Ferdi gafletin yanında bir de sosyal gafletler vardır. Bir millet tepetaklak baş aşağı gidiyordur fakat kendini terakki merdivenin basamaklarında yükseldiğini sanır.
HÜSEYİN ODABAŞI
Peygamberimiz (sav)’in çoğumuzun duyduğu güzel bir duasında gafletin sakınılması gereken bir kötü haslet olduğunu anlarız. Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz’in(sav) “Allah Teâlâ, ne dediğini bilmeyen insanın gafilce ve ciddiyetsizce yaptığı duayı kabul etmez!”(Tirmizi) beyanı vardır. Kur'an-ı Kerim: “Şu namaz kılanların vay haline! Onlar namazlarından gafildirler.” (Maun, 4, 5) buyurur. İbadetlerimizin ve dualarımızın kabul olmasına engel olan bu gaflet nedir öyleyse? Gaflet deyince ne anlamalıyız?
“Gaflet; dalgınlık, şuursuzluk, kendinde olmama; gâfil de çevresinde olup bitenlerden habersiz, her zaman şaşkın ve hem Hak’la hem de halkla münasebetleri açısından dikkatsiz yaşayan demektir. Uyur-gezer gibidir gafil; yürür, fakat yürüdüğünün farkında değildir. Bir şeyler yapar ama, ne yaptığını tam kestiremez. Hedefsizdir, çok defa abesle iştigal eder; eder de hep yürüdüğü yollara ve içinde yaşadığı zamana yenik düşer. Doğrusu, onun davranışlarında bir gaye aramak da beyhudedir; zira o bakıp da görmeyen, işitip de anlamayan öyle bir şaşkın ve öyle bir dalgındır ki, bazen etrafında cereyan eden kızıl kıyamet hâdiselerden bile habersiz yaşar.” (2009, Gaflet, Bamteli)
Ferdi gafletin yanında bir de sosyal gafletler vardır. Bir millet tepetaklak baş aşağı gidiyordur fakat kendini terakki merdivenin basamaklarında yükseldiğini sanır. Bu baş aşağı doğru gidişi görmemek için suni gündemlerle meşgul olur. Detaylarda boğulur. Neye ne kadar değer ve kıymet vereceğini ayarlayamaz. Deve kuşu gibi kafasını soktuğu lüzumsuz konuları veya şahsi çıkarından dolayı felakete doğru sürüklendiğini fark edemez veya fark etmek istemez. Bu tür sosyal bir gafletten çıkıp sıyrılmak öyle kolay değildir.
Şu an her türlü krizlerle büyük bir savrulma yaşayan Türkiye'nin durumu tam da böyledir. Lokantalar dolup taşıyor stadyumlarda taraftarlardan dolayı iğne atsan yere düşmüyor. Sosyal siyasi ve ahlaki krizleri hisseden var hissetmeyen var. Evine ekmek götürebilenler kendilerini esas alıp “kardeşim ne krizi ne uçurumu” deyip gerçeği görmemekte direnebiliyor. Çarkını çevirenler işi bozulan, yuvası yıkılanların halini anlamıyor. Anlamıyor çünkü her akşam Televizyonlarda ülke bir cennet bahçesi gibi olağanüstü olarak gösteriliyor. Hatta krizler şöyle dursun bu TV'lere göre Almanya bile ülkemizi kıskanıyor ve Rusya Kıbrıs gibi bizim uydumuz olmuş hizmetimizde bulunuyor. Bir millet ve devlet kuruşundan itibaren ilk defa bu denli bir varlık tehditi ile karşı karşıya kalmasına rağmen büyük başların gafletini, halkın umursamazlığını anlamak mümkün değil.
Aslında bu sosyal gaflet çöküş devrini yaşayan her medeniyetin garip bir halidir. Tarihte 1453 senesinde Konstantin, Fatih Sultan tarafından geniş çaplı bir muhasaraya maruz kalır. Bizans, Haliç'ten gemilerin yürütülmesi karşısında şaşkına döner. Şaşkına dönerler fakat bu şiddetli muhasara karşısında Bizans milleti, Hz. İsa’nın bu işgale yer yüzüne inerek müsaade etmeyeceğini düşünürler. Halkta değişik bir rahatlık ve gaflete dayalı bir güven vardır. Papazlar herhalde gündem değiştirip halka sahte bir rahatlık oluşturmak için midir nedir; halkı kiliselere toplayan din adamları meleklerin dişi mi erke mi olduklarını hararetle tartışırlar. Gruplara ayrılmış olan Bizans milletinin konusu budur, gündemleri budur. Meleklerin dişi mi erkek mi olduğu meselesi işgale uğramaktan daha önemlidir.
