15 Temmuz gecesi. Erdoğan İstanbul’a indiğinde söylediği “Bu Allah’ın büyük lütfu” kelimesi boşuna değil...
15 Temmuz’u tartışırken yapılan en büyük hata, her şeyi 16 Temmuz sabahından itibaren ele almak oluyor ki bu doğru değil. 15 Temmuz öncesinde neler olup bittiğini anlamadan sağlıklı değerlendirme yapılamaz.
Bu yüzden biraz geriye gidelim. Yolsuzluk ve rüşvet soruşturmalarında suçüstü yakalanan Erdoğan, bu soruşturmaları kendine darbe olarak nitelendirmiş ve bunu kendisine yapanların terör örgütü olduğunu iddia etmişti. O günlerde katıldığı bir TV programında Mustafa Karaalioğlu’nu terör örgütü diyeceksin diye haşlamasını hatırlayın.
KENDİ KENDİNE DARBE YAPAN İKTİDAR
Çevresindekilerin Gülen Cemaati’nin terör örgütü olduğuna inanmıyor olması Erdoğan’ı çileden çıkarmaya yetiyordu. Öyle bir şey yapmalıydı ki cemaatin terör örgütü olduğuna herkes inanmalıydı. İşte 15 Temmuz’a giden yolun taşları bu şekilde döşenmeye başladı. “Binali Yıldırım’ın hoşuna gitmeyen 15 Temmuz Projesi” böylece uygulamaya konuldu.
Önce cemaat iltisakı nedeniyle bürokraside kıyım yapıldı… Sonra gözaltı ve tutuklamalar başladı. Genç ihtiyar, kadın erkek, çoluk çocuk binlerce kişi tutuklanmaya başladı. O günlerde bir gazeteciye röportaj veren Saray savcılarından biri “gerekirse 500 bin kişiyi gözaltına alırız” dedi. Ardından çember daha da daraltıldı. Ordu içinde cemaat mensubu olduğu iddia edilen 1500 kişilik bir liste olduğu, bu listedekilerin tamamının yakında gözaltına alınacağı, hatta bazılarının infaz edileceği bilgisi ortaya atıldı. Bu listedeki isimler el altında sızdırılmaya başladı ve asker tahrik edildi.
Bu arada Ankara’da Hulusi Akar’ın müdahale edeceği dedikoduları dolaşıma sokuldu. Öyle ki 2016 bahar aylarında Ankara’ya uğradığımda, havuz medyası kalemşörlerinden biri müdahalenin an meselesi olduğunu söylüyordu. Bütün kuvvet komutanlarının içinde olduğu bir askeri müdahale söylentisi her köşe başında fısıltıyla konuşulur olmuştu.
İş artık darbenin yapılmasına kalmıştı. Öyle bir şey olmalıydı ki hem başarılı bir darbe olmamalı hem de birileri darbe yapmış gibi görünmeliydi. Ve aynı zamanda kan akmalıydı, insanlar ölmeliydi ki dost düşman herkes ortada kanlı bir örgütün varlığından asla şüphe etmesin. Zor ama güzel “proje” değil mi? Ve Erdoğan bunu başardı. 15 Temmuz gecesi bunu başarmanın gururuyla kameralar karşısına çıktığı zaman yanında konuşlanan Damat Berat Albayrak’ın gülücükler dağıtması boşuna değildi. Evet, Damat’ın yüzünde bu gülücüklerin açması için 250 kişinin hayatını kaybetmesi lazımdı ve kaybetti. (Allah ölenlere rahmet etsin, yakınlarına sabır versin)
Darbe girişimini günler öncesinden haber alan Erdoğan, MİT Müsteşarı ve Genelkurmay Başkanı bu girişimi engellemek yerine bir an önce ve istendiği formatta olması için her şeyi yapmışlar.
Biraz sonra detayına gireceğimiz sonraki gelişmelerden anlıyoruz ki aslında o gece çok daha fazla sayıda insanın ölmesi istenmiş. Çünkü ne kadar çok insan ölürse Erdoğan’ın kirli iktidarı o kadar kolay kurulacaktı ve de öyle oldu.
YENİ DEVLET’İN KURULMASI İÇİN 250 KİŞİ HAYATINI KAYBETTİ
15 Temmuz’un 2. yıldönümünde, iktidar kanadının sık sık dile getirdiği ve hayatını kaybedenlerin yakınlarının bile tepkisini çekecek ölçüde istismar etmekten çekinmediği “250 şehit” konusuna gelelim.
Önce rakamlar: TSK’nın verdiği bilgiye göre darbe girişimine 8.651 asker katılmış. O günlerde Türkiye’nin polis gücü yaklaşık 270.000 personelden oluşuyor. Aynı şekilde Jandarma gücü de 270.000 personeli buluyor. Toplam 540 bin personel.
Bu güç, darbe girişiminde bulunan 8.651 askeri durdurmak için fazlasıyla yeterliyken neden kalabalıklar kaosun içine çekildi? Halk kaosun içine çekildiği için maalesef 240’tan fazla insan hayatını kaybetti, 1.500’den fazla kişi yaralandı. Erdoğan hepimizin gözünün içine baka baka o gece yalan söyleyerek girişim başladıktan sonra enişteden aldığını söylediği darbeyi günlerce öncesinden biliyordu. Bu bilgi sadece onda değil bu senaryonun başrol oyuncuları Hakan Fidan ve Hulusi Akar’da da vardı. Darbe olacağını bile bile önlemek için hiçbir şey yapmadılar; çünkü olmasını istiyorlardı, olması için her türlü teşviği yaptılar. Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı’nın, “Komuta kademesi kışlalardan çıkılmayacak emri verse bu teşebbüs gerçekleşemezdi” sözü bu nedenle önemli. Gelecekte Erdoğan-Fidan-Akar üçlüsü, kirli bir iktidar uğruna bunca insanın ölümüne göz yumdukları için hesap verecekler. Ama bu dünyada ama öbür dünyada…