Halktan uzakta kalmak için büyük bir kapı yaptırdığını duyduğu valisine verdiği tepkiye bakın.
İçimizdeki Ömer'i bulma zamanı!
Hz. Ömer'i (r.a.) anlamak, asırlar ötesinden onun asrına bakan birisi için, pek zordur. Zira Hz. Ömer (r.a.) değil standart bir Müslüman yaşamını, o standardın çok üstünde olduğunu bildiğimiz sahabe hayatını bile zorlayacak bir hayat yaşamıştır. Onun takvası, zühdü ve adeta sırat-ı müstakim üzerine çakılmış gibi duran ayakları; pek çok sahabinin bile gıpta ile kendisini anmasına neden olmuş, düşmanını da korkuya boğmuştur.
Fakat bu noktada bir şeyin altını iyi çizmek gerek: Halit Çil'in Ömer'ini Arayan Yüzyıl kitabında da altını sürekli çizdiği gibi; Hz. Ömer (r.a.), aşinası olduğumuz liderlerin aksine, asla “hakkını arayanın” korktuğu insan olmamıştır. Hakka taraftar olanlar, her zaman onun yanında kendilerinden emin olmuşlar ve canlarına emniyet bulmuşlardır. Bunun aksine; yanlışlarını devam ettirmek isteyenler, en çok hürmet bekledikleri sıfatlarıyla dahi, gram üstünlük sağlayamamışlar, kamçısının korkusuyla dip bucak saklanmışlardır. O, Hz. Peygamberin (a.s.m.) ifadesiyle “şeytanın dahi kendisinden korkup saklandığı, yolunu değiştirdiği” bir insandır.
Ne dünyaları fethetmek, ne ülkesinin sınırlarını okyanus kenarlarına kadar götürmek ve ne de devletin kasalarını büyük servetlerle doldurup taşırmak hevesi vardır onun... Onun tek hevesi; kendisinden önce ümmeti selametle idare eden iki arkadaşına, yani Fahr-i Kainat'a (a.s.m.) ve Hz. Ebu Bekir'e (r.a.) iyi bir halef olmaktır. Onların bıraktıkları kıymetli mirası, yani Kur'an'ı, sapasağlam daha sonraki nesillere taşımaktır. Şehid oluncaya kadar da öyle bir hayat yaşayacaktır.
Sanmayın bu imtihan kolaydır, aksine; varlık zamanının imtihanı daha zordur. Hz. Ömer, İslam'ın elmas hakikatleri karşısında süpergüçlerin dize geldiği bir dönemin halifesidir. Bir günde bütün Kisra hazinesinin Medine sokaklarına taşındığı şatafatlı zamanları görmüştür, Ömer. Ve bu zamanları gören büyük halife, daha bundan on sene evvel, yiyecek bir şey bulamadığı için sahur yapamadan oruç tutmaktadır. Öyle bir sıkıntı içinden gelen bu büyük insan, asla o dönemlerin sıkletiyle varlık zamanlarında kaybolmamıştır. Hatta öyle zahidane bir hayat yaşamıştır ki, halifeliği boyunca; bir gün Hz. Ali (r.a.) bu hale dayanamaz, ona şöyle nazlı bir sitem eder:
“Ey Ömer, böyle yapma, kendinden sonra halife olacakların durumunu çok müşküle sokuyorsun.”
Düşünün bir kere, bugünün siyaseti, Bediüzzaman'ın ifadesiyle “menfaat üzerine dönen canavar” olmuş tüm İslam âleminin kalbini ısırmakta! Fakat her mağdur, kendi sevenleri için mağdur. Fırat'ın kenarındaki koyunun ölümünden kendisine bir pay çıkaracak Ömer ruhlular kalmamış. Her birimiz, kendi partimizin, şirketimizin, milletimizin sorunlarına hapsolmuş bir haldeyiz. Tüm beşerin, problemlerle kavrulduğu bir asırda, biz hâlâ, “Önce ben, önce ben!” diye bağırarak ahirzaman sokaklarında gezinmekteyiz.
Bu yönüyle her bir asır ve özellikle bu asır, her yanında kanayan yaralarla kendisine Ömer ruhlular arıyor. Bir Ömer gelsin, sesine ses versin, mazlumların çilesine ortak olsun istiyor. En azından kendisi için dertlensin, derdini dert bilsin arzu ediyor. İnsanlar; kendisi gibi yaşayan ve gönderdiği her valiye; “Sakın halk gibi yaşamaktan ayrılmayın, onları kendinizden koparmayın” diyen Hz. Ömer gibi liderler arıyor.
Halit Çil'in, Ömer'ini Arayan Yüzyıl kitabında aktardığı gibi; kendisini
halktan uzakta tutmak için büyük bir kapı yaptırdığını duyduğu valisinin kapısını yaktıran, gururlandıklarını sezdikleri zaman Medine'ye çağırıp onlara çoban elbisesi giydiren, kendi oğlunun cezasınını kendisi uygulayan Hz. Ömer gibi, bize halkın içinde yaşayacak, halkı için yaşayacak insanlar gerek.
Bu nedenle, Halit Çil'in kaleme aldığı Ömer'ini Arayan Yüzyıl kitabını ayrıca kıymetli buluyorum. Bu eser, Hz. Ömer ve yirmi birinci yüzyılın liderlik anlayışı eksenli tahlilleriyle pek çok konuda yüzünüzü Asr-ı Saadet'e çevirecek gibi... Bu kitabı okuduğunuz zaman, belki benim gibi siz de soracaksınız: “Acaba yirmi birinci yüzyıla gelmekle biz ilerledik mi, yoksa insanlık olarak geriledik mi?” Öyle ya, teknoloji her şey değildir. En büyük hazine nihayetinde insandır. İnsanın kalitesiz olduğu yerde, bolluk veya bereket olsa ne olur? Her şey nihayetinde insana dayanır, insanla güzeldir ve yine insanla berbat olur.
Halit Çil - Ömer'ini Arayan Yüzyıl
Nesil Yayınları
Ocak 2011, 382 sayfa