''Mecaz, kinaye temsil ve istiâre gibi edebî sanatları nazara almayan Zâhirî Mezhebi mensuplarının hoyrat ve kaba anlayışlarına benzer şekilde 1971’de İzmir Sıkıyönetim mahkemesinde 54 kişilik davada din düşmanı bir savcı, iddianâmesinde Üstadın bu benzetmesi için “İnsanı deliye çeviren ifadeler” diyor hakaretler yağdırıyordu.''
Abdullah Aymaz / samanyoluhaber.com
“İNSANI DELİYE ÇEVİREN İFADELER!”
Yirmi Dördüncü Söz’ün başına Üstad Bediüzzaman Hazretleri dikkat çekici bir not koymuş: “Şu Söz ‘Beş Dal’dır. Dördüncü Dal’a dikkat et. Beşinci Dal’a yapış çık, meyvelerini kopar al.” Kur’an-ı Kerim’de de güzel söz, kökü yerde sabit dalları göklerde, semaya ser çekmiş bir cennetin tubâ ağacı gibi; kötü söz de hiçbir yerde kararı olmayan pis bir ağaç gibi tasvir edilmiştir. (İbrahim Suresi, 14/24-26)
Mecaz, kinaye temsil ve istiâre gibi edebî sanatları nazara almayan Zâhirî Mezhebi mensuplarının hoyrat ve kaba anlayışlarına benzer şekilde 1971’de İzmir Sıkıyönetim mahkemesinde 54 kişilik davada din düşmanı bir savcı, iddianâmesinde Üstadın bu benzetmesi için “İnsanı deliye çeviren ifadeler” diyor hakaretler yağdırıyordu. Hem bu ifadelerin, devletin temel nizamlarını dini esaslara uydurma maddesi olan 163. Madde ile ne ilgisi olabilirdi, o ayrı mesele… Bu süreçte olduğu gibi bu Hizmet ve mensuplarına materyalist düşüncede olan savcılar ayrı bir şekilde, sağcı savcılar ayrı bir tarzda saldırıyorlardı.
Mahkememizin ilk savcısı sağcı hâkimlerle kavga etti. O heyet lağvedildi. Yeni bir heyet geldi. Bu heyetin savcısı da güya sağdandı ama iddianamesinde bize saldırıyor ve “Bunlar şeriatı getirecek, ülkeyi ortaçağ karanlıklarına götürecek iddiasında bulunuyor, hemen arkasından da “Bu ülkeyi ancak milliyetçilik ve Kur’an kurtarır.” diyordu. Sanki Kur’an ve şeriat yani İslam prensipleri, farklı farklı şeylerdi. Bunların hazırladıkları iddianame değil; kendi dünya görüşlerinin ifade alanıydı. Baskın yapılan toplantı sırasında Lem’aların Kuddus ismi mi okunmuş yok, Kuddüs isminin Lem’aları mı okunuyormuş? Öyle olsa ne olur, böyle olsa ne olur? Bunların devletin temel nizamlarını dini esaslara uydurmakla ne alakası olabilir? Allah rahmet eylesin Turgut Özal geldi de bu 163. Madde belasından bizleri kurtardı… Şimdi bu süreçte olanın bunlardan farkı var mı? Yok kermes yapmışsınız, yok burs vermişsiniz, yok gazeteye abone olmuşsunuz, yok bankaya para yatırmışsınız, öyleyse teröristsiniz, devleti yıkmaya çalışmışınız, dünyada böyle bir suç mu var? İktidar sıkışınca, “Bu saçmalıkları biz yapmıyoruz, Perinçek’in adamları olan polisler, savcılar, hakimler yapıyor” Peki iktidarda Perinçek mi var? Siz nesiniz?
Neyse Yirmi Dördüncü Söz’e dönelim… Fihristte denildiği gibi, “Allah, Kendisinden başka ilah olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.” (Tâhâ Suresi, 20/8) âyetinin meâlinde ve Esmâ-i Hüsnânın cilveleri hakkındaki çok âyetlerin muazzam birer hakikatını beş dal nâmıyla, muazzam bahisler ile tefsir ediyor. Birinci ve İkinci Dalları, mühim sırların muhtasar (özet halinde) bir hazinesidir. Üçüncü Dal, hadis-i şeriflere gelen evhamı, on iki kaide ile reddeder. Evhamın esaslarını keser. Dördüncü Dal, kainat sarayında istihdam olunan nebâtât, hayvanat, insan ve melâike taifelerinin istihdam (hizmette kullanma) sırlarını ve güzel ubudiyet ve tesbih vazifelerini ve İlahî Rubûbiyetin haşmetini, câzibedar bir tarzda beyan eder. Beşinci Dal “Allah, Kendisinden başka ilâh olmayandır. En güzel isimler O’na mahsustur.’ (20/8) âyetinin nurânî ağacının meyvelerinden beş meyvesini gayet parlak ve güzel bir surette gösteriyor. Bu beş meyve ve Otuz Birinci Söz’ün âhirindeki beş meyve, çok şirindirler. Tatlı ilim isteyenler onları alsın okusun.”
Birinci Dal, marifetullah ile ilgili ince sırlar üzerinde duruyor. Cenab-ı Hakkın Esma-i Hüsna’sı (Güzel İsimleri) 99 isimden ibaret değil. Hatta Cevşen’de geçen binbir isimden de ibaret değil… Ne kadar olduğunu bilmiyoruz. 1981 veya 1982’in karlı bir kış günü Kastamonu’da merhum Mehmed Feyzi Efendi Ağabeyimizi ziyaretimizde bize dört sırdan bahsetmiş, “Esrar-ı Ulûhiyet vardır, Allah’a ait sırlardır. Eğer bildirmezse, Allah’ın Habîbi olan Muhammed Aleyhisselam da bilemez.” demişti. Onun için Efendimiz (S.A.S.) buyuruyor ki; “Ya Rabbî bana bildirdiğin ve bildirmediğin isimlerinle Sen’den istiyorum.”
Demek ki O’nun isimlerinin sayısını bilmiyoruz; sonsuz isimleri olabilir. Her bir isminin de yetmiş bin mertebesi, perdesi, var tecelli derecesi var. Varlıklara aynı isim tecelli etse bile derecesi farklı olabilir. Muhyî isminin bitkide farklı, hayvanda farklı, insanda farklı, hatta her insanda farklı tecelli mertebesi var… Mütekellim isminin Kur’an’da tecelli edenle, diğer üç kitapta, suhuflarda tecelli eden mertebesi, ilhama mazhar insanlarda, arı gibi hayvanlarda hatta arzda tecelli eden mertebesi elbette başka başkadır…
Ayrıca isimler girift tecelli eder. Muhyi ismi hayat verince, semi, basir, hakim, Rezzak gibi isimler de çeşitli mertebelerde beraber içice tecelli ederler. Sonsuz yetmiş bin ile çarparsak nasıl bir sayı çıkar düşünelim. Onun için hiçbir varlık tıpatıp öbürün aynısı değildir… Bu meseleyi iyi anlarsak evrim teorisindeki büyük hatayı da anlamış oluruz.