gibi, insan hayatındaki adalet ağacının şekli, resmi ve planı da kalplerimizde ihsan ve itkan olarak ve istikamet olarak belirli ve tespitlidir. Fakat bu iş irade ve teklif dairesi içinde ele alınıp halledilmelidir. Yani teklif dairesindeki kuvve -i akliyeye, kuvve i gadabiyeye ve kuvve -i şeheviye gibi duygularımıza irademizi kullanarak istikamet kazandırmamız gerekir. Ki hayatımızda adaletli bir yaşam söz konusu olsun. Çekirdekteki yazılı programın zamanın ilerlemesiyle beraber her şeyi ile dengeli bir ağaca dönüşmesi şeriat-ı fıtriye(mecburi kanunlarla) ile olduğundan dolayı burada cüz -i iradenin varlığına mesağ yoktur. Bu bakımdan kâinat ağacında nizam şeklinde kendini gösteren mutlak, muntazam bir adalet söz konusudur. Netice olarak hareketleri direk külli iradeye(Allah’ın iradesi) bağlı olan kâinatta, cebrî adalet olduğundan hakkı ve haddi tecavüz olmaz. 

Fakat adaletin nüveleri olarak göreceğimiz ruhumuzun derinliklerine çeşitli his ve duygular şeklinde yerleştirilmiş olan kuvvelerin ayarını, tonunu, derecesini  biz insanoğulları, şeriat -ı garra olan Kur’an-ı Kerim’deki verilen ölçülere göre irade göstermek suretiyle tayin ve tespit etmek durumundayız.  O zaman adalet güneşi ancak tecelli eder.  Kuvvelerdeki ifrat(haddi aşma) ve tefrit(küçültme) ise ya nefsimize, benliğimize, varlığımız veya beşeriyetimize haksızlığa veya naslara ve Rahmanın hakkına tecavüze sebebiyet vereceğinden ötürü zülüm olur. Çünkü adalet, her hak sahibine hakkını vermekle ancak tecelli eder. 

Uzun bir hadise münasebetiyle bir müddet beraber kaldıktan sonra Hazreti Selman Ebu’d-Derda’ ya şöyle dedi: “Rabbinin sende hakkı var. Nefsinin sende hakkı var. Ehlinin (eşinin) sende hakkı var. Her hak sahibine hakkını ver.” Ebu’d-Derda daha sonra Hz. Peygamber (sas)’e gelip durumu anlattığında, Peygamberimiz (sas): “Selman doğru söylemiş” buyurdu.

 Üstadımıza göre kuvvelerin istikameti adaleti doğurur. İstikamet hatt -ı vasat demektir, orta yoldur. İftrat ve tefritten uzak olma halidir.   

“Kuvve i şeheviyenin tefrit mertebesi, humuddur ki, ne helale ne harama iştihası yoktur. İfrat mertebesi fucurdur ki, namusları ve ırzları payimal etmek iştihasında olur. Vasat mertebesi ise, iffettir ki, helaline şehveti var, harama yoktur. 

Kuvve-i gadabiyenin tefrit mertebesi cenabettir ki korkulmayacak şeylerden bile korkar. İfrat mertebesi, tehevvürdür ki ne maddi ne de manevi hiçbir şeyden korkmaz. Bütün istibdatlar, tahakkümler, zulümler bu mertebenin mahsulüdür.  Vasat mertebesi ise şecaattir ki, hukuk-u diniye ve dünyeviyesi için canını feda eder; meşru olmayan şeylere karışmaz. 

Ve keza; kuvve-i akliyenin tefrit mertebesi, gabavettir ki, hiçbir şeyden haberi olmaz. İfrat mertebesi cerbezedir ki; hakkı batıl, bâtılı hak suretinde gösterecek kadar aldatıcı bir zekaya malik olur. Vasat mertebesi ise, hikmettir k; hakkı hak bilir, imtisal eder; batılı batıl bilir, içtinap eder.”(İşârâtü’l -İ’caz, Sözler yayın, sf,22)

Evet adaletin tayin ve tespiti bir taraftan moral değerlerle diğer taraftan beşerî ve sosyal kanunlarla mümkündür. Fakat bu kanunların bizler tarafından içselleştirilmesi için kalplerde ihsan ve istikamet de gereklidir. Bir adalet ağacı gibi. Ağacın görünen toprağın üzerindeki dalları moral değerler ve sosyal kanunları; görünmeyen toprağın altındaki kökleri de ihsanı ve kuvvelerdeki istikameti temsil eder.

Allah içimizi, dışımızı ve yeryüzünü adaletle doldursun. Âmin! 
26 Kasım 2021 16:32
DİĞER HABERLER