'İdrak ettiğimiz bu bayramda elbette sevinemez ve gülemeyiz...'

''Sevincin, sevginin en uygun mevsimi olan bayramı yine hüzünle kutluyoruz. Çünkü dünyânın bir çok yerinde hususiyle ülkemizde; parçalanmış aileler, mağdur, mazlum, mahkum, mahcur ve gaybûbet içinde bulunan boynu bükük, gözü yaşlı, yetim, özürlü ve buruk hale getirilen insanlarla dolu olduğunu görerek, idrak ettiğimiz bu bayramda elbette sevinemez ve gülemeyiz.''
Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com
Benliğimizi ve Ruhumuzu Saran Bayram!

Rahmetiyle, mağfiretiyle ehl-i îmanı firdevslere hazırlayan, Allah’ın rahmetinin sağanak sağanak üzerimize döküldüğü, mânevî atmosferinin ruhumuzu okşadığı mübârek ay Ramazan-ı şerif, içimizde hüzün bırakarak ayrılıp gitti. Allah (cc) cümlemize tekrarını nasip etsin.

Ehl-i îmanın uhrevîleşmesini temin eden, şer düşüncelerin önünü kesen, bizlere huzur iklimini tattırıp mânevî bahar mevsimi yaşatan,  oruç, teravih namazı, iftar, sahur, muhtevâyı anlama niyet ve gayretiyle okunan mukâbeleler, sohbetler, zikir ve fikirler, ziyâretler, hizmetler, zekât, sadaka, sadaka-i fıtır ile fakirlerin, gariplerin, yetimlerin imdadına koşulan, insî ve cinnî şeytanları çatlatan, yapılan hayır ve hasenâtın coşkulu bir şekilde hayata yansımasına vesîle olan Ramazan-ı Şerif, içimizde ayrılık ateşini yakıp hüzün bırakarak gitti.

Ramazan-ı Şerif; kalblere inşirah vererek, ümitle coşturarak, bir meltem esintisiyle, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hiç kimsenin tahayyül ve tasavvur edemediği sürpriz nimetlerin vâdedildiği, ölümsüz ve ebedî âlemin güzelliklerini ruhlara üfleyerek, ‘ömrü olanlara seneye tekrar buluşmak üzere’ diyerek vedâ edip gitti. 

Bütün bunları ve daha nice güzellikleri insanlığa kazandıran, ilâhi rahmetin, af ve mağfiretin gönülleri yıkayarak, âhiret hesâbına yatırım yapma fırsatının yakalandığı, rahmet, mağfiret ve günahlardan arınma imkanı kazandıran ve Allah’ın hususi lütuflarının ruhları sardığı bu atmosferle, her ne kadar hüzünlü de olsa Allah (cc) bayrama kavuşmayı lütfeyledi. 

Sevincin, sevginin en uygun mevsimi olan bayramı yine hüzünle kutluyoruz. Çünkü dünyânın bir çok yerinde hususiyle ülkemizde; parçalanmış aileler, mağdur, mazlum, mahkum, mahcur ve gaybûbet içinde bulunan boynu bükük, gözü yaşlı, yetim, özürlü ve buruk hale getirilen insanlarla dolu olduğunu görerek, idrak ettiğimiz bu bayramda  elbette sevinemez ve gülemeyiz.

Bütün bunlara rağmen, -inşaallah- şafak söküyor, ortalık ağarıyor, nesl-i cedidle dünya kurtuluş arefesinde.. Günler yavaş yavaş gerçek bayrama kayıyor. Bizler için önemli olan, Allah’ın lütfettiği, ikram ettiği nimetlere şükürle mukâbele, musîbetlere de sabırla dayanmak olmalıdır.   

Mübârek Ramazan-ı Şerif’te bir ay emre itaat şuuruyla, helal nimetlere bile el uzatmadan oruç tutmanın, bin aydan daha hayırlı Kadir gecesini ihyâ etmenin ve bir aylık orucun sonunda  bayramla toplu iftara ermenin mutluluğunu yaşıyoruz.  Allah’ın affına ve mağfiretine ulaşmanın bir sevinci olan Bayram da bir nimettir. Bu nimetin şükrü de, yılın her gününü Ramazan bilip, her gecesini de Kadir gecesi gibi değerlendirmekle mümkündür.

Gecelerin gündüz, kışların bahar olması, gönüllerin ve hayallerin bir daha kirlenmemesi, cennet kapılarının aralanması; emr-i ilahi olan  ötelere davet  henüz vuku bulmadan  Allah’ın lütfettiği imkanların en iyi şekilde değerlendirilmesine ve ‘bu günüm hayatımın son günü ve son gecesi’ mülahazasıyla hayatı tanzim etmeye bağlıdır.   

Ramazan-ı Şerif’e, O’nun Orucuna, Kadir gecesine ve Bayram’a bir daha ulaşmak ya nasip olur ya olmaz. Nice sevdiklerimiz, dost ve akrabalarımız, komşu ve arkadaşlarımızdan bu yıl kaybettiklerimiz, hatta Ramazan-ı Şerif’e beraber başladığımız halde bizlere ‘elveda’ deyip, bayrama kavuşamadan ölümsüz âleme, sevdiklerine ulaşan nice dostlarımız, kardeşlerimiz ve akrabalarımız vardır. Bu insanlar gibi bizler de her an bu dâvetin namzetleriyiz.

