“Cevahirin kadrini cevher füruşan olmayan bilmez” kaidesine göre Çağlayan dergisiyle asrın azgın fitne dalgalarına karşı yol almaya çalışan Hoca Efendi, Üstadımız Bediüzzaman’ın Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu Dergisine” sahip çıkmasını örnek bir davranış olarak bize anlatır:
HÜSEYİN ODABAŞI- SAMANYOLUHABER.COM
Derginin, hür tefekkürün kalesi olduğunu söyler Cemil Meriç.(Bu Ülke) Fikir işçilerinin yok olmaması ve hayatta kalabilmeleri için sağlam bir kaleye sığınmak gerekir. Çünkü fikrin varlığı onu hayata taşıyan fikir işçilerinin varlığına da bağlıdır. Yoksa tarih fikir çöplükleriyle doludur.
Fikri birikimini Sızıntı dergisinden alarak yayın hayatına devam eden Çağlayan dergisi, müşterileri asrın mustariplerinden meydana gelen Nuh’un gemisi gibidir. İçeriği bakımından risalelerden meydana gelen bu gemide devrin mazlumları, batmak ve boğulmaktan korunarak sahil -i selamete ulaşır.
“Cevahirin kadrini cevher füruşan olmayan bilmez” kaidesine göre Çağlayan dergisiyle asrın azgın fitne dalgalarına karşı yol almaya çalışan Hoca Efendi, Üstadımız Bediüzzaman’ın Necip Fazıl’ın çıkardığı “Büyük Doğu Dergisine” sahip çıkmasını örnek bir davranış olarak bize anlatır:
“Onun cemiyet ve insanlık için fedakârlık ufkunu anlama adına fikir verecek bir hatırayı Vehbi Vakkasoğlu Bey'den dinlemiştim. Kendisi Necip Fazıl merhumu ziyarete gittiğinde ona Zübeyir abiden işittiği bir hatırayı naklediyor.
Büyük Doğu dergisinin sıkıntılar yaşadığı, bir yayınlanıp bir yayınlanmadığı dönemlerden birinde yine parasızlıktan dolayı dergi basılamayacak gibi oluyor. Bu mevkûte o zaman için çok önemli bir misyon ifade ettiğinden Üstat Hazretleri ona İslam'ın sesi ve soluğu olarak bakıyor. Fakir de gençlik yılları itibarıyla hatırlarım, Büyük Doğu o zaman için ufuk açıcı, yüreklendirici, inananların hallerine tercüman olan, onların sıkıntılarını dile getiren önemli bir yayındı.
İşte Büyük Doğu'nun parasızlıktan dolayı basılamayacak olması Üstad Hazretleri'ne çok dokunuyor ve Zübeyir ağabeyi çağırıp ona, “Zübeyir, Doğu çıkmayacakmış, mutlaka bir şey yapmamız lazım” diyor. Zübeyir abi de, “Üstadım, neyimiz var ki bir şey yapalım.” diye cevap veriyor. Bunun üzerine Üstad Hazretleri, “Benim, kışın üzerime aldığım eski, yamalı bir yorganım vardı. Belki birisi bir değer atfeder de onu satın alır. Siz de elinize geçeni Doğu'ya gönderirsiniz.” diyor. İşte Hazreti Üstad o yorganı sattırıp bedelini dergiye gönderiyor. Vehbi Vakkasoğlu Beyefendi, “Bunu Üstad Necip Fazıl'a anlattığımda yüzünü pencereye çevirdi ve hıçkıra hıçkıra ağladı.” demişti.”(Fethullah Gülen. Kategori: 2016 Kürsüleri.)
Bir zamanlar ziyaretine gittiğimizde Hoca Efendi, parasını verip satın aldığı Çağlayan Dergilerini biz misafirlerine tek tek dağıtarak hediye etti. Hal diliyle “benim gibi bu dergiyi satın alıp dağıtabilirsiniz” demeye getirdi. Kanaatimce Hoca Efendi, Çağlayan Dergisine Sızıntı Dergisi’nden daha büyük bir misyon yüklüyor. Adlarından belli değil mi? Birinin adı “sızıntıydı”, şimdikinin adı “çağlayan” …
Sızıntı Dergisinden Zaman gibi gazeteler, Samanyolu gibi televizyonlar doğmuştu. Çağlayan’a sahip çıkarken de böyle bir mayalanmaya dayelik yapacağını düşünmek gerekir. Çünkü derginin içeriğinde her konudan bir şey var. Fizikten fıkha kadar; kâinat kitabından Kur'an-ı Kerim kitabına kadar fikir yelpazesi çok geniş. O’nda her konu bir tohum, her fikir bir düşünce atlasıdır.
Cemil Meriç'e göre kitap, fikrin taşıyıcısıdır. Mevlâna'nın hoşgörü anlayışını Mesnevileri, Üstadımızın iman davasını Risaleleri, tevhidin tecrübeyle yaşanmış hallerini de İmam u Rabbaninin Mektubat’ı taşır. Çağlayan gibi dergilerde ise renk desen farklarıyla beraber bir gökkuşağı gibi cemaat ruhuna uyum sağlamış fikirlerin taşınması, bu fikirlerin irtibat kurduğu fertlere sevki ve gelecek nesillere intikali söz konusudur.
Çağlayan kalp ve kafa izdivacının bir ürünüdür. Ele aldığı konular itibariyle içeriği, hem kalplerin hem da beyinlerin beslenmesine matuftur. Hizmetimizin Risale-i Nurlarla temeli atılan genel postulatının en açık ve renkli halidir. Çünkü her derin tefekkürün ve cemiyet hareketinin genel bir postulatı olur. Bu postulat bizde kalp ve kafa izdivacıdır. Endülüs Emevi Devletiyle bir yerlere kadar gelip donan Rönesans'ımızın şifreleri bu postulatın işlettirilmesinde saklıdır. Beyin yapıcımız ve Ruh heykelimizin mimarının ifadelerinde Çağlayan çizgisinde yayın yapan mevkutelerin misyonunu daha iyi anlarız:
“Vicdanın(kalbin) ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder.
İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder."(Bediüzzaman, Münazârat)
Alem i İslam'da zulmü hortlatan taassuptan ve ayağımıza çelme takan şüpheye dalmış aklın hilelerinden Allah’a sığınırız.
“Said’in müridi, bir havariler ormanı. Yekpare ve kesif. Ağaçlar kaynaşmış birbirleriyle. Ve bağrında adsız bir uğultu yükseliyor. Bir fırtına rüzgarına benzeyen Nur Risalelerinin zaman zaman boğuk, zaman zaman heybetli yankısı.” (Cemil Meriç)
İşte Çağlayan Dergisi, bu havariler ormanındaki Risalelerden günümüze ulaşan heybetli bir yankıdır.