45’li yıllarda II. Dünya savaşı başlangıçta Almanların lehinde olsa da artık tanklar tüfeklerle düşman Berlin sokaklarına kadar dayanmıştır. Düşman işgali arttıkça halkı gaflete sürükleyen propagandanın dozajı da artar. Aslında yenilgiye uğrayan Alman orduları halkın nazarında zaferden zafere koşmaktadır. Şehrin bir tarafında çatışmalar olurken diğer tarafında balolar, eğlenceler yemeli içmeli toplantılar devam etmektedir. Yenilgiye uğrayan Almanların gafletlerinden dolayı bu mağlubiyeti kabullenip idrak etmeleri bir hayli zaman alır.
Batmaz diye düşünülen Titanik gemisini bilirsiniz. 1912 yılında Tanrı bile batıramaz dedikleri Titanik buzullara çarpıp battı. Osmanlı batarken de Titanik gemisi gibi batmaz yıkılmaz olarak düşündüklerinden olsa gerek Lale Devri’nden itibaren adını “devlet i ebed müddet” olarak koydular. Öyle bir devlet ki sonsuza dek yıkılmaz demekti bu. Fakat öyle olmadı hem de Osmanlı tonlarca altınla Dolmabahçe Sarayı’nın yaptırdığı dönemde yıkılıverdi. Geçici be sınırlı olan bu dünyada “devleti ebed müddet” nasıl olacaktı ki! Şimdilerde buna “beka” sorunu diyorlar. Bekası olan veya “Baki” olan yalnızca Allah’tır. Fani olan yapılara baki demek hayra alamet değildir.
Osmanlı yıkıldı yerine Türkiye Devleti kuruldu. Birinci Meclisi açarken çekilmiş fotoğraflara bakarsanız Paşa’nın çevresinde gür sakallı ve sarıklı hocaların dua ettiğini görürsünüz. Bu gür sakallı hocaların hiçbirinin aklında Hilafetin ilgası veya ezanların Türkçe okutulması falan yoktu. Yoktu fakat mecliste bu konularla alakalı hararetli tartışmalar olurdu. Asıl hocaları ilgilendiren bu konular karşısında ise Hocalar Meclisin mescidinde namazlarını kılıyor ve daha mühim konularla meşgul oluyorlardı(!) Mesela namaz esnasında secde edilen yere sinek konsa pislik bırakmış olsa bu secde caiz miydi yoksa değil miydi? Hocalar meclisin mescidinde bu konuları tartışadursun halifelik gibi bir sürü dinimize ve ahlakımıza uymayan inkılap yasaları mecliste oylanıyor ve kanunlaşıyordu. Hocaların gafleti pahalıya mal oldu. Hakiki Müslümanlara yıllarca süren bir eziyet ve sürgün ve hapishane dönemi başladı.
Namazda sineklerin pislediği yerlere secde edilir mi diye tartışan hocalarla Konstantin'i kaybederken meleklerin erkek mi dişi mi diye tartışan papazlar arasında çok da bir fark yoktur. Aynı gafletin bugün Türkiye'yi bir kara bulut gibi bir baştan bir başa kapladığını görüyoruz. Çünkü zulümler eziyetler son sürat devam ediyor. Masum insanlar hiç yoktan yere hapishane köşelerinde inim inimi inletiliyor. Bu kadar dini müesseslerin olduğu bir dönemde inançsızlık almış başını gitmiş, kimsenin umurunda değil. Üstadımız demiş; “büyük kafaları gaflet içinde görüyorum.” Artık Üstadımızın gördüğü gaflet günümüzde metastaz oldu. Bütün cemiyetin vücudunu sardı. Bir Allah’ın inayet eli imdadımıza yetişmezse gaflet kanseri ruhumuzu toptan teslim ve esir almak üzeredir.