İranlı üst düzey yetkililer son dönemde zaman zaman Türkiye aleyhine açıklamalar yapıyor, uluorta konuşup duruyorlar.
Buna en örnek İran Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Hasan Firuzabadi'nin Devrim Muhafızları (Sipah-ı Pasdaran İnkılabı İslami) internet sitesine yaptığı açıklamasında Suriye'de akan kandan Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan devletlerinin sorumlu olduğu şeklindeki ifadesi.
Dini lider Ayetullah Hamaney'den sonra İran silahlı kuvvetlerinin en üst düzey yetkilisi konumundaki Firuzabadi bu kabul edilemez ifadesine ek olarak "Bu ülkeler bu yaklaşıma devam ederlerse Suriye'den sonra sıranın Türkiye'ye ve diğerlerine geleceğini bilmeliler" diyerek Türkiye ve diğerlerini de Suriye'ye benzer durumun beklediğini buyurmuş bulunuyor. Firuzabadi, Türkiye'yi hedef alan ve haksız yere itham eden sözleriyle şüphesiz İran ile Türkiye arasındaki zaten bir süredir limoni seyreden ilişkilere bu yönde yeni ve çok menfi bir katkı yapmış oluyor.
Dışişleri Bakanlığı'mız derhal yaptığı açıklamayla bu yersiz ve mesnetsiz ithamlara şu şekilde cevap vermiş bulunuyor: "Ülkemizle ilgili yapılan asılsız ithamları ve son derece yakışıksız tehditleri şiddetle kınıyoruz. Her gün yüzlerce masum insanın katlinin vebalini kimlerin taşıdığı herkesin malumudur."
Bu vebalde İran'ın payının olduğu hiç kimsenin reddedemeyeceği bir gerçek olarak ortada duruyor; Rusya ve Çin'in de öyle elbette. Bu yüzden Firuzabadi gibilerinin kalkıp Suriye'de akan kandan Türkiye'yi sorumlu tutması adeta kendi suçunu başkalarının üzerine atarak rahatlamak isteyen şahısların tavrına benziyor.
Diğer yandan, Suriye mezalimi dolayısıyla Türkiye'yi suçlayan sadece Firuzabadi de değil; dünkü haberlerde İran Meclis Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Kazım Celili adlı şahsın da Suriye'de kaçırılan İranlıların can güvenliğinden 'Türkiye ve ülkedeki teröristleri destekleyen ve silahlandıran ülkelerin' sorumlu olduğunu iddia etmiş; üç gün önce de İran Meclis Başkanı Laricani'nin danışmanı Hüseyin Şeyhülislam, İran vatandaşlarının Ankara'nın yeşil ışığı olmadan kaçırılamayacağı gibi inanılmaz ve saçma bir çıkışta bulunmuştu.
Esasen, İranlı yetkililer son dönemde Türkiye'yi hedef alan söz ve açıklamalarına Türkiye'nin Malatya-Kürecik'te devreye soktuğu NATO X-band radarı ile başlamışlardı. Hatırlayın, geçen yıl kasında İran Devrim Muhafızları Hava-Uzay Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacızade İran'a yönelik muhtemel bir saldırı durumunda ilk hedeflerinin Kürecik radarı olacağı yönünde bir tehdit savurmuş, onu başkaları da izlemişti. Ayrıca, İranlı bazı medya kuruluşlarının olur-olmaz Türkiye'ye hem bu konuda ve hem de başka konularda haksız ve yersiz eleştiriler yaptığını da burada hatırlatalım.
İran Dışişleri Bakanı Salihi, 'Bunlar resmi görüşler değil; siz resmi görüşlere bakın.' (Burada Salihi'ye sormak lazım, Firuzabadi ve diğerleri resmi şahıslar değiller mi, değilseler bunlar kim, resmi sıfatları neyi ifade ediyor acaba, bunlar İran devleti adına konuşmuyorlar mı acaba?) şeklinde söz konusu haksız ithamları değersiz ve önemsiz kılmak istese de Türkiye geçmişte benzer sözleri dikkate almamasına rağmen bugün artık bunları ciddiye alıyor ve İran'a hak ettiği cevapları veriyor.
Nitekim Başbakan Erdoğan da herhalde 'yeter' diye düşünerek İran'a iki gün önceki iftarda hem cevap vermiş ve hem de İran'dan Suriye konusunda kendini hesaba çekmesini istemiş bulunuyor. Erdoğan aynı zamanda Türkiye'nin İran'ı hiç kimsenin desteklemediği zamanda desteklediğini, bunu özellikle nükleer programı dolayısıyla yaptığını da İran'a hatırlatıyor. Ayrıca, aynı hatırlatmayı, Dışişleri'nin son açıklamasında da görüyoruz. Bu açıklamada Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi'ndeki İran lehindeki ilkesel tutumundan söz ediliyor.
Esasen hem Başbakan Erdoğan ve hem de Dışişleri bana göre İran'ın, Türkiye'ye karşı nankör davrandığını ima ediyorlar. Onlar bulundukları konum ve devlet adamlığı davranış tarzı bakımından bunu açıkça ifade edemezler; ama biz ederiz.
Türkiye'nin resmi samimi desteğine, komşuluk hukukunu en iyi şekilde yerine getirme gayretlerine, açık kalpli dostane politikalarına rağmen İranlı yetkililerin bütün bunları göz ardı ederek, bunların kıymetini bilmeme ısrarları ve Türkiye aleyhine konuşmaları, haksız ithamlarda bulunmaları ancak nankörlükle izah edilebilir. Allah (cc) nankörleri sevmez. İranlı yetkililer ve aynı şekilde davrananlar bunu arada sırada hatırlasalar, iyi olur...