''Cumhurbaşkanı ile Maliye ve Hazine Bakanının temel bir meselede böyle bir komik anlaşmazlık, uyumsuzluk manzarası sergilemiş olmaları hem ülke içine, hem de dünya sermaye piyasalarına Türkiye’nin ne ölçüde kurumsallaşmış bir yönetim yapısına sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.''
Eser Karakaş / artigercek.com
İki yönetim faciası aynı haftaya sığdı
Türkiye geçtiğimiz hafta iki tuhaf olay yaşadı.
Birincisi McKinsey meselesi, ikincisi ise TUİK (Türkiye İstatistik Kurumu) Başkan Yardımcısının, (enflasyon hesaplamalarından sorumlu), görevden alınması ve bu göreve Maliye Bakanının eski bir mesai arkadaşının atanmış olması.
Bu iki olayı, yönetim faciasını aynı haftaya sığdıran bir ülke yönetiminin o ülkeyi iyi yönetmesi söz konusu bile olamaz.
McKinsey olayı çok tartışıldı, bu tartışma alanlarına girmek istemiyorum artık, McKinsey’den danışmanlık alınmasının bir işe yarayacağı konusunda da ciddi kuşkularım var zaten.
Ancak, olayın McKinsey boyutundan tamamen bağımsız olarak çok vahim bir veçhesi de mevcut.
McKinsey olayı sadece bir ortam oluşturdu ve devletin tepe yönetiminin nasıl vahim bir yönetim aczi içinde olduğu ortaya çıktı.
Aşağı yukarı her konuda tek yetkili olan Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Maliye ve Hazine Bakanı Albayrak arasında bir parçacık kurumsallaşmış bir devlette yaşanması düşünülemeyecek, inanılması çok güç bir uyumsuzluk, bir anlaşmazlık yaşandı.
Maliye Bakanı Albayrak McKinsey ile anlaşmayı son aşamaya getirmiş, içeride olay tüm boyutlarıyla tartışılır iken, McKinsey meselesine olumsuz yaklaşanlar için Bakan Bey sadece “cehalet ya da ihanet” seçeneklerini bırakmış iken Cumhurbaşkanı Erdoğan ansızın devreye girdi ve böyle bir anlaşmanın gereksiz olduğunu, söz konusu olamayacağını açıkladı.
Cumhurbaşkanı ile Maliye ve Hazine Bakanının bu kadar temel bir meselede böyle bir komik anlaşmazlık, uyumsuzluk manzarası sergilemiş olmaları hem ülke içine, hem de dünya sermaye piyasalarına Türkiye’nin ne ölçüde kurumsallaşmış bir yönetim yapısına sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.
Üstelik bu iki çok önemli görevi yürüten ve inanılması zor bir davranış farklılığı sergileyen kişiler aynı zamanda kayınpeder-damat ilişkisi içinde; sadece bu akrabalık meselesi bile ülkenin yönetim anlayışı konusunda hepimize, herkese çok açık deliller sunuyor.
Bu olaydan sonra çok önemli bakanlıklarda görev yapan kişilerin sözlerine, vaatlerine inanmak, bu sözlere istinaden yola çıkmak artık mümkün müdür?
Bu olay Türkiye yönetiminin güvenilirliği konusunda çok vahim, kapatılması çok zor bir gedik açmıştır.
Gerçekten merak ediyorum, Damat Bey tüm bu girişimleri ve açıklamaları yaparken Erdoğan’a hiç danışmamış mıdır?
Türkiye yönetiminin güvenilirliği konusunda ikinci ama daha az önemli olmayan olay TUİK Başkan Yardımcısının görevden alınmış olmasıdır.
Bu görevden alma keyfiyetinin çok çok yüksek çıkan Eylül ayı enflasyon verileri ile bir ilişkisi olmayabilir, bundan sonra açıklanacak enflasyon rakamları bugüne kadar olduğundan da daha sağlıklı olabilir, mesele bu değildir, temel mesele böyle bir tasarrufta bu konjonktürde bulunulmuş olmasıdır.
Bundan sonra açıklanacak enflasyon verileri üzerine büyük ve telafisi güç bir leke düşürülmüştür ve, tekraren söylüyorum, olay Eylül rakamlarından bağımsız dahi olsa, büyük, çok büyük bir yönetim acemiliği ve başarısızlığıdır.
Zamanlama o kadar kötüdür ki artık kimseyi ikna etmek kolay olmayacaktır.
Ve, Türkiye yönetim erki bu iki yönetim faciasını aynı haftaya sıkıştırmayı becermiştir.
Hem pes, hem bravo doğrusu.
Türkiye, hep söylüyoruz, ekonomisini yönetebilmek, makul büyüme oranlarını sürdürülebilir kılabilmek için istikrarlı dış kaynak girişine ihtiyaç duyuyor; bu bugün de böyle, dün de böyle idi, muhtemelen yarın da böyle olacak.
Ancak, herkesin şunu iyi düşünmesi lazım: Yönetimin en tepelerinde böyle yönetim faciaları yaşanan, keyfiliğin bu aşamalara gelebildiği bir ülkeye doğrudan yabancı sermaye yatırımı gelir mi?
Gelir diyenler varsa, gerekçeleri ile açıklasınlar, seneye Ekonomi Nobel’ine aday gösterilebilirler.