İntikam operasyonunda hukuk katliamı yaşandı

İntikam operasyonunda hukuk katliamı yaşandı
Kamuoyunda, yolsuzluk ve rüşveti ortaya çıkarmanın intikamı olarak bilinen polislere yönelik sahur operasyonunda her gün yeni bir hukuk katliamı yaşandı. Hukukçular duruma tepkili.

  • Kanunun emrettiği gözaltı süresi dolmasına rağmen polisler günlerce adliyede tutuldu
  • Yolsuzluk zanlılarını tahliye eden hakimlerin özel olarak seçilip bu operasyonda görevlendirildiği HSYK tarafından bile kabul edildi.
  • Soruşturmaya bakan bir hakimin odasında görüştüğü esrarengiz kişiye ‘kaç İsmail kaç’ diye bağırması ise skandalın boyutlarını gözler önüne serdi. 
  • Gözaltındaki kişilerin savunmasının alınmadan karar verilmesi tuz biber ekti

Gelişmeleri yakından takip eden hukukçular, ‘Türkiye’de hukuk devleti’ ilkesinin ortadan kaldırıldığına dikkat çekiyor. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na (HSYK) çağrı üstüne çağrı yapılıyor. Başta görevdeki hakim ve savcılar olmak üzere Türkiye’nin önde gelen hukuk adamları HSYK’nın, yaşanan yargı katliamını durdurmasını istiyor. Zaman Gazetesi'nin haberine göre dile getirilen tepki, uyarı ve öneriler şöyle:


Hukuksuzluklar mutlaka şikâyet edilmeli

Emekli Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu: Sulh ceza mahkemeleri kaldırıldı, sulh ceza hakimliği getirildi. İstanbul Adliyesi’nde şu anda 6 tane sulh ceza hakimi var. Birinin yaptığı işlem için diğerine itiraz edilecek. Ortada bir karmaşa var. Hepsi şikâyete konu olan ve mutlaka şikâyet edilmesi gereken konular. Bunların hukukla alakası yok. Bir kere reddihakimi reddetmek hukuk dışı. Çünkü bu kişinin Başbakan’a hayran olduğu kendi Facebook sayfasında ortaya konmuş. Diğer ‘İsmail’in varlığı, hakimin ona kaç dediği orada yüzlerce kişinin şahitliğiyle, kamera kayıtlarıyla ortaya konmuş. Bunların ne olduğu inşallah ileriki günlerde ortaya çıkacaktır. Bunun, sadece yazarak çizerek değil şikâyet edilerek yapılması lazım. HSYK’nın buna müdahale etmesi elbette gerekir. Ancak müdahale etmeyeceğini düşünüp şikâyet etmek en güzel yoldur. Polislerin savunma haklarının ellerinden alınmasının da hukukla en ufak bir alakası yok. Utanç verici bir durum. Bu kararı veren kişi (Hâkim İslam Çiçek) hemen görevden alınmalı. Operasyon, operasyon olmaktan; sorgu, sorgu olmaktan çıktı. Bu soruşturmayı tek bir hâkim ile yaparsan olacaklar bellidir. Bir hâkimin bakacağı kişi sayısı bellidir. Bir hâkimin bakışıyla vereceği karar bellidir. Hukuk, artık tamamen laçkalaşmıştır. Mahkemeler tamamen taraf olduğu belli olan hâkimlerden oluşmuştur. Hukuk bir gün herkese lazım olacak. Hukukla bu kadar oynamayın. Bu bumerang gibi sizi de, herkesi de çarpar. Böyle bir şey olmaz, yapmayın bunu, Türkiye’ye de dünyaya da rezil oluyoruz. 

