Dünyanın değişik ülkelerindeki siyasetçi ve politikacıların ‘İstifa ‘nedenlerine bakıldığı zaman şaşırmamak elde değildir.
DR. NUMAN YILMAZ YİĞİT
Ülkemizde son on-on beş yıldır hiçbir ülkede yaşanması mümkün olmayan o kadar çok olumsuzluk yaşandı ki buna sebebiyet verenlerin aymazlığına aklın fikrin ermesi mümkün değil. Üstüne üstlük sanki hiçbir şey olmamış, bütün bunlara sebebiyet veren kendileri değilmiş gibi davranmaları, konuşmaları yok mu? İnsan, yahu birazcık haya, birazcık utanma ,azıcık sıkılma diyor fakat ne gezer.
Dünyanın değişik ülkelerindeki siyasetçi ve politikacıların ‘İstifa ‘nedenlerine bakıldığı zaman şaşırmamak elde değildir. Bu ister ilkeli olmak, ister onur, ister görev bilinci, isterse utanma-utanç duygusundan kaynaklansın fark etmez. Kendi görev alanında yaşanan bir problemden dolayı oldukça hassas bir yaklaşım sergileyerek istifa etmeleri -niyetleri ne olursa olsun -takdire şayan bir harekettir. Mesela evinde sigortasız şekilde dadı çalıştırdığı için istifa eden İsveç Ulaştırma Bakanı Maria Borelius, on yıl önce ölmüş bir yakınının engelli kartını kullandığı tespit edilince istifa eden Avusturya Halk Partisi politikacılarından Norbert Kapeller. 1 Mart 2011’de yaşanan 8.9 şiddetindeki deprem ve ardından gelen tsunamide etkisiz kriz yönetimi sonucu eleştirilince istifa eden Japonya Başbakanı Naoto Kan, devlet harcamaları İçin verilen kartla çikolata aldığı için istifa eden İsveçli Bakan Mona Sahlin gibi o kadar çok örnekler vardır ki, eminim bunu duyan ülkem politikacıları herhâlde bıyık altından gülüyor, onları ya aptallık ya da beceriksizlikle suçluyorlardır.
Bir ülke düşünün ki o ülke dünya ve ahiret saadetini temin eden ‘İslam’ gibi mübarek bir kelimenin arkasına saklanarak siyaset yaptığını iddia eden politik bir grubun akıl almaz işlerine sahne olmaktadır. Adı ‘adalet’ olmasına rağmen zulme dönüşen bir yapının, hedefi kalkınma iken ülke ekonomisini neredeyse batırma noktasına getirmesi, hırsızlık, rüşvet, komisyon ve yolsuzlukla ilgili tapelerin hala internette dolaşıyor olmasına rağmen yüzlerinin kızarmaması, bütün bunlar hukuki delillerle sabit olmasına rağmen yasalar gereği vazifesini yapan vatansever memurların ‘Paralel yapı’ denilerek ‘Suçlu ‘ilan edilmesi, bir düzmece darbe ile 250’ye yakın insanın ölümüne sebebiyet vererek darbe yapılması, ülkenin beyni binlerce öz vatan evladının uydurma şahit ve delillerle KHK ile görevlerinden uzaklaştırılmaları darbe sonrası binlerce insanın kadın erkek çocuk yaşlı demeden sırf bir şikayet ve şüphe üzerine ‘F..’yaftası ile hapishanelerde çürütülmesi, anayasa ve hukukun siyasetin köpeği haline getirilmesi, ülkede yaşanan felaket ve faciaların (Soma maden ocağı 300’e yakın işçinin şehit olması gibi) faili meçhul cinayetlerin üstünün kapatılması, ülkenin dünyanın önemli uyuşturucu merkezlerinden biri haline gelmesi, mafya babalarının devlet ricali nezdinde hürmet görmesi, ağırlanması, demokrasinin diktatörlüğe dönüştürülmesi, İslam’ın politik çıkarlar için tepe tepe kullanılması, halkın saf dini duygularının siyasi hedeflere kurban edilmesi, kullanılması, yüzde doksan dokuzu Müslüman olan bir ülkede bu olup bitenleri müşahede eden gençlerin dinden ve dindardan nefret eder hale gelip bir kısmının deizme bir kısmının da ateizme saplanması, örnek olması gereken yöneticilerin sokak ağzı seviyesindeki konuşmaları, hal ve tavırlarında gurur ve kibirden taviz vermemeleri, halkını aşağılamaları, hakaret etmeleri, hiç hata kusur kabul etmemeleri gibi insani, dini, hukuki, ahlaki o kadar çok yanlış, suç ve günah addedilecek icraatlara imza attılar ki, normal bir insan, bunların sadece birine bile sebep olsa utancından insan karşısına çıkamayacak durumda olması gerekirken bunları umursamamaları ciddi, insani bir duygu kaybıdır.
Utanma duygusu, haya insandaki önemli duygulardan biridir. İster inansın isterse inanmasın her insanın az-çok haya, utanma, duygusundan nasibi vardır. Hele hele bir müminin ‘haya, utanma’ duygusundan nasipsiz olması düşünülemez.
