Samanyoluhaber.com yazarı Safvet Senih bugünkü yazısında Fethullah Gülen Hocaefendi'den önemli uyarılarını kaleme aldı
SAFVET SENİH - SAMANYOLUHABER.COM
Muhterem M. Fethullah Gülen Hocaefendinin bazı sohbet ve yazılarından derlediğimiz ibretlik tesbitleri arzetmek istiyorum:
“Buhârî şârihi Kastalanî’nin üzerinde ısrarla durduğu 17 Sahabe vardır ki, bunlar kullukları adına hiçbir zaman kendilerini yeterli görmemiş ve hayatları boyunca hep nifak (münafıklık) endişesi taşımışlardır. Hz. işe (r. anha) ve Seyyidina Ömer (r.a.) bunlardan sadece ikisi… Bu beşer üstü zatların şahsî kullukları adına takındıkları bu tavır, bizim için çok ciddi bir ölçü olmalıdır. Öyleyse bizler, gerek ferdi ibadetimiz, gerekse ictimaî ibadet diye adlandırabileceğimiz hizmet hayatımızda, her zaman nefsimizi sorgulamalı ve onun küstahlaşmasına fırsat vermemeliyiz. Aslında bu Bediüzzaman’ca, İmam-ı Rabbanî’ce, Hz. Ali’ce bir düşüncedir. Bediüzzaman; ‘Allah bu dini fâcir insanlarla da te’yid eder’ hadisini ele alırken, nefsine ‘dine hizmet ettim diye fahirlenme, sen kendini, işte o racül-ü fâcir (günahkâr adam) bilmelisin’ der. İmam-ı Rabbânî: ‘Nefsim itibariyle kendimi hiçbir zaman eşek kadar bile görmedim’ mülâhazasıyla beden ve cismaniyetine bakar. Tabii, edâ edilen misyona gelince, orada ‘Nefis cümleden ednâ, vazife cümleden âlâ’ prensibi geçerlidir. Allah, bir oduna bile çok işler gördürebilir. Nitekim bazı çapa ve küreklerle, gül bahçeleri çapalandığı gibi, helâ çukurları da karıştırılabilir. Bizim iyi şeylere âlet olmamız –bizi bu yolda kullanana canlarımız kurban olsun – sadece ve sadece O’ndandır. Evet, her şey O’ndan, bu şeyler üzerindeki bütün güzellikler de yine O’ndandır.
“Ve Hz. Ali (r.a.) hayatı boyunca İslâm adına yapılan bütün mücadelelerin hep içinde ve önünde yer almıştır ama; bazen Efendimiz (S.A.S.) onu Medine’de yerine vekil bırakınca, cihaddan geri kalma kendisine çok dokunmuş ve bunu kendisinin liyakatsızlığına vererek bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştır. Evet o, siz cihada gidiyorsunuz, ben ise burada, kadınlarla, çoluk-çocukla baş başa kalıyorum’ diyerek hislerini ifade etmiştir. İşte gün gelmiş, bu samimi niyeti onu, tekrar öne çıkartmıştır. Hayber’de, Hayber’in kapısı sökülemeyince, İnsanlığı İftihar Tablosu ‘Ali nerede?’ demiş. Gözleri rahatsız olarak huzura gelen Hz. Ali’ye dua etmiş, o tiryak tesirli mübarek tükürüklerinden onun gözlerine sürmüş ve derken Hayber’in o çözülmez kapısı onun eliyle sökülmüştür. Misallerini arz etmeye çalıştığımız bu mülâhaza ile insan, hizmette arkada kalmayı onuruna yedirememeli ve bunu yüzüne savrulmuş bir hakaret saymalıdır.
* * *
“Herkes, bir yönüyle İslam’ın temel rükünlerinden biri olan meşverete riayet etmeli… ve nefsine, ailesine, çoluk çocuğuna, işine, hatta hizmet felsefesine rağmen, günümüzün kudsileri içinde yerini alabilmesi adına her şeye âmâde ve teşne bulunmalı… ve bir gün kendisine de vazife terettüp ettiğinde hiç duraklamadan ve tereddüt yaşamadan, ‘baş göz üstüne’ deyip vazife yerine koşmalıdır.
“Hâsılı; herkes, hem içte hem de dışta mutlaka kendini hazırlamalı ve vakti gelince de arkasına bakmadan çekip gitmelidir. Burada bir hatıramı nakletmek istiyorum. İzmir’de ilk defa idarecilik yaptığım bir müessesede hüsn-ü zan beslediğim bazı talebeler vardı. Bunların içinde bazıları İzmir gibi gafletin ve nefsâniliğin gemi azıya alıp gezdiği bir yerde, okula gidip-gelirken ihtimal gözleri harama ilişmiş. Ve bir günlerden bunlardan iki talebe, bir dostumuza gidip demişlerdir ki: ‘Elimizde olmayarak, çarşıdan geçerken gözümüz harama ilişti. Ne olur! Şunu al, sadaka olarak ver, biz de tevbe edelim. (…) Ben çok defa, acaba, Üstadın, ileriye matuf vâdettiği, İslâmî hayatın bütün ünitelerde temsil edilmesi misyonunu, Allah (c.c.) bunlar içerisinden bazıları ile gördürür mü diye onlar hep ümitle bakmış, bu kadar duru, inşaallah o kadar da o ufkun insanı olurlar, mülahazalarını yaşamış ve ardından da kendime defalarca şöyle demişimdir: ‘Acaba bir gün gerçekten bunların, bu misyonun insanı oldukları ortaya çıkarsa, sen şimdi onları talebe gibi karşına oturtuyor, ders takrir ediyor ve nasihatte bulunuyorsun, acaba o gün karşılarına oturup onları dinleyebilecek misin?’ (…) “Dinlemelisin; zira bu bir vecibedir’ dediğim hiç de az değildir.”
Evet gerçek bu!.. Kendimizi bir nefer bir ırgat gibi görmeden, her hizmet ve her vazifeyi görmeye âmâde görmeden bu büyük, umumî, kudsî, umumî Hizmet yerine getirilemez.