İnsanlık İçin Ümit Kaynağı

Bahtiyar insanlar, bir çardağın altında “Kutlu Rehber”in etrafında toplanmışlar, sevgi ve ümit dolduruyorlar gönül kaplarına. Başlarında güvercin varmış gibi edeple dinliyorlar sohbet eden gönül insanını.
FİKRET KAPLAN - SAMANYOLUHABER.COM 

Bahtiyar insanlar, bir çardağın altında “Kutlu Rehber”in etrafında toplanmışlar, sevgi ve ümit dolduruyorlar gönül kaplarına. Başlarında güvercin varmış gibi edeple dinliyorlar sohbet eden gönül insanını. 

Sadece onlar dinlemiyorlar peygamber varisi bu güzel insanı. Basit, sade tahta bir sandalyeden dünyanın dört bir tarafına uzanan sevgi halkaları oluşmuş. Yaşları ayrı, başları ayrı, işleri ayrı, kıyafetleri ayrı, yerleri ayrı... renkleri, dilleri ayrı sineler bir ekranın başında bağlanmışlar bu manevi ziyafet sofrasına. 

Kimisi Doğuda, kimisi Batıda, kimisi Güneyde, kimisi Kuzeyde, kimisi ahirette, kimisi dünyada… kimisi hapiste, zindanda.. kimisi gaybubette… kimisi hicret yolunda kimisi gurbet diyarında.. büyük manevi bir beraberlik kurulmuş. Kâinatın bütün kuvveti toplansa onları ayıramamış rehberlerinin vifak ve ittifak atmosferinden. 

Kalpleri sadece bir şeye inanmış, bir gaye etrafında buluşmuş onların: Âlemlerin Yaratıcısı’na bağlanmak, o yolda yürümek, o yolun kara sevdalısı olmak...

Dünyevi ölçüler açısından insanı dehşete düşürmesi beklenen günümüzün dehşetli şartları onları rehberlerinden koparamamış. İşkenceler, yokluklar, mağduriyetler onları vefasızlığa itmemiş. 

Onlar, gönülden bağlandıkları ve ilk günden beri başlarını asla öne eğmemiş, Peygamber çizgisinde dosdoğru yürüyen önderlerine ‘Hocaefendi’ namını vermişler. Felaket ve helaket asrında, ilmin, edebin ve üstün ahlakın en güzelini taşıyan rehber manasında ‘Hocaefendi’… 

Sevenleri biliyorlar ki Hocaefendi’nin bambaşka bir sevdası var. Çorak arazileri gül bahçelerine çevirmek onun tek derdi. Yıldızları parke taşı gibi insanlığın yollarına dizmek bütün arzusu. Bu vazife şuuruyla inim inim kıvrandığından gözleri hep damla damla incilerle dolu. Başkasının ızdırabıyla ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüş. 

Şanı Yüce Nebi’nin kardeşi olma bahtiyarlığına ermiş ahirzamanın kandili, feneri o…  Çatısına kadar yangın sıçramış gökkubbenin direği.. 

O, Allah diyor, peygamber diyor, kitap diyor, başka bir şey demiyor. O katılaşmış, kurumuş gönülleri Hızır gibi yeşilliklere çeviriyor, canlandırıyor. O, ‘İnanıyorsanız muhakkak üstünsünüz.’ kelâmının tecelli ettiği büyük insan. Dünyayı dengede tutmaya çalışan başı dumanlı bir dağ...
     
Darbeler, muhtıralar, mahkemeler, hapisler, sürgünler bu iman abidesini yolundan çevirememiş. Onun öğütleri dilden dile, kulaktan kulağa, evden eve.. bütün dünyaya yayılıyor.

Büyük devrilişler, yıkılışlar, çökülüşlerle geçmiş ömrü. 15 Temmuz darbesinden sonra yıkılmayan, ümidini yitirmeyen kalmamış! Yalnız o dimdik ayakta... İmanı, sıradağlar gibi kuvvetli ve derin. Diğerleri gibi devrilmemiş. Hiçbir zalim onu eğememiş, dünya metaına satın alamamış. 

‘Müminler saldıran o birleşik kuvvetleri (AHZAB) karşılarında görünce: "İşte bu, derler, Allah ve Resulünün bize vâd ettiği zafer! Allah da Resulü de elbette doğru söylemişlerdir." Müminlerin, düşman birliklerini görmeleri onların sadece, iman ve teslimiyetlerini artırdı.’ (Ahzab S. 22) İlahi beyanı onda vücut bulmuş adeta.  