İsmail kaçarken aklınıza mukayyet olun

Gazeteci Avukat Orhan Kemal Cengiz (Radikal.com.tr’deki yazısı):Yolsuzlukları soruşturanların anasından emdiği sütün burnundan getirilmesi, demokrasinin gelişmediği başka ülkelerde de olabilir. Yolsuzlukları soruşturan savcıların adalet bakanı tarafından telefonla aranıp ‘uyarılması’, hukukun gelişmediği başka ülkelerde de olabilir. Meclis’e gelen yolsuzlukla ilgili fezlekelerin, ‘bunların fihristi yok’ türünden bir bahaneyle geri gönderilmesi parlamentosu çalışmayan başka ülkelerde de olabilir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu bütünüyle iktidarın kontrolü altına alma gayretleri, hukuk devletinin gelişmediği başka ülkelerde de olabilir. Böcek soruşturmasında olduğu gibi, başbakanın şikâyetçi olduğu kişilerin tutuksuz yargılanmasını eleştirmesi, bunun üzerine zanlıların tutuklanması, hukuk sistemi orasından burasından dökülen başka bir ülkede de olabilir. Başbakan’ın “paralel yapıyla” mücadele için kurulduğunu belirttiği ‘sulh ceza hakimlikleri’ benzeri, kişiye özel cezalandırma mekanizmaları başka ülkelerde de olabilir. Bu sulh ceza hakimliklerine, Facebook sayfalarında “Seni seviyoruz uzun adam” diye yazan, yolsuzluk sanıklarını beraat ettiren hakimlerin atanması insan hakları sicili pek de parlak olmayan başka ülkelerde de olabilir. Bu sulh ceza hakiminin polislerle ilgili duruşmaya ara vermesinin ardından, polisleri suçlayan savcı ve polis şefiyle toplantı yapması, sanık haklarının ruhuna Fatiha okunan başka bir ülkede de olabilir. Ve hatta bu sulh ceza hakiminin, bu toplantıyı yaptığı sırada, içeri giren milletvekili ve avukatların diğer “sivil şahsın” kim olduğunu sormaları üzerine, bu yargıç o şahsa “kaç İsmail” diye bağırabilir ve İsmail de apar topar kaçabilir. Pek çok kişi, bu kaçan kişinin ‘yukarıdan’ talimat getiren bir ‘kurye’ olduğunu düşünebilir... Hakimlerin bu denli iktidarın etkisi altında olduğu zannı doğabilir... Bunlar bile başka ülkelerde olabilir... Ancak bütün bunlar olurken, bir Başbakan’ın, gözaltında bulunan polisleri ziyaret edip, onlarla fotoğraf çektiren Hakan Şükür ve İdris Bal’ın mahkemeleri baskı altına alma ve onları etkileme suçu işlediğini ileri sürmesi gibi bir olay herhalde dünyanın başka hiçbir yerinde olamaz...

Hukukun içi boşaltıldı

Demokrat Hukukçular Derneği Genel Başkanı Ahmet Nazlı: Ergenekon ve Balyoz yargılamasında, delil üretilmesi ne kadar hukuka aykırı ise Cemaat mensuplarına karşı yürütülen soruşturmada delil üretilmesi de hukuka aykırıdır. Hukuki sonuçlara, sadece hukuki yollarla varılır. Ceza yargılamasında tutukluluk sürelerine uyulmaması da maalesef yıllardır süregelen hukuksuz bir uygulamadır. Gözaltına alma cezaya dönüşmemelidir. Aksi halde telafisi imkânsız maddi ve manevi kayıplara yol açabilir. Bu da Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru ve tazminat taleplerine yol açabilir. Anayasa Mahkemesi’nin son özgürlükçü kararları dikkate alınmalıdır.

İktidar paylaşımında, çatışan tarafların, hukuku araçsallaştırması hukuka olan güveni zedelemiştir. Hukukun içini boşaltarak, farklı kesimlere farklı muameleyi doğuracak şekilde uygulanması, hukuka olan güveni riske etmektedir. Bu doğrultuda, avukatların savunma hakkının sınırlandırılması bir hak ihlalidir. Bu, ‘masumiyet karinesi’ ilkesi gereğince, bir gün masum olduğu ortaya çıkacak olan bireyin de savunma hakkının ihlalidir. Soruşturma ve kovuşturmaların intikamcı saiklerle yapılmaması gerekir. Yargı makamları, iktidar ve devlet adına değil millet adına karar verir. ‘Paralel yapı’ ile ilgili soruşturma yapacağız diye ceza usul hukukunda olmayan kurallar ihdas etmek, hukukun genel ilkelerine aykırıdır. ‘Bir kişinin eyleminden dolayı, partisi, cemaati sorumlu olmadığı gibi, bir parti üyesinin veya cemaat üyesinin işlem veya eylemlerinden, diğer üyeler sorumlu tutulamaz.’ Siyasal iktidarın Cemaat mensuplarının tamamını suçlu ilan etmesi ve buna karşı topyekûn cezalandırmaya kalkışması ‘suçta ve cezada kanunilik ilkesi’ne aykırıdır. Bu doğrultuda ‘paralel yapı’ iddialarının hassas bir şekilde incelenmesi ve varsa suçluların kanun önüne çıkarılması, siyasal iktidar kadar yargının da görevidir. Aksi halde, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki gibi, ‘önyargılı’ yargı kararlarının da bir gün yeniden yargılamaya tabi tutulması gündeme gelebilecektir.

