Bir önceki yazımızda, mevcut iktidarın (AKP ve yanındaki ortaklarıyla), uzun dönemdir fişledikleri kesimleri üç aşamalı olarak nasıl itibarsızlaştırıp yok ettiklerini, madden-manen nasıl bitirdiklerini özetlemeye çalıştık. Yine o yazıda da bu işin, bir grup yolsuzun, haraminin işi değil, derin bir yapının, 60’lardan beri gelen Özel Harp kurmay zekasının ürünü olduğunu vurguladık.
Zira perde arkasındaki bu tasfiye ekibi, kendi düzenlerine karşı çıkabilecek kimseleri yok etmek için her yolu deneyebiliyor. Son 30 yılda yetişmiş olan bazı yeni kadrolar, onların bu menfaat çarkına çomak sokmaya, hukuken onları köşeye sıkıştırmaya başlamıştı ki, “namlı hırsızlar” onların imdadına yetişmişti. Halkın milli manevi duygularını suistimal ederek kitlelerin desteğini de almasını bilen ve Siyasal İslamcılık alt yapısından gelen bu haramileri, ellerindeki dosyalarla hizaya getirdi. Ve ülkede kendileri için uzun vadede potansiyel tehlike gördükleri kadroları ve insanları tasfiye için mutabakata varıldı. Bu tasfiyeye haramiler ses çıkarmayacak, lojistik destek verecek, derin devlet de onların bu soygun düzenine (bir süreliğine de olsa) ses çıkarmayacaktı. Öyle de oldu…
İktidarda gözüken siyasilerin en rahatsız oldukları kelime “Hırsız!”. Bu kelimeyi kim ne maksatla olursa olsun ağzına alırsa, bu muktedirler hemen alınıyor ve hemen o kelimeyi söyleyenleri hapse atıyorlar. Tasfiye etmek istedikleri kimseleri yıpratmak için de en sevmedikleri bu itham üzerinden gidebilmeyi çok istiyorlar! Psikolojide buna “yansıtma” deniyor malum…
“Kopya çektiler, hırsızlık yaptılar, adam kayırmacılık yaptılar, şunu bunu yaptılar da kadrolaştılar, ihale alarak, kara para ile iş yaparak zengin oldular vs” diyerek bir yansıtma yapmaya çalışıyorlar. İş dünyasına dair hususlar ayrı bir çalışmanın konusu ama devlet dairesinde bulunmuş birisi olarak, kadrolaşma ve hırsızlık üzerine bazı gözlemlerimi aktarmak istiyorum.
İKTİDARIN “YANSITMA” PSİKOLOJİSİ
İktidar, hedef gösterdikleri kimseleri “Cemaatçi/ Fetö vb” diye önce damgaladıktan ve yaftaladıktan sonra suç isnat etmek için ithamlar geliştirmeye çalışıyor… İlginç olanı, isnatlarına rağmen kendileri pervasızca kadroları, makamları kuralsızca çalıyorlar, adeta gasp ediyorlar. (Başkalarının mallarını, devletin mallarını ve hazinesini kuralsız ve pervasızca çalmaları gibi…)
Geçenlerde bunun tipik bir örneği yaşanmıştı; Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ALES’te sonuncu olan akrabası bir anda yüksek lisans kazandı(rılmıştı). Daha da ilginci, mahkeme puan listesine alelacele erişim engeli getirmişti.
Yüksek lisans için başvuru yapan Çavuşoğlu’nun yeğeninin eşi, ALES’te 49 kişilik listede sonuncu gözüküyordu. İlk önce üniversitenin internet sitesinde puanlara ve sonuçlara ilişkin duyurulan liste yayından kaldırılmış, listenin eksisozluk.com’da yayımlanmasının ardından ise üniversite rektörlüğünün talebi üzerine Alanya 1. Sulh Ceza Hâkimliği 16 Ocak 2019 tarihinde listeye erişim yasağı getirilmişti. Üniversite yönetimi halen sessiz. (Erdoğan’ın “şu diplomamı bulun getirin yahu” çağrısı yaptığı Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’nün sessizliği gibi…)
Yüksek lisansta torpil ve kadro hırsızlığı skandalının gündemde olduğu sırada ihraç akademisyen Cenk Yiğiter, sosyal medya hesabından bir hatırlatma yapıyordu: “Ankara Hukuk Genel Kamu Hukuku kürsüsünde ihracımla boşalan araştırma görevlisi kadrosuna, AKP’li vekilin bir özel üniversiteden mezun olan oğlu atanmıştı.”
Hatırlarsınız, geçenlerde AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun oğlu Serbest Can Ensarioğlu, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölümü Genel Kamu Hukuku Anabilim Dalı’na “asistan” olarak atanmıştı, Ensarioğlu’nun yerinde daha önce KHK ile atılan Cenk Yiğiter vardı. Ve yine hatırlarsınız, benzer bir gasp ve hırsızlık daha önce de Ankara Üniversitesi Senatosu’nun yatay geçiş kontenjanını arttırması sonucu Rektör Erkan İbiş’in oğlu Can İbiş’in Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Ankara Tıp Fakültesi’ne geçmesinde yaşanmıştı.