Evet, kıyâmet bir gün mutlaka vukû bulacaktır. İnsanların  hâkimler Hakimi Allah huzurunda zerre kadar hayır ve şerden hesap verecekleri gün gelecektir. Her geçen gün insanlığın, sırların çözüleceği, hesapların süratle görüleceği o büyük mahkemeye yaklaştığını bilmem kaç insan düşünüyor ve kaç insan hayâtını ona göre tanzim ediyor?

Cenâb-ı Hak Enbiya sûresi 35.âyette, “Her can ölümü tadacaktır/tatmaktadır. Biz, sizi sınamak için gâh şerle, gâh hayırla imtihan ederiz. Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.”   

Müddessir sûresi 38.-39.âyetlerde;
“Ashab-ı yeminden, hesap defterini sağ tarafından alan cennetlikler dışında herkes, yaptığı işlerin rehini ve esiri olacaktır.” buyurmaktadır. 
Yine Müddessir sûresi 40.-47.âyetlerde;
“Onlar mutlaka cennetlerde mücrimlerin hallerini hatırlarını soracaklar: “Neydi bu cehenneme sizi sürükleyen?”
 Onlar şöyle cevap verecekler: “Biz namaz kılanlardan değildik.”
“Fakirleri doyurmaz, onların ihtiyaçlarıyla ilgilenmezdik.”
“ Batıl sözlere dalanlarla beraber biz de dalardık.” “Bu hesap gününü yalan sayardık.”
“Ölüm bizi yakalayıncaya kadar hep böyle idik.” diyecekleri ifade buyurulmaktadır.

 Rabbimiz Bakara sûresi 207.âyette, “İnsanlardan öylesi vardır ki, Allah’ın rızâsını kazanmak için kendisini fedâ eder. Allah da kullarına pek merhametlidir.” 
Hud sûresi 117.âyette de;
“…onlar hayırlı işlere koşuşur, iyilikte yarışır, hem ümit, hem de endişe içinde Bize yakarırlardı.”
“Rabbin, halkı dürüst hareket eden, hem kendi nefislerini, hem de birbirlerini düzeltmeye çalışan diyarları, haksız yere asla helak etmez.’’ buyurmaktadır.
Dünyânın mâhiyetini bize hatırlatan günlük hayat o kadar sür’atli geçiyor ki, insanın eli ayağı dolaşıyor, yapmak istediği nice hayırlı işler ve kulluk vazifelerinin  hakkını vermekte zorlanıyor. Buna rağmen mü’minin vazîfesi  zorlukları sabırla aşmak ve başarmak olmalıdır.
        
Zaman durmuyor, süratle gidiyor. Bize emânet edilen paha biçilmez nice kıymetler, değerler ve fırsatlar bir bir elimizden kaçıyor. Şu an Ramazan-ı Şerif’in geride kaldığı gibi..
      
Görülüyor ki, bizden evvel dünyâya sahip olanlar bırakıp gittiler. Bizler de gidenleri takip ediyoruz. İnkar edenler ebediyen sevdiklerini kaybetmiş olarak haşredilecek ve azâb-ı elimle kucaklaşacaklardır. İnandığı halde inandığı gibi yaşamayanlar bütün dostlarından, sevdiklerinden mahrum kalarak ebedi bir haps-i münferit içinde yaşamaya mahkum edileceklerdir. 
      
İnancını gönülden, ihlas ve samîmiyetle yerine getirenler, Allah’ın rızâsını hedefleyenler ise, dünya açısından her türlü mihnet ve sıkıntılara katlanıp, vâd edilen cennet saraylarına açılan bir koridor durumunda bulunan kabre, -inşâallah- emniyet ve huzur içinde girecekler ve bütün dostları ile beraber cennetin nimetlerine mazhar olacaklardır. Orada herkes inancına, niyetine göre muâmele görecek, kimseye zulmedilmeyecektir.
     
İnsanların cehennemden korunması ve kurtulması, ölümsüz, elemsiz cennet hayatına kavuşabilmesi; îman, salih amel, vefâ ve sadâkatle istikâmetlerini korumak ve îmanlarının hakkını vermekle mümkün olacaktır.
      
İnsan, evvelâ Allah’a ve âhirete îman ederek, rızây-ı İlâhi’yi elde etme niyetiyle, âhirette bütün sevdiklerine kavuşma, onlarla Cennette buluşma yolunda, ciddi gayret göstermek sûretiyle, ebedî hayatı kazanma imkanını elde edecektir. Yoksa, kabir kapısında insanı yalnız bırakacak olan dünyânın geçici lezzet ve menfaatleri, makam, mansıb, şan ve şöhretleri, haram ve günahları, insana hiçbir şey kazandıramayacaktır. 
        