YARGININ SAHİBİ BAŞBAKAN OLDU

Çağdaş Avukatlar Grubu Başkanı Kemal Aytaç: Türkiye’de yargı, yargıçlık dibe vurmuştur. İnsanların, toplumun artık bu yargıya güvenmesini kimse beklemesin. Böyle (savunma hakkının alınması) abuk subuk kararlar olacak şeyler değildir. Artık yargı denildiği zaman benim aklıma sahibinin sesi, hükümetin ve Başbakan’ın sesi geliyor. Bu işi kim yürütüyorsa, kim yanında duruyorsa, bu iktidardan kim nemalanıyorsa bunlardır sahipleri. Var olan sistemi devam ettirmek için, muhalifleri yok etmek için yargıyı araç olarak kullanıyorlar. Bundan önce de kullandılar ama bu örnek daha çarpıcı, önemli tabii ki. Dosya üzerinden (polislerin) hepsine aynı cezaların verilmesi mümkün mü? Bu ancak ilkel çağda geçerli olan bir sistem. Bir bölükte bir askerden dolayı bütün askerlere ceza vermek bir zulümdür. Bu, kabile sisteminden kalmış bir şeydir. Suçlar kişiseldir. Toptancı bir mantıkla insanları bir yere koyup karar verme diye bir şey söz konusu değil. Yargıçlar, hukuk kaidelerini ayaklar altına alıyor ve yok sayıyor. Başbakan, (polislere) operasyonu seçim öncesi, seçim sonrası bangır bangır söyledi. Bir Başbakan düşünün, ülkede kimin ne yapılacağına, nereden alınacağına karar veriyor. Yargı denilen şey Başbakan’ın talimatıyla hareket ediyor. Artık hangi hâkim, hangi savcı hukuk adına kalkıp iktidara ters düşebilir, onun hoşuna gitmeyecek icraat yapabilir? Yaptılar mı ne oldu, o savcılar, hâkimler bir tanesi yerinde durabiliyor mu?

Yargı, iktidarı değil kişileri korumalı

Demokrat Hukukçular Derneği Genel Başkanı Ahmet Nazlı, yargının bir siyasal parti gibi davranmasının hukuku siyallaştıracağı uyarısında bulundu. “Siyasal iktidar, ‘cadı avı’nı bırakmalı ve yargı da kendi hukuki sahasına çekilmelidir. Yeni ‘özel yetkili mahkeme’ anlamına gelen uygulamalardan kaçınılmalıdır.” diyen Nazlı, aksi halde, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) gerçekte kaldırılmamış olduğunun anlaşılacağını söyledi. Yargı kurumlarının, siyasal iktidarı değil hukuku ve bireyi siyasal iktidara karşı koruması gerektiğine dikkat çeken Nazlı, şu uyarılarda bulundu: “Siyasal tarafların ihtilafını yargı çözmelidir. Yargının kendisi de bir taraf haline gelirse, hukukun çıkmaza gireceği açıktır. Bu noktada HSYK önemli bir idari mercidir, yargı merciine dönüşmemelidir. Yargılamanın adil yürütülüp yürütülmediğini, usul kurallarına uyulup uyulmadığını kontrol etmelidir. HSYK, bir siyasal taraf olarak, yargının içinde yer almamalıdır ve ‘yargıçlar iktidarı’ endişelerini bertaraf etmelidir. Hukuk kurallarının, herkese farklı uygulanması adalet hislerimizi ciddi şekilde yaralamaktadır. Siyasal iktidarların işlem ve eylemlerinin, hukuk içerisinde olup olmadığını denetlemek, yargının işidir. Ama yargı, bunu yaparken, siyasal güdülerle değil, hukuki gerekçelerle hareket etmelidir. Bu işi mutlak surette bağımsız şekilde yerine getirmelidir.”

30 Temmuz 2014 07:48
DİĞER HABERLER