Samanyoluhaber.com yazarı ilahiyatçı Dr. Selim Koç'un yazısı
DR. SELİM KOÇ
Allah’ın ve ecdadımızın bir emaneti, güzel vatanımız Anadolu, yıllardır devam eden yangınlarla cayır cayır yanıyor. Anaların-babaların bağrı kanıyor yıllardır. Masumlar ve mazlumlar kan ağlatılıyor, maddi-manevi haklar gasp ediliyor senelerdir. Milletin vekillerinden Ömer Gergerliğolu, gazeteci ve yazarlar arasında da Memduh Bayraktaroğlu, Kazım Güleçyüz, ve Cemre Birand gibi birkaç kişinin haricinde kimseden ses seda yok.
Mazlumun ahını ney gibi dinleyen vicdanlarda yangın vaar…
Suçsuz kadınlar ve erkekler tutuklanıyor, masum körpe yavrular anasız babasız bırakılıyor, yuvalar dağıtılıyor, yavruların yüreği dağlanıyor. Yeni doğmuş bebekler bile hapislere atılıyor, en ağır şartlarda anaları tarafından büyütülmeye çalışılıyor. Fakat bu büyük zulme karşı “Hayır bu vahşeti bu hukuksuzluğu yapamazsınız!” diyen bir insaflı çıkmıyor.
Hak ve hukuk anlayışı kül olmuş yargıda yangın vaar…
Son Beylikdüzü operasyonunda yaşları 12 ile 25 arasında ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri aileleriyle birlikte tutuklandı. Suçları İngilizce ve matematik dersi almak ya da eğitim öğretim faaliyeti yapmak ya da birkaç öğrencinin daha iyi yetişmesine destek vermek. Bu nasıl bir suç?
Hey güvenlik güçleri! Siz kafayı mı yediniz. Sizi buna yönlendiren yargı mensupları uyuşturucu mu kullanıyor. Hiç mi yargı/hukuk beyinleri çalışmıyor. Bu zulüm karşısında “Bre haydutlar! Hiçbir eğitim-öğretim faaliyeti suç olarak gösterilemez. Çekin artık kirli ellerinizi masumların üzerinden!” diye haykıran bir yiğit de yok.
Mecliste, savcılıkta, karakolda yangın vaar…
İçi boş dosyalarla, asılsız ve mesnetsiz iddialarla yüzbinlerce masumun haklarına kastediliyor. Hayatları çalınıyor, dünyaları karartılıyor. Ülkede hakları korumakla ve hukuku temin ve tesis etmekle görevli hiçbir makamdan ses çıkmıyor. Bu hukuk katliamı karşısında, “hukukun üstünlüğünü” ve hukukun en temel prensibi “Beraat-i zimmet asıldır.” ya da “Suç olmadan ceza verilemez.” vs. ilkelerini gürül gürül dile getirip masumların imdadına koşan bir insan/bir kurum yok.
Mülkün temeli olan “hak ve adalet” ayaklar altında mahkemede yangın vaar...
Suçlu olmadıkları halde kendilerine ceza verilen masumlar hapishaneye götürüldüklerinde çıplak aramaya maruz bırakılıyor. Hayatında saçının bir telini bile namahreme göstermemiş dindar Anadolu kadınına/erkeğine zulmediliyor, şahsiyetine/iffetine dokunuluyor. Onca mahremiyet ihlalleri yaşanılıyor. Fakat toplumdan “Biz de kadınız, anayız, erkeğiz ya da insanız. Bu şerefsizliği yapanlar en ağır cezaya çarptırılmalı!” diye bir hak ses yükselmiyor.
Toplumda ve ülkemin bütün hapishanelerinde yangın vaar!
Camiler bir siyasi partinin ofisi haline getirilmiş. İmamlar/hatipler mihrap ve minberi miting meydanı kürsüsüne çevirmiş. Hutbelerde masum insanlara atılan iftiralar üzerinden istihbaratın algı yönetimine destek olabilmek için borazanlık yapılıyor. Hiçbir imanlı adamdan “Hayır! Allah adına inşa edilmiş bu mescitler hiçbir siyasi emele alet edilemez ve kirletilemez.” diye bir çığlık yükselmiyor.
Camilerde yangın vaar.
Ülkenin din ve diyanet işlerini deruhte için açılmış önemli bir kurum bir partinin emirber neferi, partinin alt bir organı haline dönüştürülmüş. Bu siyasallaşma karşısında “Allah’tan korkun ve İslam’ı kirli emellerinize alet etmeyin! Rabb’inizin ayetlerini az bir paha karşılığında satmayın!” diye kükreyecek bir samimi uyarıcı da yok.
Diyanetin merkezinde yangın vaar…
Üniversiteler bilim yuvası olması gerekirken, iş ve ekmek kapısına dönüşmüş. Terör iftiralarıyla atılan gerçek akademisyenlerin yerine sahtekârlar/hokkabazlar getirildi. Bilimsel yeterliliğin ve alanda ehliyetin yerini parti mensubu olma ya da akrabalık bağları aldı. Bu adam kayırma ahlaksızlığı ve zulmü karşısında birkaç hamiyetperver vatan evladı çıkıp “Bilime kıyamazsınız. Bilime kıyanlar istikballerini tamamen kaybederler.” diye haykırmadı ve haykırmıyor. Hala kimsenin umurunda değil, beyinlerde, üniversitelerde yangın vaar.
