“Doğan yaşar yaşayan ölür ölen fena bulur diyen” Kus Bin Saide’nin dediği gibi zeval ve kemal arasında gidip gelen bir hayat yaşıyoruz.
Hüseyin ODABAŞI
“Doğan yaşar yaşayan ölür ölen fena bulur diyen” Kus Bin Saide’nin dediği gibi zeval ve kemal arasında gidip gelen bir hayat yaşıyoruz.
Peygamberimiz ’in(sav) devesi Adba yarışta hep birinci olurken bir ara deve yarışında geri kalmaya başladı. Üzülen sahabesini teselli etmek için her kemalin bir zevali vardır anlamında şöyle buyurdu: “Dünyada yükselttiği her şeyi geri indirmek Allah’ın bir kanunudur!” (Buhari, Cihad, 59, Rikak, 38) Dönen ve yuvarlak olan dünyanın hali budur.
Efendimiz ’in(sav) kurduğu Medine site devleti Hz. Ömer'le tekâmül etti mükemmel bir seviyeye ulaştı. Ki günümüzün din düşmanları bile Hz. Ömer'in(r.a) adaleti karşısında hayranlıklarını ifade etmek zorunda kaldılar. Fakat O’nun(r.a) medeniyeti de zevale uğradı. Alem -i İslam'ın önündeki kapı kırıldı ve fitne ve fesat ortalığı alıp götürdü. Daha sonra felaket devirleri başladı.
Burada medeniyetleri insana benzeten İbn ı Haldun'un ne kadar haklı olduğunu görüyoruz. Medeniyetler de insanlar gibi doğarlar, yaşarlar ve ölürler. İnsandaki kemal (zirve hali, gençlik hali) durmadığı gibi medeniyetlerdeki kemal ve güç de durucu değildir.
1096 ile 1272 yılları arasında gerçekleşen 13 haçlı seferi ile Kudüs'e kadar olan İslam coğrafyasını darman duman ettiler. Dikkat ederseniz 1071 Malazgirt zaferinden 20 sene sonra Haçlı akınları başladı. İslam'ın Rönesans'ını yaşandığı yıllarda bu haçlı akınlarının baş göstermiş olması da manidardır. Çünkü miladi 1009 ile 1106 yıllarını kapsayan hicri 5. asır aslında Müslümanların Rönesans'ının yaşandığı tabiri diğerle kafa ve kalp izdivacının yaşandığı müstesna bir zirve asırdır. 11. Asırda başlayan bu hayasız akınlar aslında, bir manada ta 15. Asra kadar devam edip gitti. (Varna Zaferi, 1444)
Diğer taraftan daha kötüsü, Haçlılar ile yapılan bu amansız mücadeleler sebebiyle İslam Dünyası Moğol saldırılarına açık hale geldi.
Cengiz Han’ın 1218 yılında başlatmış olduğu batı seferinden Türkistan direkt olarak; Kafkasya, Anadolu, Irak ve Suriye dolaylı olarak etkilendi. Cengiz Han’ın doğudaki kasabaları yakıp yıkması neticesinde yeni fethedilmiş olan Anadolu bu zulümlerden kaçan Müslüman Türklerle doldu. Yani Cengiz Han zulmü, “Allah isterse bir fâcir adamla da dinini teyit edip kuvvetlendirir”(Buharî, Cihad, 182) hadisine uygun olarak Anadolu'nun Müslümanlaşmasını hızlandırdı.
Batı tarafından gelip asırlarca sürecek olan Haçlı seferleri ile doğudan gelen Cengiz Han felaketi karşısında Müslümanların yaşadığı coğrafyada bir zeval, sönme ve kargaşa dönemi başladı.
Bu kemalden sonra başlayan zeval dönemlerini daha az hasarla atlatabilmek ve bu baş aşağı gidişin yeniden bir ihya hareketine dönüşebilmesi için toplumun ruh sağlığının yerinde olması ve manevi değerleriyle olan bağının kuvvetli olması gerekirdi. Aklı kadar kalbi; kalbi kadar kafası işleyen Mevlâna gibi, Yunus gibi, Sadrettini Konyevi gibi, Hacı Bektaş gibi, Hacı Bayram veli gibi mana sultanları adeta bir fener oldular ve 13. Ve 14. asrın karanlık vadilerini geçerken kendi toplumlarına rehberlik yaptılar.
