Erzincan Başsavcısı İlhan Cihaner'in Ergenekon kapsamında tutuklanması ve 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk'in şüpheli sıfatı ile ifadeye çağrılması, başkentin 'imtiyazlı yargıçlar sınıfını' sinirlendirdi.
Hükümete yönelik 'sivil dikta' eleştirilerinin yerini birden 'yargı diktası' tartışmaları aldı.
Türkiye'de askerî bir darbe olacağı ihtimaline artık hiç kimse inanmıyor. Hatta Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ bile askerî darbe dönemlerinin kapandığını, buna cüret edenleri Türk Silahlı Kuvvetleri'nde barındırmayacaklarını vurguluyor. Her ne kadar fiilî müdahalelerin devri kapanmış gözükse de yeni biçimler türedi. 17 Şubat'ta yeni türle yakından tanıştık: Yargı darbesi... Başkent Ankara'da geçen hafta sancılı günler yaşandı. 27 Nisan e-muhtırasının verildiği döneme benzer bir siyasi atmosfer vardı.
Ankara'yı bir anda hareketlendiren ve yargı darbesi ile sonuçlanan gelişme, salı günü başladı. Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'e iddia edilen Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) üyesi olmak suçlamasıyla operasyon düzenlendi. Özel yetkili Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal, mahkeme kararı ile Cihaner'in evinde ve adliyedeki odasında arama yaptı. Saatlerce süren aramadan sonra çok sayıda CD ve belgeye el konuldu, Cihaner sorgusunun ardından mahkemeye sevk edildi.
Başsavcı Cihaner'in ETÖ üyesi kapsamında tutuklanması ve soruşturma kapsamında 3. Ordu Komutanı Org. Saldıray Berk'in şüpheli sıfatı ile ifadeye çağrılması, Başkent'in 'dokunulmayan imtiyazlı yargıçlar sınıfını' sinirlendirdi. Yapısı, uygulamaları ve 'mutlak' kararları ile eleştirilerin hedefi olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), hemen gardını aldı. Daha önce Ergenekon savcılarını görevden almaya çalışan HSYK, bu kez Cihaner için devredeydi. Olağanüstü toplantı ile bir araya gelen yüksek yargıçlar, Cihaner'le ilgili soruşturma yürüten özel yetkili savcılar Osman Şanal, Rasim Karakullukçu, Mehmet Yazıcı ve Başsavcı Vekili Tarık Gür'ün yetkilerini aldı. Üstelik bu savcılar hakkında suç duyurusunda bulunulması kararlaştırıldı. Buna gerekçe olarak da savcıların CMK'nın 250. maddesini ihlal ettikleri, yetki aşımında bulundukları gösterildi. Yaklaşık 11 bin savcı ve hâkimin kaderini elinde bulunduran HSYK'nın hukuku ve demokrasiyi çiğneyen bu jet kararı, Başkent'i âdeta toz duman etti.
YÜKSEK YARGIÇLARIN İTTİFAKI
Önce yüksek yargı organları tek tek sahneye çıktı ve HSYK'yı destekleyen açıklamalarla tarafgirliklerini ilan etti. Hukukçular, ikinci bir Ferhat Sarıkaya vakasının yaşandığını söylerken, Yargıtay 1. Başkanlar Kurulu toplandı; Başkan Hasan Gerçeker, HSYK kararını 'hukuka uygun' bulduklarını ve işin takipçisi olacaklarını ifade etti. Aynı gün hiç ilgi ve alakası olmadığı hâlde Danıştay Başkanı Mustafa Birden'den de açıklama geldi: "Karar doğru. HSYK'ya güveniyoruz."
İdeolojik söylemleriyle sürekli eleştirilen YARSAV da geri durmadı. Dernek Başkanı Emine Ülker Tarhan, medyaya yaptığı açıklamalarla yüksek yargıçlar darbesine destek verdi. Yüksek yargı sırt sırta verip âdeta derin bir mücadele başlatmıştı. Üstelik savaş açtıkları kurum yine yargıydı. Ancak fotoğrafta bir eksiklik vardı: Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya... Nitekim o da çok geçmeden yazılı bir açıklama ile kendisinden beklenilen tavrı gösterdi. Durumdan vazife çıkaran Başsavcı, yaptığı yazılı açıklamasında AK Parti'ye ikinci bir kapatma davası açmak için âdeta fırsat kolladığı mesajını veriyordu: "Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; Habur, Erzincan, Erzurum adli yargı çevrelerinde yargıyı yıpratan, yargıya olan güveni sarsan adli tahkikatları incelemeye almıştır."
Arka arkaya gelen bu açıklamalar Başkent'te yüksek yargıçların derin bir krizde olduğunu gösterdi. Peki, hükûmet ve siyaset cephesinde bu süreçte neler oluyordu?