Gözü dönmüşçesine kadrolaşma çılgınlığı yaşanırken, yapılan hırsızlıkların, kadro gasplerinin haddi hesabı yok! Mülakat adı altında en yüksek puanları almış insanlara düşük mülakat puanları verilerek kendi yandaşlarının alınmış olmasına dair, HDPli vekil Ömer F. Gergerlioğlu kamuoyuna bazı bilgiler paylaşmıştı.
ŞAHSİ TECRÜBELERİMDEN YOLA ÇIKARSAK…
Kamuoyuna yansıdığı için akademisyen Cenk Yiğiter’in kadrosunun nasıl gasp edildiğine deyindik. Sürecin daha müşahhaslaşması için kendi başıma gelenler üzerinden bir örnekleme sunmak istiyorum. (Zira başka örnekleri nazara vererek onları zor duruma düşürmek istemem, kendi pürmelalimi ortaya koyuyorum.)
1-Derin Devlet, milyonlarca insanı olduğu gibi beni de fişlemiş, üzerimi işaretlemiş. Bunu yaptığını ilk olarak Taraf Gazetesi’nin yayınlarında öğendim. Hatırlarsanız Taraf, Mehmet Baransu imzası ile manşetten bir MGK kararını yayınlamış ve toplumun büyük kesiminin “Gülenci” diye fişlenip tasfiye edileceği duyurmuştu. Bu yayının ardından AKP’li yetkililer önce inkar etmeyi deneseler de, sonradan “Yaptık evet, öyle karar aldık almasına ama askerin zorlaması ile yapmıştık, sonra bunu uygulamaya koymadık” demişlerdi.
Ardından Taraf’ın asıl bombası gelmişti: “Dana hissesine girdi, fişlendi” manşeti ile… O haber esnasında gördüm ki fişlenenler arasında ben de varmışım. Avukatlık yıllarımda Zaman Gazetesi’nde ve de Taraf Gazetesi’nde yazılarımın çıkmasından dolayı fişlenmişim, yaftalanmışım. Yani hakkımda birinci aşama gerçekleşmiş.
2-Diğer aşamada ise bana bir kulp bulmaya koyulmuşlar. Hakimlik yaparken üzerimde sürekli olarak bir baskı hissediyordum, sürekli olarak bir açığım kollanıyordu. HSYK’da sorgulamalarım yapılıyor, eskiden Zaman’da yazılarımın çıktığını bildiklerini ve bu konuda fişlemelerin bulunduğunu da hatırlatmışlardı.
İhracımdan kısa bir süre önce içinde çok sayıda Emniyet mensubunun da bulunduğu, yirminin üzerinde sanığın olduğu ve “SODES Davası” denilen dosya gelmişti. Fişlemelerden yola çıkarak, mahkememe düşürülen bu dosyanın iddianamesine benim red vereceğimi düşünmüşler. Fakat ben iddianameyi kabul etmiş ve yargılama sürecini başlatmıştım. Hesapları şu imiş: Ben bu dosyaya red vereceğim, onlar da aynı gün “Fetö Operasyonu” ile ihraç edip içeri alacaklardı.
Bu gerçekleşmeyince, üst üste iki tartışmalı davada (Geerdink ve Elçi) beraat kararları verince, bir anda odamı basıp kimliğime el koymuşlardı. Kimlik, bilgisayar ve uyap e-imza teslim tesellüm tutanağını imzalarken o zaman bana apar topar uydurulan suç isnadından haberdar olmuştum: “Hakimlik sınavı girişinde kopya iddiası”.
Hatırlarsanız, 2012 yılındaki “Avukatlıktan Hakim Savcılığa geçiş sınavı” ile ilgili de böyle şaibeler ileriye sürülmüştü. Bu iddialar, bir karı-kocanın 2012 tarihli hakim savcılık sınavında en yüksek ve aynı puanı almasıyla gündeme gelmişti. Hatta bu karı kocanın da AKP içerisinde siyaset yapmış kimseler olduğu da haber konusu olmuştu.
CHP de haklı olarak bu iddiaları meclise taşımıştı. Sınav iptal olmuş ve mesele mahkemeye taşınmıştı. İşin ilginci; bu işi mahkemeye taşıyan da bendim! İstanbul İdare Mahkemesinde dava açarak: “Bu iddiaların hepsinin araştırılmasını, üzerinde şaibe olanların incelenip gereğinin yapılmasını, benim evraklarımın ve durumumun da araştırılmasını, bir usulsüzlük görülmediği durumda sınavımın kabülünü arz ve talep” etmiştim. Uzun yargılamalar ve incelemeler sonunda benim haklılığım ortaya konmuş, bütün evraklarımın ve durumumun araştırılması sonucunda kazanmamın haklılığı ortaya konmuştu. Bu konuda da kesinleşmiş Danıştay Genel Kurulu Kararı da bulunmaktadır.
