''İnsanı, insanlık derecesine yüceltip yükselten, ahirette yaptıklarının hesabını verme inancıdır. Bu inanç yoksa, o zaman insan insan olmanın kıymetini bilemediği için, hayvandan daha zalim ve daha vahşi olabilir.''
Allah (cc) gökleri ve yeri hikmetle, gerçek bir maksatla yaratmış ve yarattığı bütün varlıkları; ahsen-i takvim sırrına mazhar olan insanların emrine vermiştir.
Kainatta, en küçükten en büyüğe bütün varlıklarda fevkalade bir düzen, nizam, adalet ve hikmet gözetilmiştir. Böylesine hikmetle donatılan alem-i kebirde, Rububiyetin hâkim olduğunu görüyoruz.
Hususiyle insan, öyle harika bir sanatla, mükemmel bir duygu ve düşünce ile, paha biçilmez uzuvlar ve latifelerle donatılmıştır ki, muvakkaten kendisine emanet edilen bu cevherlerle donatılan insan, bu harika sermayelerle Cenab-ı Hakk’ın rızasını ve ebedî hayatı kazanabilsin.
İnsan, böylesine kendisine emanet edilen bu hayatı, akıl ve iradesini vahyin emrine vererek, yaratılış gayesine uygun tanzim ederek kendisine yakışan meşru ve güzel bir hayat sergilemiş olacak ve Rabbul Alemin olan Allah’ı hoşnut ve rızasına uygun hareket etmiş olacaktır.
İnsan, akıl ve iradesini Kur’an ve Sünnet çizgisinde değil de, gurur ve kibirle benlik iddiasında bulunursa, o zaman gündüzün güneşine mukabil gecenin ateş böceği durumuna düşecektir. Böylesine heva ve hevesine uyan kimsenin gözü kör, kulağı sağır, kalbi de duygusuz hale gelecektir. Bu durumda olan insanlar, ilim sahibi de olsalar, hakkı duyamaz, gerçekleri göremez durumuna düşmektedirler.
İnsanı, insanlık derecesine yüceltip yükselten, ahirette yaptıklarının hesabını verme inancıdır. Bu inanç yoksa, o zaman insan insan olmanın kıymetini bilemediği için, hayvandan daha zalim ve daha vahşi olabilir.
Müslüman, hayata tuzak kuran, toplumun huzurunu bozan, yakan yıkan, düzelteceğim derken sürekli fesat çıkarıp, nizam ve intizamı alt üst eden, böylece esfel-i sâfiline kendi iradesiyle baş aşağı gidip, ebedi hayatını mahvedenlerin oyununa gelmemelidir.
Müslüman, muhtaç olanların elinden tutup, onları kavl-i leyyinle, sevgiyle, ikna ile, güler yüzle hakikate davet edip, Allah’ı ve Resulullah’ı sevdirerek, gafletten uyarmak suretiyle ahiret hayatlarını kazanmalarına yardımcı olmalı ve bu vazifeyi hakkıyla ifâ etmek suretiyle sorumluluktan kurtulmaya çalışmalıdır.
Ehl-i küfür ve ehl-i dalalete gelince; onların hidayeti Allah’a aittir. Kalplere imanı, sevgiyi sadece Allah kor. Peygamberler dahil kimse hidayet veremez, kalbe iman ve sevgi koyamaz. Onlar sadece vesile olurlar.
Rabb-ül alemin olan Allah (cc), Casiye suresi 23. ayette, “Baksana kendi hevâ ve hevesini ilah edinen, ilmi olduğu halde Allah’ın kendisini şaşırtıp, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözlerine de perde çektiği kimsenin haline! Hakkı görememekte ve azgınlıkta ısrar etmesi sebebiyle, Allah’ın şaşırttığı bu kimseyi kim yola getirebilir? Düşünmüyor musunuz?” buyurmaktadır.
Yine Casiye suresi 14.ayette; “(Habibim) İman edenlere de ki, Allah’ın ceza günlerinin gelip çatacağını beklemeyenlerin ezalarına aldırış etmesinler, kusurlarını bağışlasınlar. Çünkü nasılsa Allah, herkese yaptıklarının karşılığını verecektir.” Buyrulmaktadır.
Mü’minler kâfirlerin, münâfıkların, zâlim, fâsık, fâcir ve müfterilerin isnad ve iftiralarına, dilleri ve kalemleriyle saldıranlara karşı, onlara mukabele de bulunarak onların seviyelerine inmemeli, Allah’a havale etmelidirler.