HÜKÛMET, E-MUHTIRA TAVRINA
BENZER KARARLILIK GÖSTERDİ
Kararı Eskişehir'de öğrenen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'ya gelir gelmez hukukçu kurmaylarını topladı ve 'yargıçlar darbesine' karşı siyaset kurumu olarak karşı oldukları mesajını verdi. Nitekim toplantıdan sonra akşam saatlerinde Adalet Bakanı Sadullah Ergin basının önüne çıktı, 27 Nisan e-muhtırasında olduğu gibi hükûmetin bu karara karşı dik durduğunu gösterdi. Bakan, savcıların görevden alınmasını 'hukuksuz ve açık bir yetki gasbı' olarak değerlendirdi, savcı ve hâkimlere gözdağı verildiğinin altını çizdi. Yargıtay'ın HSYK'yı destekleyen açıklamasının ihsas-ı rey olduğunu vurguladı.
Tartışmalar bir gün sonra da devam etti. HSYK bir kez daha olağanüstü toplanarak görevden aldığı savcıların yerine 3 isim atadı. Adalet Bakanı Müsteşarı Ahmet Kahraman'ın katıldığı toplantıda yüksek kurul, Taner Aksakallı'yı başsavcı vekilliğine getirdi, Mehmet Ali Kurt ve Ender Karadeniz'e de özel yetki verdi. Kurulun toplantıda olduğu saatlerde bu kez CHP lideri Deniz Baykal sahneye çıktı. HSYK'ya destek verdi ve krizden çıkış adresi olarak erken seçimi gösterdi. CHP lideri sadece açıklama ile yetinmedi, tutuklanan Başsavcı İlhan Cihaner'i ziyaret etmek üzere üç milletvekilini Erzurum'a gönderdi. İzmir Milletvekili Ahmet Ersin, Sivas Milletvekili Malik Ecder Özdemir ve Erzincan Milletvekili Erol Tınastepe cezaevine giderek Cihaner ile görüştü ve CHP'nin Ergenekon avukatı olduğunu bir kez daha ilan etti.
Baykal'dan sonra Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, medyanın karşısına çıktı ve hükûmetin e-muhtıradaki tavrına benzer kararlılık gösterdi. Türkiye'nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu söyleyen Arınç'ın yanıtı sert oldu: "Türkiye bir yargıçlar devleti değil. Hem taraf tutup, hem adil olmayan karar alıp, hem de siyaset yaparken o cübbe giyilemez. Siyaset yapmak isteyen yargı mensubu varsa, önce tarafsız ve adil olduklarını temsil eden cübbelerini çıkarmalı."
Hükûmetin 'yetki gasbı' olarak değerlendirdiği HSYK kararı, '17 Şubat yargı darbesi' olarak tarihteki yerini alırken; bu konudaki tartışmalara son noktayı Cumhurbaşkanı Abdullah Gül koydu: "Süratle, AB standartlarında bir yargı reformu yapılmalı." Yaşananları 'kısır döngü' olarak nitelendiren Gül, yüksek yargı organlarını Çankaya Köşkü'nde bir araya getirip yargı krizini bitirmek istiyor. Cumhurbaşkanı'nın bu mesajlarından sonra yüksek yargıçların çıkardığı kriz bir nebze de olsa dindi. Ancak sıcak gelişmeler arka arkaya devam etti. HSYK'nın yetkilerini kaldırdığı Osman Şanal'ın Ergenekon dosyasını İstanbul'daki Ergenekon savcılarına gönderdiği ortaya çıktı. 13 parçadan oluşan soruşturma dosyasının Ergenekon davasıyla birleştirilmesi bekleniyor. Böylece şüpheli sıfatı ile iki kez çağrıldığı hâlde Erzurum Savcısı Osman Şanal'a ifade vermeye gelmeyen 3. Ordu Komutanı Orgeneral Saldıray Berk'in durumu da netleşti. Ergenekon savcıları Berk'e kötü haberi verdi: "Gerekirse Orgeneral Saldıray Berk'in ifadesini biz alacağız."
Aslında bütün bu koparılan gürültünün temelinde de Saldıray Berk'in olduğu ileri sürülüyor. İddiaya göre, Erzurum'da normal yürüyen Ergenekon soruşturması üst düzey komutanlara kadar gidince yargı devreye girdi. Savcıların yetkilerini elinden alarak soruşturmanın akim kalması amaçlandı. Ancak Savcı Osman Şanal dosyayı İstanbul'daki Ergenekon savcılarına gönderince bu oyun da bozuldu.
Peki, Erzincan-Erzurum-Ankara hattında yaşanan ve ülkenin bir anda 'yargı darbesi' ile kilitlendiği bu noktaya nasıl gelindi?
