Türkiye Cumhuriyeti'nin, kurulduğu ilk günden başlayarak, yakın komşularıyla iyi geçinme diye bir ilkesi olduğunu biliyoruz;
ilişkilerdeki bütün inişler ve çıkışlara rağmen İran'dan ülkemize gelenlere Atatürk döneminden beri 'vize' uygulaması yapılmıyorsa, bunun sebebi, komşular arasında İran'a özel bir önem vermemizdir.
Herhalde İran'dan bakanlar da Türkiye'ye benzer derecede bir önem veriyorlar...
İran ile Türkiye allı-yeşilli bir elmanın iki yarısı gibi; gözleri hep birbirinin gözünde, bazen takdir bazen kışkançlık hissiyle birbirine yaklaşıyorlar.
Bu girişin sebebi, geçen hafta yapılan seçimler öncesi ve sonrasında meydana gelen gelişmelerin bizim medyada çok farklı değerlendirilmesi... Halen iktidarda ve Cumhurbaşkanı konumunda bulunan Mahmud Ahmedinejad ile Mir Hüseyin Musevi arasında geçti büyük çapta yarış ve ipi açık ara göğüsleyen Ahmedinejad oldu. O gün bugündür durulmuyor İran; sandıktan başarıyla çıkanlar kesin bir dille inkâr etseler de, muhalifler seçimlere hile karıştırıldığı iddiasındalar...
Muhalefet veya iktidar İran siyaseti açısından ne anlama geliyor? İran İslâm Devrimi'nin lideri Ayetullah Humeyni'nin başbakanı Musevi muhalif konumda; şimdiki dini lider Seyid Ali Hamaney ise iktidardaki Ahmedinejad'ı destekliyor... Ahmedinejad'ın yanında yer alanlar İran'da 30. yılını sürdüren İslâmî dönemin ortaya çıkardığı liderler; buna karşılık Musevi'nin yanında Humeyni'nin işbaşına getirdiği devrimin ilk kadroları var... Humeyni'nin işbaşına getirdiği devrimin ilk kadrolarının 'dini lider' olmasını engellediği Ayetullah Muntazari de onlarla birlikte Musevi destekçileri arasında...
Çıkın bakalım çıkabiliyorsanız, işin içinden...
Siyasetin bu kadar çok-bilinmeyenli ve karmaşık olduğu bir ortamda, taraflardan birini 'reformist' ötekini 'tutucu' olarak görmek, birine 'yerli' derken ötekini 'Batı'dan yana' olarak yaftalamak, birini 'kentlilerin' diğerini 'varoşların' desteklediğini ileri sürmek pek anlam taşımıyor.
Sadece İran'dan bakıldığında değil Batı'dan bakıldığında da bunların bir anlamı yok: Musevi 'Batı-yanlısı' ve 'ılımlı' sayılıyorsa, İsrail'in katı başbakanı Benjamin Netanyahu ile 'neo-Çılgınlar' diye bilinen isimlerin çoğu İran seçimlerinden Ahmedinejad'ın başarıyla çıkmasını arzu ettiklerini neden gizlemediler? 'Neo-Çılgınlar' ekibinin önemli isimlerinden Daniel Pipes, “İran seçiminde oy kullanabilseydim, oyumu Ahmedinejad'a verirdim” derken herhalde bir şeyler söylemek istiyor...
Aslında İran'da olan-biteni Batı eksenli değerlendirmeler yerine Türkiye'yi merkeze alan değerlendirmeler ile anlamaya çalışmak daha mantıklı. Dünyayı umursamayan, kendi başına bir hayatı bugünün küreselleşen yeni yapısında da sürdürebileceğine inanan geniş bir kitle var İran'da; onları bugün Mahmud Ahmedinejad temsil ediyor... Buna karşılık dünyayla ters düşmeden ülke çıkarlarının daha iyi korunabileceğini savunanlar da az değil; Mir Hüseyin Musevi bu seçimde onların adayıydı.
Bu iki kesimin izdüşümlerini herhangi bir Batı ülkesinde bulmak zor; oysa Türk siyasetinde iki çizginin de güçlü temsilcileri bulunuyor.
Ülkedeki çalkantılar uzun sürer mi? Bu konuda söylenen, protestoların dışarıdan müdahale olmadığı taktirde kısa, dışarıdan müdahale durumunda ise daha kısa süreceği... Seçimden yenilgiyle ama moralsiz çıkanlar, ülkeyi bir süre daha yönetmenin yöntemini, yenilgiye uğrattıkları Musevi'nin temsil ettiği çizgiyi kendilerinin haline dönüştürmekte arayacaklardır.
Önümüzdeki günlerin, sonuçta kim üstün gelirse gelsin, Tahran'ın Ankara ile daha fazla yakınlaşma arayacağı bir dönem getireceğini düşünebiliriz.
Türkiye açısından İran'la işbirliği önemli, İran açısından da Türkiye ile ilişkilerin önemi ortada. İki ülkenin aynı ilkesel dış politika çizgisinde işbirliği ise yakın vadede boy gösterecek ihtilâfların çözümü için gerekli olacak.
Tahran'ın anlaması gereken budur.