İki fotoğrafı yan yana koyun lütfen.
Biri, 28 Şubat’ın geride bıraktığı yıkımı sembolize ediyor. Yer, Bakırköy İmam Hatip Lisesi. Kapıda polisler bekleşiyor. Başörtüsüyle okuluna girmeye çalışan genç kızlara engel oluyorlar. Ve o tarihi fotoğrafa yansıyan hadise yaşanıyor. Bir polis memuru başörtülü bir genç kızın örtüsünü aniden çekiveriyor. Bu esnada usta bir muhabir deklanşöre basıyor ve o fotoğraf, bir zihniyetin ete kemiğe bürünmesini, tecessüm etmesini sağlıyor.
İşte bu fotoğraf, baskıcı bir dönemin kibrini, pervasızlığını, acımasızlığını, gaddarlığını deşifre ediyor…
İkinci fotoğraf karesi 2019’da çekiliyor. Tutuklu insanların haklarını savunmak için basın açıklaması yapan üç kişiye polis müdahale ediyor. Bir polis memuru başörtülü bir genç kıza cinsel saldırıda bulunuyor.
Utanmadan! Sıkılmadan!
Yaşanan bu üzücü hadiseyi fotoğraflar kare kare ortaya koyuyor; tıpkı Bakırköy İmam Hatip Lisesi’nin önünde olduğu gibi.
Ve bu fotoğraf Erdoğan rejiminin alnına yapışıyor bir daha çıkarılamayacak şekilde…
Bakırköy İmam Hatip Lisesi önünde çekilen fotoğrafı siyasi amacı için tepe tepe kullanan zihniyet, 2019’da yaşanan taciz fotoğrafı karşısında sus pus oluyor. Mesele başörtüsü ise tacize uğrayan Merve Demirel de başörtülü değil mi? Mevzu kadın hakları ve temel özgürlükler ise üniversite öğrencisi Merve için de aynı hassasiyet gerekmiyor mu?
Suskun kalmak yetmiyor; bir de o menfur tacizi meşru görme/gösterme cüretinde bulunuyorlar.
Neymiş?
Babası “FETÖ’cü” imiş. Yuh olsun senin idrakine!
Hangi çocuk babası üzerinden suçlanabilir. Kaldı ki babasının suçlu olduğuna dair de elde avuçta bir şey yok. KHK diktatörlüğü ile insanları işinden, gücünden ve mesleğinden eden zihniyet, mağdur ettiği insanların çocuklarını taciz etmekte bir mahzur görünmüyor.
Zaten bir yobaz sürüsü bir topluluğu hedef göstererek “Bunların malları canları eşleri çocukları size helaldir’ diye hezeyanını ortaya koymuş, alçaklığın, şerefsizliğin en dip noktasını bizzat göstermiş değil miydi? Ve bu kanun dışı, hukuk dışı ve insanlık dışı ifadeleri yargı önüne taşımayarak iktidarı elinde tutanlar bu çapulcu anlayışa ortak olmamış mıydı?
İşine gelince Erdoğan ‘başörtülü bacıma saldırdılar’ jargonunu kullanıyor. Bunun en kirli tablosu Kabataş olayında ortaya çıkmıştı. İddiaya göre ‘geziciler’ başörtülü bir anneye saldırmış; hatta yarı baygın yere düşen anneye daha aşağılayıcı şeyler yapmıştı. Erdoğan konuyu seçim meydanlarında kışkırtıcı bir dille ifade etmiş, tablolaştırmıştı. Toplumda büyük bir infiale sebebiyet veren Kabataş olayının yalan olduğu ortaya çıktı ama Erdoğan ve ekibi bu olayı kendine göre manipüle etmeye devam et.
‘Elimizde görüntüleri var Cuma’ya yayımlayacağız’ denildi ama öyle bir görüntü ortaya konamadı. Sonra ortaya çıkan video kayıtlarından anlaşıldı ki olay tamamen kurmaca ve yalandan ibarettir. Bir sözlü atışmanın üzerine taciz senaryosu eklenmiş, hayal ürünü saldırılar üzerinden bir dram oluşturulmuş ve bu ‘başörtülü bacım’ edebiyatıyla uyar devşirilmişti.
Aslında konuyu o utanç verici cinsel saldırı olayı ile sınırlı değil. Adamlar hırsızı bile ikiye ayırıyor. Geçenlerde bir video görüntüsü yayınlandı ve öğrendik ki bir kitleye seçim konuşması yapan bir AKP yetkilisi ‘Hırsız bizim hırsızımız’ diyerek bir grup hırsıza kol kanat geriyor. Hırsıza bile ‘bizim hırsız’ diye yaklaşanın bir zihniyetin başörtülü bir hanımefendiden “bizim başörtülü” olmasını beklemesi şaşırtıcı olamaz.
Tek kutsalı var bu yobaz kafanın: İktidar koltuğunda kalabilmek. Bu amaç için her şey meşru. Ve bu amacın karşısındaki her şey yok edilmeye mahkûm…
Kafaları böyle çalışıyor artık.
Bu kafaya göre kendilerine oy vermeyen, liderlerine tapınmayan, iktidarlarından nasiplenmeyen, nasiplendiği için ona kul köle olmayan herkes, devlet eliyle zulme maruz kalmayı hak ediyor.
2013’ten beri Erdoğan rejiminin suç dosyası kabardıkça kabarıyor.
Hapishanedeki on binlerce ev hanımı, iş adamı, öğretmen, öğrenci bu zulüm döneminin bizzat şahitleridir. Gazetecilerin tutuklanması, aydınların yargılanması, akademisyenlerin kapı dışı edilip üniversitelere kilit vurulması, kitapların yasaklanması, medya kuruluşlarının kapatılması, işkencenin ayyuka çıkması…
Her devri sembolize eden fotoğraflar vardır. O fotoğraflar bir dönemin üzerine düşer ve o sürecin alnına yaftayı vurur. 28 Şubat ‘Postmodern darbe’ döneminin insan hakları ihlalinin simgeleştiren fotoğraf Bakırköy İmam Hatip Lisesinin önünde çekilmişti. O fotoğrafı silip atmak mümkün değil.
Bir polis memurunun gözaltı işlemi yaparken Merve’ye cinsel saldırıda bulunması ve üstelik önce Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün, ardından AKP Genel Başkan Yardımcısı Hanımefendi’nin ve son olarak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yaptıkları açıklamalarla bu hareketi meşru göstermeye kalkışmaları bir dönüm noktasıdır. Erdoğan rejimi suç üstü yakalanmıştır. Kapalı kapılar arkasında yapılan cinsel saldırıları inkâr eden ‘yeşil faşizm’ bu sefer fotoğraf deklanşörlerine yakalanmıştır.
Bu fotoğraf bu rejimin üzerine yapıştı artık ve asla silinemeyecek.