O, dünyevî bir beklentisi olmadığından hiçbir şeyden korkup çekinmiyor. Onun ruh dünyasında, ümitsizlik, karamsarlık ve bedbinlikten asla söz edilemez.

Hocaefendi, İslâm âleminin, inanç, moral ve vicdânî enginliğini en müessir şekilde ortaya koyan çağın en önde gelen ismi. Onun yüksek mefkûresi, yaşadığı çağı düşünüp söylemesi, sadeliği, insânî enginliği, vefâsı, dostlarına bağlılığı, iffeti, tevâzuu, mahviyeti ve istiğnâsı dillere destan... 

O, Müslümanların sahip olduğu değerler manzumesini bütün insanlığı kucaklayacak bir mefkureye dönüştürdü. Asırlardır mefkuresizlikten ve ufuksuzluktan bunalmış olan insanlığa cihan değerinde bir dava sundu. 

O, inanç, sevgi ve vicdan enginliğini en etkili şekilde ortaya koyan “veraset-i nübüvvet” sahibi büyük bir âlim… Müslümanlara bir yafta olarak takılan terörist imajını bir daha dirilmeyecek şekilde tarihe gömecek olan bir babayiğit… 

Bosna Hersek’te, Irak’ta, Tacikistan’da, Kafkaslar’da, Filipinler’de, Afganistan’da… bir kör kurşuna kurban gitmek pahasına da olsa insanlığa hizmet edecek olan fedakâr bir neslin mimarı…

Müslüman, Hindu, Şaman, Budist, Musevi, Hıristiyan, Şii, Sünni, Türkmen ve Kürt çocuklarını Türk okullarındaki aynı sınıflarda yan yana kardeşçe okutacak o manevi gücün temeli…

Kardeşi hizmet okullarında okuyan birisinin, New York Times’a çıkan şu sözlerinin vesilesi: “Aşiretimden iki kardeş intihar bombacısı olarak öldüler. Kardeşim okullar vasıtasıyla gerçek bir Müslüman olarak insanlara adil ve bilge yaklaşacak, tahammülsüzlükle değil.” 

“Papua Yeni Gine’de halen kanibalizm var, insan yiyenler var. Oraya turist olarak bile gitmem. Ama Türkler oraya da gitmiş.” diyen Batılı bir yazarın hayretini celp eden hülyası… 

Gençliklerinin en güzel yıllarını savaş ve mahrumiyet bölgelerine gömüp, Afrika’daki siyah öğrencinin, Rusya’daki beyaz çocuğun başını okşayan hizmet erlerinin gönül mimarı. Dil olimpiyatlarında, dünyayı sevgi etrafında buluşturacak olan o sevdanın tutkunu… 

Arnavutluk’ta Hıristiyan Demokrat Partisi genel başkanının, “Ülkemizin güney bölgesinde Katolikler ve Ortodoks Hıristiyanlar arasında yıllardır gerginlik var. Burada bir Türk okulu açılırsa bu meseleler biter” diyen beklentisi ve “Bu okullar, global köyün (dünyanın) başbelası terörün panzehiri olacak” diyen Cengiz Aytmatov’un ümidi…  

“Ne olur oğlumu okuldan çıkarmayın. Kocamı kaybettiğimden beri oğlum her akşam eve gelince beni döverdi, ama okulunuza geldikten sonra artık beni dövmüyor.” diyen Kamboçyalı annenin sesiydi Hocaefendi. 

Hepsinin ötesinde, gerçek rehberlerle Nam-ı Celilî Muhammedi’nin (Aleyhissalatu Vesselam) güneşin doğup battığı her yere ulaştırıldığını görmek isteyen gaye-i hayal sahibi bir peygamber aşığı…



Hocaefendi, hülyalardaki yarınlara doğru köprü inşa eden, salih zatların tacının varisi, onların son halkası, Üstad Bediüzzaman Hazretleri gibi Ehlullah’tan temayüz etmiş kimselerin kervanından bir zat. Bu ayardaki zatlar, bütün hayatlarını sıyam ve kıyamda geçirdiler; yaşatmak için yaşadılar. Yeryüzünün halifesi olan insanın, kendi ruhlarını yeniden ikameye yönelik olmayan hiçbir işe ayıracak zamanlarının olmadığını haykırdılar. Bugün onun bütün ızdıraplarının altında yatan tek şey bu… 

Onun eserlerinde bütün İslâm dünyasının hem âh u efgânını, hem de ümit ve şevk u târâbını duyup dinlemek mümkündür.

