Türkiye’nin içine dönmek burnumuzun ucunu kaçırmaya vesile oluyor. Türk-Amerikan ilişkilerindeki bozulma trendi ise Türkiye’nin bölgesinde oynayabileceği rolü gölgelemekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin de ‘istikrarsızlaşması’na yol açma tehlikesi tanıyor.
Bu açıdan, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın gaza gelip Amerika’ya da ‘one minute’ çekmesinin ne kendi siyasi hedefleri ve ne de Türkiye’nin genel performansına bir yararı yok.
Türkiye’nin özellikle Ortadoğu ve daha geniş çevresinde bir süredir çizdiği ‘yumuşak güce dayalı’ profil ve oynadığı ‘olumlu’ rol, kendisini Washington nezdinde özellikle değerli kılmıştır. Bu rolü sürdüremeyecek bir konuma girdiği takdirde, ‘iç istikrarı’nın da olumsuz etkilenebileceği bir rotaya kendisini sokar. Şu dönemde böyle bir tehlike söz konusudur ve bu, büyük ölçüde ‘Ermeni dosyası’ üzerinden Amerika ile sınırları iyi ayarlanmamış bir itiş-kakış içine girilmesinden kaynaklanıyor.
Ermenistan ile ‘normalleşme’nin gerçekleştirilmesi ve ‘Protokoller’ ile açılan sürecin devam etmesi, İran ile ve bu arada İsrail ve Amerika ile ilişkilerde ‘ince ayarlı’ bir dengenin tutturulması, Türkiye’ye uluslararası politikada ‘etkili’ bir aktör imkânı kazandıracak ve ülke içi dengeleri de sağlama almasını sağlayacaktır.
Oysa şu sıralarda bu konuda tam bir dağınıklık görüntüsü dikkat çekmeye başlıyor.
Yanı başımızdaki ve çok yakın zamana dek Türkiye açısından bir numaralı ‘güvenlik sorunu’ olarak algılanan Irak’ta önümüzdeki kısa ve orta vâdeyi birebir etkileyecek seçimler yapıldı ve Türkiye’de resmi kanallar dahil, kamuoyunda da akıl almaz bir ilgisizlik ve bilgisizlik Irak’a dönük olarak hüküm sürüyor.
***
Irak seçim sonuçları henüz alınmadı. Alındıktan sonra da seçime katılan ittifakların karmaşık yapısı ve oy oranları nedeniyle Irak’ta yeni bir hükümet kurulması ve yeni Cumhurbaşkanı seçilmesi şayet aylar değilse de haftalar süreceğe benziyor.
Ne olursa olsun, Irak’ın ‘siyasi haritası’nın bu seçimlerle ciddi bir değişikliğe uğrayacağı aşağı yukarı kesin görülüyor. Şu ana kadar ulaşan seçim sonuçlarına göre, Başbakan Nuri el-Maliki’nin başını çektiği liste ile eski başbakanlardan İyad Allavi’nin ‘Irakiyye’ adlı eski Baasçılar ve Arap milliyetçilerinin damgasını güçlü biçimde taşıyan ‘laik’ listesinin çekiştiği anlaşılıyor.
Üçüncü sırada ise Şii-İslâmcı partilerin ittifakı olan Ulusal Irak İttifakı geliyor.
İyad Allavi’nin başbakanlığı elde etmesi halinde, Irak’ın Arap dünyasına doğru çekileceği ve eski bir Baasçı ve daha sonra CIA ile yakın işbirliğindeki, kendisi de Şiî olmakla birlikte ‘laik Arap milliyetçisi’ konumu daha önce çıkan Allavi yönetimindeki Irak’ın S.Arabistan, Ürdün ve Mısır’a yaklaşacağı öne sürülüyor. Öyle bir sonuç, Bağdat’ta 2003’teki savaştan bu yana hüküm süren Şiî ağırlıklı yönetimin sonu anlamına gelecek.
Nuri el-Maliki ise İran ile Irak’ın yakınlığını daha fazla koruyacak, İran ile ABD arasında ince denge üzerinde duran bir Irak’ı ifade edecek.