Dindar nesil yetiştirmek için yola çıkan 20 yıllık iktidar ortaya deist, ateist ve agnostik bir nesil çıkardı. İslam’ın asırlardır vatanı olan Anadolu’da dini, siyasi söylem ve icraatlarına sos yaptığı için asırlarca dine hizmeti bir şeref olarak benimsemiş ve bunu hakkıyla yerine getirmiş bir milleti dinden ve ahlaktan soğuttu; İslam’a düşman haline getirdi.
Bütün okullarda, imam-hatiplerde yangın vaar!
Asırlardır milletimizin maneviyatını besleyen Kadirî, Nakşi, Halveti ya da Rufaî farklı tarikatlar, şeyhlerinin ve mensuplarının iktidara uydu olmaya razı olmalarıyla onlar da zalimlerin destekçileri ve ortakları haline geldiler. Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytan olma rolünü hakkın sesi olmaya tercih ettiler. İftiraları aynen seslendirip masumların iniltilerini duymazlıktan geldiler.
Tekke ve dergahlarda, zikir halkalarında yangın vaar!
Hazine bürokratların ve teknokratların elinde emanet iken yağma Hasan’ın böreğine dönüştürülmüş, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet ve yağmacılık var. İhalelerde kayırmacılık, istihdamda yandaşlık esas alınmış. Ülke yeraltı-yerüstü zenginlikleriyle çeteler tarafından yağmalanıyor. Vazifesi millî serveti korumak olan kurumlar çıkıp “Hayır! Bu soygunu yapamazsınız!” diye harekete geçmiyor. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş ya da yağmaya ortaklar.
Sayıştay’da , Danıştay’da, Hazine’de yangın vaar!
Enflasyon bir canavar gibi milletin tepesinde. Fiyat artışları milletimizin belini bükmüş durumda. Sadece bir avuç azınlık iktidar gürûhun keyfi yerinde. Daha dün ticarete başlayan bazı yandaşlar/damatlar bugün dünya zenginlik sıralamasında ilkler arasında. Yandaş çetelerin serveti dudak uçuklatır iken asgari ücretli ya da emekli geçim mücadelesi veriyor. Gelir dağılımındaki bu adaletsizlik karşısında hiçbir ehl-i vicdan sesini çıkarmıyor.
Hayat pahalılığı her yerde, evlerde/mutfaklarda yangın vaar!
Merhum Necip Fazıl, yiten nesiller karşısında ıstırabını dile getirirken “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak!/Haykırsam kollarımı makas gibi açarak./Durun durun bir dünya iniyor tepemizden/Çatırtılar geliyor karanlık kubbemizden.” diye inler. Bugün yaşasaydı herhalde ülkemin içler acısı halini görür, kollarını açmanın yanında “Uyanın kalabalıklar ülke yanıyor/Defolun asalaklar ülke batıyor!” diye feryad u figân eder ve bu yangını söndürme adına seferberlik başlatırdı.
Eh ehl-i vatan! Ey ehl-i insaf ve ehl-i vicdan! Siz daha ne kadar bekleyeceksiniz?
Var mısınız bütün bu yangınlara karşı yarın çok geç olmadan/kalmadan bir seferberlik başlatalım. Yoksa Kur’an’ın beyanıyla, bu yangını çıkaranlarla birlikte onu söndürmek için elinden geleni yapmayanlar da birlikte yanacak: “Gerçek şu ki, mümin erkeklerle mümin kadınların haklarına girenler/onlara maddi-manevî işkence yapanlar, bu suçlarından vazgeçip tövbe istiğfar etmezlerse, onlar için hem cehennem azabı hem de yakıcı bir azap vardır.” (Burûç Sûresi, 85/10)
Ey alimler, ey politikacılar! Ey hocalar ey Şeyhler! Ey akademisyenler, ey Cübbeli cübbesiz vaizler ve hukukçular! Ey fetvacı ilahiyatçı ve Diyanetçiler! Ey hipnoz olmuş yargıçlar ve ey tetikçi güvenlikçiler! Ülkeyi siz yakıyorsunuz. İnsanî, İslamî ve ahlakî bütün değerleri siz yaktınız ve yakmaya devam ediyorsunuz. Böyle giderse yaktığınız ya da yakılmasına göz yumduğunuz bütün masum ve mazlumlara bedel hepiniz de yanacaksınız. Zira kısas hak. Yakan yakılır.
Artık sözün bittiği yerde son haykırışım:
Gelin! Kıymayın bu vatana!
Koşun milletin imdadına,
Söndürün bu yangınları… Daha geç olmadan…
Yoksa bu yangınlar sizi hem bu dünyada hem ötelerde cayır cayır yakacak…