İşte böyle ümit kaynağı olan büyük bir rehber bir ‘Uğur’suz adamın dediği gibi hiç intihar etmeyi düşünür mü? Ahireti ve hesap vermeyi ruhunun derinliklerinde her zaman duyan ve dünyevî hiçbir beklentisi de olmayan birisi hiçbir şeyden korkup çekinir mi? Ümitsizliğe düşer mi?
Hayır, asla.  

Hocaefendi’nin çok sevdiği babasını rüyasında görmesini, onun muradına ereceği, bir yitiği varsa onu bulacağı şeklinde yapılan yorumlara o şöyle diyor:

-Benim yitiğimi bulmam çok zor. Çünkü benim yitiğim, hepimizin yitirilmiş Cennetidir. Yitiğimiz, ülkemiz, milli değerlerimiz, manevi dinamiklerimiz, dinimizi anlatma heyecanıdır. Yitirdiğimiz yolumuzdur… Diğer yitiklerime gelince onlara zerre kadar bile önem vermem. Zaten başka bir şeyim de olmadı ki onları yitirmiş olayım. Kendimi bile yitirsem, Allah şahit ki aklıma gelmez. Yeter ki biz, bir an önce kaybettiğimiz asıl yitiğimizi bulalım.

Kendi adıma, makam-mansıp sevdasına kapılmaktan, iyi olarak bilinip tanınmaya kadar her türlü dünyevî isteği Rabb’ime, Efendim’e ve dinime karşı vefasızlık kabul ediyorum. Millet olarak, zaman içinde kendimizi yenilemek, daha parlak bir görüntü sergilemek, hususiyle de son bin senelik müktesebâtımızı, kültürümüzü tanımak, tanıtmak ve dinimizi anlatmaktan başka hiçbir sevdam olmasını istemiyorum.’
Hocaefendi, Hak ve Hakikat karşısında hep çok vefâlı oldu. Kendisini, iftiralar, hapisler ve karalama kampanyaları yıldırmadı; çoğu zaman yalnız bırakılması ve hiç kimsenin yanına sokulmaması onu asla ümitsiz kılmadı. En olumsuz hâdiseler dahi onu hiçbir şekilde dize getiremedi. Bir hayat boyu Üstad Bediüzzaman gibi "garîbem, bîkesem, nâtuvanem, alîlem, zelîlem.." dedi fakat daima eğilmeyen bir baş, bükülmeyen bir kamet olarak kaldı.
Onun ileri seviyedeki hak ve hakikati anlatma cehdini, İ'lâ-yı kelimetullah’da bulunma gayreti sözcüklerle, kitaplarla anlatılamaz. Dine ve insanlığa hizmette onun kadar cehd, himmet ve meşguliyete sahip olmak mümkün değil. O, kimsenin altından kalkamayacağı hizmetlerinin yanında evrâd u ezkârında da hiç mi hiç kusur etmemiş ve etmiyor. En ağır şartlar altında kitaplar yazıyor, sohbetler ediyor, talebeler yetiştiriyor, evrâd u ezkârını hiç aksatmıyor. Talebelerinin şehadetiyle o, gecelerde, göz kamaştıran bir huşû ile sabaha kadar ubudiyette bulunuyor, teheccüd, münâcat ve evradlarını asla terk etmiyor.
Hasılı kim ne derse desin, Hocaefendi’nin önderlik yaptığı hizmetler sayesinde kupkuru çöller Cennet bağlarına döndü.. Pek çok kömür ruh, elmasa dönüştü.. Taştan-topraktan tabiatlar, altın ve gümüş olma pâyesine yükseldi.. Ve kendi ülkesinde anlaşılmazsa da şimdilerde dünya Hocaefendi’den söz ediyor; onun ve arkadaşlarının vadettikleri sevgi, kardeşlik ve hoşgörünün gerçekleşeceği günleri bekliyor. Bugün sadece, karanlık ile ışığı birbirine karıştıranlar, hayatlarını beden hapsinde geçirenler onun aleyhinde atıp-tutuyor… Yalan, iftira, tezvir ocakları yeniden körükleniyor.  Ama bütün bu çırpınışlar nâfile… sarmış ışık her yanı; sarmış sonsuzdan gelen nurlar bütün cihanı. 
Artık dem aydın ruhların demi, devran da onların devranı. 
16 Haziran 2019 01:28
DİĞER HABERLER