İnanmış gönüller, Bayram günlerini âhiret hazinelerinin kapılarının açılmasına vesîle olacak şekilde değerlendirmeli; büyüklere saygı ve hürmeti, küçüklere sevgi, şefkat ve merhametle muâmeleyi, kötülük yapanlara karşı bile dişini sıkıp iyilikle mukâbelede bulunmayı, yani; imkanlar ölçüsünde  barışa, huzur ve güvene katkıda bulunmayı ihmal etmemelidirler.
       
Mü’minler, bilhassa bu günlerin gecelerini, günahları yıkayacak, marziyât-ı ilâhiyeye yaklaştıracak, namazları Allah’ı görüyor şuûruyla ikâme edip, O’na en yakın olunan secde halinde; ‘Tesbih ederim yüce Rabbimi; her çeşit kusurdan münezzehdir O!”  ve “Ey bizim kerîm Rabbimiz, bize hidâyet verdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan vehhab Sensin Sen! (Ali İmran, 8) ’ zikir ve duâlarını, başka bilinen duâları da bol bol yapmalıdırlar.  Allah’a, her türlü şerirlerin şerrinden, şeytan ve nefs-i emmârenin tuzaklarından koruması adına yalvarıp yakarmalı, acizliklerini, sıfır olduklarını, hiçliklerini Allah’a karşı ifâde etmelidirler. 
      
Başta Efendiler Efendisi Efendimiz (Sallallahu Aleyhi vesellem), Sahabe Efendilerimiz ( Radiyallahu Anhüm) ve bütün hak dostlarının, gecelerini hep kıyamla, tezekkür ve tefekkürle geçirdiklerini ve mü’minlere örnek olduklarını görüyoruz. Mü’minler de, bütün samîmiyetleriyle gelecek nesillere, hüsn-ü misal olacak şekilde hayatlarını ve ömürlerini değerlendirmeli, bu mevzâda gayret göstermelidirler.
     
“İslâm’da birinci dereceyi kazanan Muhâcirler ve Ensar ile onlara güzelce tabi olanlar yok mu? Allah onlardan râzı, onlar da Allah’tan râzı oldular. Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı!” (Tevbe sûresi,100)
     
“Allah mü’min erkeklere de, mü’min kadınlara da, ebedî kalmak üzere girecekleri, içinden ırmaklar akan cennetler vâd etti. Hem Adn cennetlerinde hoş hoş konaklar! Hepsinden âlası ise, Allah’ın kendilerinden râzı olmasıdır. İşte en büyük mutluluk, en büyük başarı budur.” (Tevbe sûresi, 72)
      
“İyi ve güzel davranışlarda bulunan ihsan ehline en güzel mükâfat Cennet.. ve daha da fazlası olarak, Allah’ın cemâline ermek -rü’yete mazhar olmak-.. Onların yüzlerine ne bir leke bulaşır, ne de bir zillet! Onlar ashab-ı Cennet, hep orada muhalled, ebedi kalacaklardır.” (Yunus sûresi, 26)
       
Nihayet; keyfiyetsiz, idraksiz, ihâtasız ve misalsiz olarak Cenâb-ı Hak’ın cemâlini müşâhade etme devletine erenler, Cennet’te olduklarını ve Cennet nimetlerini de unutacaklar; gayri sadece O’nu görecek, O’nu bilecek, O’nu duyacak, O’nun varlığının ziyâsına bağlanacak ve par par parlamaya başlayacaklar. İşte bu târife gelmez bahtiyarlık da, tasavvurları aşkın bir bayramdır. 
      
Müminler bu mazhariyetlerin ötesinde, ‘Rıdvan’ iltifatı ile de müjdelenmektedirler ki; belki de en büyük bayram onunla olacaktır. İşte içinde bulunduğumuz bayramlar, ebedî alemde Allah’ın lütfedeceği bu muhteşem bayramların küçük birer örneği ve numûnesidir.
      
Buradaki bayramları, şükre ve zikrullaha vesîle kılanlar, vicdanında îmanın zevkine uzananlar, İslâmî heyecanını hayâtının sonuna kadar koruyanlar ve o büyük saâdete erene kadar, sâdece imar ve ıslah için yaşayanlar; hâsılı, bir ömür boyu kulluk orucuna devam edip, Hz.Azrail’in (as) ‘Gel’ demesini iftar vakti sayanlar, peşi peşine o hârika bayramlara da kavuşacaklardır inşâallah..
     
Bütün kardeşlerimizin ve Ümmet-i Muhammed’in (Sallallahu Aleyhi Ve selem) bayramlarını tebrik ediyor, bütün insanlık hakkında hayırlara vesîle olmasını, sulh-u umûminin gerçekleşmesini; mazlum, mağdur, mahkum, mahcur bütün kardeşlerimizin necâtını, asırlarca din-i mübîn-i İslâm’a hizmet vermiş ve âlem-i İslâm’a bayraktarlık yapmış şerefli milletimizin torunlarına Allah’ın basiret vermesini diliyor ve duâ ediyorum. 
       
Bayramınız mübârek, ömrünüz, yuvalarınız ve hizmetiniz bereketlerle dolsun. Âmin.

04 Haziran 2019 09:10
DİĞER HABERLER