Daha çok Yunus’un şiirleri üzerinden ruhu darbelerle ve felaketlerle sarsılan toplumlara rehberliğin nasıl yapılması gerektiğini anlamaya çalışalım. Çünkü Karlofça(1699) anlaşmasından sonra yaşadığımız amansız süreçler de, bizim için felaketler ve helaket zamanları oldu. Özellikle son bir asırdan beri Türkiye'de sahte darbelerle Türk toplumu cendereye alındı, aklı da ruhu da vicdanı da preslendi.
Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri 1335’in Eylül ayında gayet mustarip ve dertli olduğumdan bir nur arıyordum dediği yerde sözüne şöyle devam eder:
“Bir Cuma gecesinde nevm ile âlem-i misâle girdim. Biri geldi, dedi:
“Mukadderat-ı İslâm için teşekkül eden bir meclis-i muhteşem seni istiyor.”
Gittim, gördüm ki, münevver, emsalini dünyada görmediğim, Selef-i Salihînden ve a’sârın meb’uslarından her asrın meb’usları içinde bulunur bir meclis gördüm. Hicap edip kapıda durdum. Onlardan bir zât dedi ki:
“Ey felâket, helâket asrının adamı, senin de reyin var. Fikrini beyan et!”(Said Nursi, Sunuhat)
Tabiri görüyor musunuz? Demek içinde bulunduğumuz asır, bizim için felaketler ve helaketler asrı... Tespit bu.
Doğru tespit işin yarısını halletmektir.
Biz de bugün on üçüncü asırdaki Müslümanlarınkinden daha çok bir felaket ve helaket yaşıyoruz...
O zaman ne yapmalıyız?
Onlar bir taraftan Moğol istilalar diğer taraftan haçlı seferleri karşısında Yunusu ile Mevlanası ile yani mana sultanları ile toplum bünyesinde neyi nasıl yaptıysa biz de aynı şekilde davranıp motivasyon ve dirilme kaynaklarına baş vurmalıyız. Onlar toplumun ufalanıp dağılmasına engel olmak için nasıl davrandılar, ne yaptılar?
Kalbin tercümanı olan şiir diliyle de olsa onların dirilme kaynaklarını idrak etmeye çalışalım.
Derin bir Allah aşkının gönüllerde mayalanmasına sebep oldular.
“Dağlar ile taşlar ile
Çağırayım Mevla'm seni
Seherlerde kuşlar ile
Çağırayım Mevla'm seni”
Arifliğin diğer temelini kendini bilmeye bağladılar.
“İlim ilim bilmektir, ilim kenün bilmekdür,
Sen kendüni bilmezsin, ya nice okumaktur?”
Başkalarını değil kendilerini tenkit ettiler.
“Ey gönül bir dem bir vakit dünyadan usanmaz mısın
Bunca fasit işler ile yüzünden utanmaz mısın”
Garipliği yol edindi, iddiasız oldu, şöhretten uzak yaşadılar.
“Bir garip öldü diyeler
Üç günden sonra duyalar
Soğuk su ile yuyalar
Şöyle garip bencileyin”
Hak dostlarına yakın oldular, feyz aldılar.
“Mevlâna Hüdavendigar bize nazar kıldı.
Onun görklü nazarı, gönlümüz aynasıdır.”
Dostlarına karşı toprak gibi mütevazi oldular.
“Miskin Yunus ko sözüni, toprağa urgıl yüzünü
Toprağa düşmeyen dane, ahir yine bitmez canum.”
İrşat seyahatleri düzenlediler. Felaket günleri yaşıyoruz diye oturmayı tercih etmediler.
“Gezdüm Urum ile şam’ı
Yukarı illeri kamu.”
Allah’tan gelen her şeye razı oldular.
“Hoştur bana senden gelen:
Ya hilat-ü yahut kefen,
Ya taze gül, yahut diken..
Kahrında hoş lutfun da hoş.”
İncitmediler, incinmediler de.
“Bir kez gönül yıktın ise, o kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahî, elin yüzün yumaz değil.”
Peygamber sevgisini rehber edindiler.
“Arayı arayı bulsam izini
Izinün tozuna sürsem yüzümü
Hak nasib eylese görsem yüzüni
Ya Muhammet canum arzular seni”
Kriz dönemleri dolma ve şarj olma dönemleridir. Yolumuzu ve yöntemlerimizi yeniden gözden geçirme fırsatı verir insana. Bakım yapar ve eksiklerimizi tamir ederek geleceğe hazırlanırız.