Casiye suresi 15.ayette de, “Kim yararlı, faydalı bir iş yaparsa, kendisi için yapar. Kim de kötülük işlerse kendi aleyhinedir. Sonunda Rabbinizin huzuruna götürüleceksiniz.” Buyurulmakta; Zilzal suresi 7 ve 8. Ayetlerde de, “(Orada) zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur, zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur” hakikati ifade edilmektedir.
Dünyada sırr-ı imtihan gereği olarak kâfirler, zâlimler, münâfıklar, fâsıklar ve fâcirler, çoğu itibariyle yaptıklarının cezasını burada görmüyorlar; nice mazlum, mahkum ve mağdurlarda haklarını almadan bu dünyadan gidiyorlar. Demek büyük bir mahkeme-i Kübra’ya, Hakimler Hakimi Allah huzurunda hesap vermeye gidiyorlar. Zâlimler cezalarını çekmeye, mazlumlar da mükafatlarını almaya bırakılıyor.
Unutmamak gerekirse, hayat iki nefesten ibarettir.. Dünyaya ilk geldiğimizde alınan nefes, diğeri de hayatın sonunda vereceğimiz nefes.. Bütün derdimiz son nefesi imanla tamamlama olmalıdır.
Allah (cc) doğum ölüm arası hayatı, insanlar için ahirete geçmek için bir köprü yapmıştır. Bu köprüden geçiş Hz.Adem`le (as) başlamış ve kıyamete kadar da devam edecektir. Şu an bu köprünün yolcuları hayatta olan insanlardır.
İnsanlar bu köprüden geçerken ya ayakları kayıp düşecek ve hayat denizinde boğulacaklar veya kendilerini kontrol etmek ve sorgulamak suretiyle, burada ne yapması gerektiğinin farkında ve şuurunda olacaklardır. Böylece hayatını ve hedefini tayin edip müstakim olarak yürüyecek, ölümsüz ve ebedi aleme geçiş yapacaklardır.
İmandan nasibi olmayan, Allah ve Resülullah tanımayan, hak-hukuk, kanun-nizam dinlemeyen, kendi çıkarları ve arzularının esiri altında kalan nice insanlar; yollarda engellere, çengellere takılıp kalacaklardır.
Allah ve Resülullah’a inanan, dinin insana yüklediği sorumluluğu vicdanında duyan, gerçek manada inanan insanlar; yolda asla kimseyi taciz etmez, fitne çıkarıp ortalığı karıştırmaz, nizam ve imtizamı bozmaz, huzur ve güven içinde dünya barışına katkıda bulunmaya, insanlara medenice ve insanca muamele etmeye çalışırlar.
Evet inanmış gönüller, kimseye karşı hasım ve alternatif olmadan, gayz, kin ve nefret duymadan ve kimsenin malında, canında, namus, haysiyet ve şerefinde gözü olmadan; bu duygu ve düşünce ile bütün insanların mutluluğunu sağlamaya ve aynı zamanda çıkartılan fitne ateşlerini söndürmeye, yapılan tahribatları da tamir edip önlemeye çalışacaklardır.
Allah (cc), insanın ebedi hayatı kazanabilmesi için dünyayı yolunun üzerine bir pazar olarak kurmuştur. İnsan, ihtiyaçlarını herhangi bir pazardan tedârik ettiği gibi; Allah’a ve ahiret hayatına inanan ehl-i iman da, Allah’ın emanet ettiği canını, malını, ilmini, enerjisini ve sahip olduğu imkanlarını bu pazarda ahiret hayatı adına iyi değerlendirmeye gayret etmelidir.
İnsanlar, evlatlarını, hayr-ul halef nesillerini, tahripçi değil ıslahcı olarak, insanlığa hizmet şuuruyla yetiştirmeli ve o yolda gayret göstermelidirler.
Al-i İmran suresi 133.ayette Cenab-ı Hakk, “Rabbiniz tarafından bir mağfirete, genişliği göklerle yer kadar olan ve müttakiler için hazırlanmış olan bir cennete doğru yarışırcasına koşuşun!” teşvikinde bulunmaktadır.
Al-i İmran suresi 139.ayette de, “ Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz” buyurarak, ümit ve moral vermektedir.
Efendimiz (sav) bu ayeti açıklarken;
“Siz, konum bakımından daha üstün iken yılmayın, üzüntüye kapılmayın! Zira siz, Allah rızası gibi yüce bir gaye ile, O’nun dinini yüceltmek için cihad ediyorsunuz. Onlar ise şeytan yolunda savaşıyorlar. Hem sizden olanlar cennette, onlardan olanlar cehennemdedirler.” (Nesefî) buyurarak, ehl-i imana rehberlik yapmakta, önünü açmaktadır.
Mehmet Ali Şengül