Din ve dini emirler insanın fıtratına dercedilen bu utanma duygusunu besleyerek onun koruma altına alınmasını salıklar. Zira bu duygu, insanı pek çok kötülükleri işlemekten alıkoyan bir kalkan hükmündedir. İnsandaki haya hissi hakiki imanla beslendiği takdir de o, nefsin önü alınmaz istek ve arzularına karşı bir set vazifesi görür. Aksine bir durumda ise ‘fert ve toplum planında insanı insanlığından utandıran yırtıklıklar kaçınılmaz olur. İnsanlığın İftihar Tablosu, hayâ âbidesi (aleyhi ekmelüttehâyâ) Efendimiz, bu hususa temas eder ve “Hayâsız olduktan sonra istediğini yap!’ (Buhârî, enbiyâ 54) buyurarak, hayasız bir kişinin her türlü kötülüğü yapabileceğini ifade buyurmuştur.
Bir başka hadis-i şerifte "İman yetmiş küsur bölümden meydana gelir; bunların en üstünde (faziletli olanı)'Allah'tan başka ilâh yoktur' sözünü kabul etmek ve(faziletçe) en altta da ‘İnsanlara eza-cefa, sıkıntı veren bir nesneyi yoldan çekmek / kaldırmak.' bulunmaktadır, haya da imanın bir şubesidir." (Buharı, îmân, 3) İmanın yetmiş küsur şube olması ve bunların içinden ‘haya’nın istisna edilerek özenle ön plana çekilmesi hayanın imanın bütün şubelerinin önünde adeta bir koruyucu fonksiyon eda ettiğini, iman yok olursa imanın da korunmasız kalacağına işaret edilmektedir. Mehmet Akif Ersoy’un da dediği gibi; “Haya sıyrılmış, inmiş: Öyle yüzsüzlük ki her yerde... Ne çirkin yüzler örtermiş meğer bir incecik perde!
İnsanda imandan kaybolan ilk şey “haya-utanma” duygusudur denilebilir. O gitti mi ferdi ve ictimai felaketler birbirini takip eder. “Hayâ ve îman bir aradadır; biri gittiğinde diğeri de gider!” (Beyhakî, Şuab, VI) İnsanın hayadan nasibi imanı nispetindedir. Sıradan bir insanın utanmaz olmasının çevresine vereceği tahribat sınırlı iken toplumda önemli konumları işgal eden kişilerin haya eksikliğinin tahribatı ise tahmin edilemeyecek kadar büyüktür. Hele hele bir toplumda haya ve utanma duyguları zayıflamış veya yok olmuşsa toplumun karşılaşacağı sıkıntılar daha da vahim demektir.
İnsan suç, hata işleyebilir, istemese de günaha girmiş olabilir. Esas olan günah, suç olan davranışlardan uzak durmaktır fakat bütün bunların, utanma duygusundan uzak, pervasızca, sürekli ve ısrarlı bir şekilde açıktan işlenmesi, bir mümin için oldukça tehlikeli olduğu gibi toplum içinde yaygınlaşması da Allah’ın hoşnut olmayacağı bir durumdur. Allah ile kul arasında, kul hakkını ilgilendirmeyen günahların affı her zaman mümkün iken açıktan ilan ediliyor gibi işlenen günahlar için af yolu kapalıdır. Efendimiz (as) bir sözlerinde "Ümmetimin hepsi affa mazhar olacaktır, fakat günahı alenî işleyenler hariç. (Mesela) Kişinin geceleyin işlediği kötü bir ameli Allah örtmüştür. Ama, sabah olunca o: 'Ey falan, bu gece ben şu şu işleri yaptım!' der. Böylece o, geceleyin Allah’ın örtmüş, gizlemiş olduğu günahını sabahleyin, (sağa sola anlatmak suretiyle) faş eder. İşte bu, günahı alenî işlemenin bir çeşididir." [Buharî, Edeb 60) buyurarak günah olan fiillerin utanmaksızın açıktan işlenmesinin ne kadar vahim neticeler doğuracağını haber vermektedir.
Şu bir gerçek ki yerel ve üst yönetimlerde imar kanunu ve inşaat sektöründe yapılan usulsüzlük, alınan-verilen rüşvet, komisyon, haksız kazanç sağlama, kolaycılık, torpil, kayırma gibi işler maalesef en alttan en yukarı kadar neredeyse aleni hale gelmiş, yaygınlaşmış herkesin bildiği yaşadığı şeyler haline gelmiş durumdadır. Toplumu maddi manevi derinden sarsacak boyutlara ulaştığı anlaşılmaktadır.
7 Şubat Kahramanmaraş Depremi’nde binlerce insan vefat etti. On binlerce insan yaralandı. Yüzbinlerce insan evsiz barksız kaldı. Milyonlarca insanın düzeni bozuldu. Demokrasi ve hukukun hâkim olduğu ülkelerde bu yaşanılan felaketlerin binde biri yaşanmış olsaydı o ülkeyi yöneten idareciler herhâlde halklarının yüzüne bakamaz karşılarına çıkamazlardı.
Bugün dünyanın değişik ülkelerindeki demokrasiyi, hukuku, medeniyeti, kolaylıkları, gelişmişliği, imkanları, insana verilen değeri, idarecilerin topluma karşı vazife ve sorumluluklarının gereği hesap verir olmaları gibi pek çok güzelliği bilen, gören yöneticiler aslında ülkeyi bu şekilde yönettikleri, bu hale düşürdükleri için utanmalı değiller mi?