28 ŞUBAT'IN İRTİCA KOMPLOSU
TEKRAR SAHNELENMEK İSTENDİ
Ergenekon sürecinin başladığı Haziran 2007'den bir ay sonra İlhan Cihaner, HSYK tarafından Erzincan'a başsavcı olarak atandı. İstanbul ve Ankara'da ETÖ'ye yönelik operasyonların başladığı bir dönemde, Erzincan'da da 'derin bir tertip' hazırlığı vardı. İddiaya göre, ETÖ kapsamında iki kez sorgulanan Albay Dursun Çiçek'in imzasını taşıyan 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı' ilk kez burada hayata geçirilecekti. 28 Şubat'ın irtica oyunu, 10 yıl sonra tekrar sahneye getirilecekti. Bunun için Albay Dursun Çiçek, Erzincan'a iki kez gitti. Önce 3. Ordu Komutanı Saldıray Berk, daha sonra orduevinde Başsavcı Cihaner ile birkaç kez buluştu.
Bu görüşmeden iki ay sonra cemaatlere yönelik hazırlanan komplonun uygulanması için Başsavcı Cihaner düğmeye bastı, iki yıl önce başlattığı soruşturmayı genişletti. Söz konusu soruşturma bir kadının 'Cemaat üyesi kocam beni dövüyor!' şikâyetiyle 2007'de başlatılmıştı. Cihaner, aile içi şiddet soruşturmasını bir anda bir cemaat soruşturmasına dönüştürdü. Üstelik terör örgütü iddiasıyla yürüttüğü soruşturmada polisle değil, jandarma ile çalışmayı tercih etti. Bunun nedenini ise daha sonra şu cümlelerle açıkladı: "Ben polise güvenmiyorum. Sızma olabilir."
Devletin güvenlik güçlerine bu anlayışla bakan başsavcı, jandarma ile birlikte Erzincan ve ilçelerinde 17 vakıf, dernek ve iş yerine baskın yaptı. 23 Şubat 2009 günü 29 kişi gözaltına alındı, 9'u tutuklandı. Başsavcı, bulduğu gizli tanıklarla soruşturmayı genişletti. 16 ilde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Yeni Şafak Gazetesi sahibi Ahmet Albayrak dâhil 235 kişiyi takibe aldı. Bu illere operasyon hazırlığı yaparken, Erzurum Başsavcılığı'na gelen bir ihbar, bu komplonun bozulmasına neden oldu. Özel yetkili Erzurum Cumhuriyet Savcısı Osman Şanal, 10 Mart 2009 günü Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderdiği yazıda, soruşturmanın 'silahlı örgüt' iddiasıyla yürütüldüğünü, dosyanın kendi görev alanında olduğunu bildirdi.
İki yıl boyunca hem Adalet Bakanlığı'ndan hem de üstündeki yetkili yargı organlarından gizli ve yetkisiz bir şekilde soruşturmayı yürüten Erzincan Başsavcısı, önce direndi, ardından dosyayı Erzurum Başsavcılığı'na göndermek zorunda kaldı. Ancak planı bozulmuş olacak ki Erzincan'da cemaatlere yönelik ikinci bir soruşturma başlattı ve talebe rağmen bu dosyayı Erzurum'a göndermedi. Bu gelişmeler yaşanırken Adalet Bakanlığı 16 Mart 2009'da Başsavcı İlhan Cihaner hakkında soruşturma açtı. Üç ay süren soruşturmadan sonra bakanlık müfettişleri Cihaner'i 15 ayrı eylem nedeniyle suçladı. Bu soruşturmadan sonra bakanlık, Cihaner hakkında kovuşturma izni verdi. Bunun üzerine Tunceli Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'görevi kötüye kullanmak', 'şüphelilere şantajla baskı yapmak', 'resmî evrakta sahtecilik' ve 'yetki gasbı' suçlamaları ile Cihaner'e 26 yıl hapis istemiyle dava açıldı. Birinci sınıf hâkim olduğu için dosyası Yargıtay 11. Ceza Dairesi'ne gönderildi. Müfettiş raporunda Cihaner ile ilgili suçlamalar şöyle sıralanıyor: "Örgütlü suçların soruşturulmasına başlandığında genelge ekindeki formun eksiksiz bir şekilde doldurularak derhâl bildirilmesi gerekirken, soruşturma evrakını yaklaşık iki yıl sonra bildirdi. 5 farklı günde izinli olmadığı hâlde görev yerini terk etti. Yürüttüğü soruşturmada doğru ve tarafsız davranmadı. Şüphelilerin ifadelerini alırken bağırarak baskı oluşturabilecek tarzda tavır sergiledi. Medine Vakfı'na yönelik emniyete müzekkere yazılmasına rağmen aramayı jandarma ile yaptı. Şüphelilerin çoğu emniyet bölgesinde olmasına rağmen arama, el koyma, ifade alma gibi tüm işlemleri jandarma ile yaptı."
AKSİYON