Bu şaibenin araştırılmasını isteyen benim, elimde kesinleşmiş mahkeme kararı var, aksi ortaya konuluncaya kadar bu ilam esas ve nihayetinde yaftalanan ve atılan benim! Hem de bir gecede!
Ben görevde iken yaklaşık 14 bin hakim savcı vardı. Beni hemen ihraç edip jet hızıyla yerime birisini getirdiler ve istedikleri kararları çıkarmaya başladılar… Ve ihracımdan 10 ay sonra kurgu bir darbe yaptılar ve 5 bine yakın yargı mensubunu daha ihraç ettiler! Sonra ne mi oldu:
Son iki yılda 8552 hakim-savcı alımı yapıldı, bunların çoğu da İl ve ilçe başkanlıklarında görev yapmış avukatlardan… Yani 2 yılda, işlerine gelmeyeceğini düşündükleri 5 bin hakimi süratle attıktan sonra 2 katına yakınını kendi teşkilatlarından doldurup yargı teşkilatının yüzde 85’ini partili hale getirmiş oldular.
Sonradan öğreniyorum ki aslında atılan bu 5 bin yargı mensubunu da “kopya çekmişti” deyip parça parça atacaklarmış ki, bakmışlar ki benim gibi yurtdışına gidip bu tezgahları anlatanlar oluyor, bir de uğraştırıyor… MİT’in de tavsiyesi üzerine bu projeyi dondurup hedefteki herkesin toptan bir operasyon ile atılması kararlaştırılmış. (Operasyon da “15 Temmuz” imiş meğer!)
Kendi ihracımla ilgili hiçbir zaman savunma hakkımı kullanamadım. Hakimliğim sırasında tecavüzüye, katile, uyuşturucu satıcısına tanınan “savunma hakkı”nın binde biri bile bana tanınmadı. “Benim kopya çektiğime nasıl kanaat getirmiş HSYK 2. Daire Başkanı?” diye kaç kere sordum soruşturdum. En son buldukları bahane şu imiş meğer: “Matematik sorularının çoğunu yapmışım. Bir sözelci olarak bunu nasıl başarmışım?”
A be odun kafalı kardeşim, senin kafan basmıyor diye benim de mi öyle olması gerekir? Niye alemi kendin gibi bilirsin? Bu bahaneyi bulduğun kimse, yani şahsım, liseden matematik kolu mezunu, ÖYS’deki matematik sorularının neredeyse hepsini çözmüş olmasından dolayı Ankara Hukuk Fakültesi’ni yüksek puanla kazanmış bir kimse olmasından olamaz mı, a be kütük kardeşim?! O veriler de elindedir ama maksadın üzüm yemek değil ki…
YAŞANMIŞLARIN ÖZETİ
Ve sonrası malum; benim gibi değişik şeylerle suçlanmış insanlar şimdi de “darbelerle, devlete karşı gelme, hükümeti yıkma” gibi akıl almaz iddialarla suçlanıyoruz ve yargılanıyoruz. Tekrar tekrar ifade ettim, yeri geldi tekrar ediyorum; benim dahi bir plan/ fişleme dahilinde darbe ile suçlanmış olmam, bütün bu yaşananların, iddiaların ne kadar saçma ve artniyetli olduğunun tek başına ispatıdır! Zira ben bu 15 Temmuz 2016 tarihindeki “Çakma Darbe”den 10 ay önce ihraç olmuş ve rızkımı aramaya yurtdışına çıkmıştım. Ama son görev yaptığım yerdeki hakim savcı arkadaşlarımla birlikte darbeden yargılanıyorum… diğer binlerce yargı mensubu ve onbinlerce sivil vatandaşla birlikte!
Dediğim gibi bu; hedef alınmış insanların;
1- Cemaat üyesi vb gibi iddialarla fişlenmesi/ yaftalanması,
2- Görevleri esnasında, ya da iş hayatlarında yaşadıklarından yola çıkarak suçlar uydurularak yıpratılması ve
3- En son olarak da darbe kırılması ile hedefteki bütün insanların silinmesi operasyonun hülasasıdır.
Önceki yazımızda, iktidarın pasifize etmek, tasfiye etmek istediklerini 3 aşamada nasıl ekarte ettiklerini anlatmıştık. Bu bahsettiğimiz genel uygulamanın örneklerini ele aldık bu yazıda; kendi yaşadıklarımızdan da yola çıkarak.. Bir sonraki yazıda da “Cemaatlerin kadrolaşma stratejileri üzerindeki kopya, kayırmacılık vb şaibeleri” somut örnekler üzerinden işlemek ve bu bahsi şimdilik kapatmak istiyorum. Serinin 3. ve son bölümünde görüşmek üzere.