Bu arada, kuzeyde blok oy kullanarak 325 kişilik Irak parlamentosunda iktidarın ‘anahtarı’nı Kürtlerin tutmaya devam edeceği de söylenebilir. Aralarındaki tüm çekişmeye rağmen, Kürtlerin, Maliki’yi Allavi’ye tercih edeceği de söylenebilir. Irak’taki iktidar yapısının Şii-Kürt ekseni üzerinde devam etmesi, Amerikan askerlerinin çekiliş takviminin işleyeceği bu yıl itibarıyla en kuvvetli ihtimal olarak duruyor.
Bir dizi karmaşık ittifakın yansıyacağı 325 kişilik Meclis’te, yeni hükümet sayısız pazarlıklardan sonra en az 163 kişinin desteğiyle kurulabilecek. Yeni hükümet kim olursa olsun, Irak, seçim sonrası yansıyan tablodan sonra yönetilmesi çok güç bir ülke olmaya devam edecek.
Türkiye, nasıl bir ‘Irak denklemi’nden yana? Ya da ‘Irak denklemi’nin neresine oturuyor?
2009 Ekim’inde Bağdat’ta 40 anlaşma imzalandığı gün yanında 10 bakanla birlikte gelmiş olan Başbakan Tayyip Erdoğan, Yeşil Bölge’deki Başbakanlık binasında Nuri el-Maliki’nin yanında basın toplantısında ‘Bugünden itibaren biz iki devlet, tek hükümetiz’ diye ilân etmişti.
Yaklaşık yarım yıl sonra, yukarıdaki sorunun cevabını bilmiyoruz. Hükümetin de bildiğinden emin olamıyoruz.
***
Çoktandır uyuyan Filistin-İsrail görüşmelerinin ‘dolaylı’ yoldan başlamasının eli kulağında. Obama’nın Özel Temsilcisi George Mitchell, taraflar arasında ‘mekik diplomasisi’ ile görüşmeleri başlatacak. 1993 Oslo Süreci’nden bu yana yüz yüze görüşen Filistin ve İsrail tarafları arasında bu işe yıllar öncesine oranla ‘geri noktadan’ başlamak demek.
Ancak Filistin tarafında Fetih-Hamas bölünmesi bir yandan, herhangi bir çözüme yatkın gözükmeyen Netanyahu’nun İsrail’de işbaşında bulunması, Filistin-İsrail tarafları arasında herhangi bir görüşmeyi imkânsız kılmıştı. O açıdan bakıldığında, Ortadoğu’da ‘müzakere yoluylu barış ve çözüm arama’ yönünde pek hafif bir kıpırdamadan söz edilebilir.
Türkiye, o ‘süreç’in neresinde görünüyor.
Yakın çevresinde kendi taraf olduğu sorunları aşamayan bir Türkiye’nin dünyanın en karmaşık meselelerinde yapıcı bir rol oynaması mümkün mü?
Güney Kafkasya’da bir yıl önce yapıcı gözüken Türkiye, tam da Ermenistan ile ikili ilişkileri üzerinden Amerika ile sürtüşmeye giriyor. Bir yazar dün Güney Kafkasya’ya ilişkin ‘Diyaspora mutsuz. Ermenistan’da yaşayanların kafası karışık. Türkiye sert savunma yapıyor. Azerbaycan savaş tehdidinde bulunuyor. Amerikan Dışişleri’nin tasavvur ettiği ‘normalleşme’ bu mudur?’ diye soruyordu. Soykırım yasa tasarısının geldiği noktadan daha ileri gitmeyeceğini, çünkü Amerikan stratejik çıkarları bakımından Türkiye’nin öneminin çok büyük olduğunu hatırlatarak.
İlk gününde de yazdık; bu tasarı Temsilciler Meclisi’nden geçmeyecek. Amerika’da herkes bunun farkında. Bunun böyle olduğunu bile bile ‘iç politikada tribünlere oynayarak dış politika yapmak’ Türkiye açısından akıllıca bir şey mi?
Bir başka soru, AB ile ilişkileri sorunlu ve tıkanık iken, bir de Amerika ile ‘kavgalı’ bir Türkiye, kendisine bölgede anlamlı bir rol bulabilir mi?
Dış politikada sorunları ‘kronik’ hale getirmenin ve yeni sorunlar çıkartmanın, Türkiye’nin iç politikası ve iç dengelerine kötü yani ülkeyi istikrarsızlaştırıcı etkisi olmaz mı?
Tayyip Erdoğan bu soruları kendisine sormuyor mu? Ahmet Davutoğlu ona söylemiyor mu?