''Kalplerin öldüğü, gözlerin Hakk’a karşı kör, kulaklarında gerçeklere karşı sağır hâle geldiği asrımızda; insanlığın, küfür ve dalâlet karanlığında boğulmasına engel olacak, gönüllere ve hayata ışık saçan Nebiler Sultanı ‘na (sav) her devirden daha çok muhtaç olduğu da bir gerçektir.''
Mehmet Ali Şengül / samanyoluhaber.com
Işığa Muhtaç Ruhlar (Velâdet-i Nebî)
Işığa muhtaç karanlık bir dünya.. Bütün bir beşeriyet ye’s içinde.. Herkesin umudu gelecek olan son Kurtarıcı‘da.. O dönem itibariyle karanlığın yoğunluğu, şafağın yaklaştığını yâni, karanlığı aydınlatacak insanlığın iftihar Tablosu’nun dünyâya teşrif edeceğini ifâde ediyordu.
Fırtınaların güçlü oluşu, rahmetin, yağmurun müjdesiydi. Öyle bir dönem yaşanıyordu ki, cehâletin ötesinde, îmânın zıddı küfür hâkimdi. Bâtılı tasvir, sâfî zihinleri idlâl edeceği için açık ve net ifâde etmekten hicap ediyorum.
Ne var ki, her şeyin güzelliği, kıymet ve değeri zıddıyla bilindiği için; Cenâb-ı Hak, zaman zaman, yer yer, gece gündüz, yaz kış, acı tatlı, zengin fakir gibi musîbet ve nimetleriyle de kullarını imtihan ediyor.
Allah (cc), insanları bu imtihanları müsbet mânâda başarabilmeleri için; kalp, akıl, irâde ve şuur, el ayak, göz kulak, aynı zamanda sırrına vâkıf olamadığımız paha biçilmez latîfelerle donatmıştır. Bu sermayelerle gerçekleri anlayabilmeleri için, en doğru beyan olan kelâm-ı ezelî Kur’an-ı Muciz-ül Beyân’ı göndermiştir.
“İşte Kitap! Şüphe yoktur onda. Rehberdir müttakîlere!”
“O müttakiler ki, görünmeyen âleme inanırlar. Namazlarını tam dikkatle îfâ ederler. Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler.”
“Hem sana indirilen kitabı, hem de senden önce indirilen kitapları tasdik ederler.”
“Âhirete de kesin olarak onlar inanırlar.”
“İşte bunlardır Rableri tarafından doğru yola ulaştırılanlar. Ve işte bunlardır felah bulanlar.” (Bakara sûresi,1-5)
O İlâhî beyânı muhtaç olan gönüllere duyurabilmek için, yanılmayan ve yanıltmayan Efendiler Efendisi Hz.Muhammed’i (sav) gönderdiğini de Cenâb-ı Hak, Enbiya sûresi 107. âyetiyle, “.. Ey Resulüm, Biz seni bütün insanlar için sırf bir rahmet vesîlesi olman için gönderdik” şeklinde ifâde buyurmuştur.
Âl-i İmran sûresi 164.âyette Allah (cc); „Gerçekten Allah, kendi içlerinden birini, onlara âyetlerini okuması, onları her türlü kötülüklerden arındırması, kendilerine kitap ve hikmeti öğretmesi için resul yapmakla, müminlere büyük bir lütuf ve inâyette bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar besbelli bir sapıklık içinde idiler.” Buyurmaktadır.
Evet O’nun (sav) sâyesinde beşeriyet, maddî mânevî kirlerden arınmak sûretiyle, kalp ve ruhun derece-i hayatına yükselme imkanı bulmuştur. O’na (sav) inanma ve itaat etme şerefine mazhar olanları Allah (cc), o şerefe yüceltti.
Tıpkı bir güneş mâhiyetinde Allah Resûlü’nün (sav) dünyâya teşrîf buyurduğu, bütün cihânı şereflendirdiği ‘Velâdet-i Ahmediyye’ ve neticede nübüvvetle şereflendirilmesi; beşeriyet için bütün bayramların bayram olmasına, sıkıntıların huzura kalbedilmesine, insanların Allah’a yaklaşmasına, dünyâyı bir misafirhâne, aynı zamanda âhiretin bir tarlası hükmüne getirilmesine, kul ile Rabbini buluşturup aradaki engellerin kaldırılmasına gâye büyüklüğünde bir vesîledir. Bu ise, Cenâb-ı Hak’ın cin ve inse en büyük bir lütfu ve en büyük bir ikrâmı ve ihsanıdır.
O câhiliye dönemi ki; kadın erkek putlarla dolu Kâbe’yi uryan olarak dönmeden tutun da, mâsum, günahsız çocukların rızk korkusuyla, ayıp saydıkları kız çocuklarını anne babaların öldürmesine kadar, kadının hiçbir hakkının olmadığı, itilip kakıldığı, alınıp satıldığı, böylece korkunç zulümlerin irtikâb edildiği, yavrularına hayvanlar kadar bile şefkatin, merhametin gösterilemediği bir dönemdir.
Cehâletin, zulmün zirve yaptığı o günlerde, Allah merhamet buyurdu; Hak ve adâletin, şefkat ve merhametin, ahlâk ve fazîletin, huzur ve güvenin temini ve hayâta hâkimiyeti adına, saâdet-i dâreynin temsilcisi Hz.Muhammed’i (sav) gönderdi.
O (sav); Cenneti annelerin ayaklarının altına koydu. Anne ve babaya sahip çıkmayan, onun hak ve hukukuna saygıda bulunmayan evlatların, âhirette zor durumda kalacaklarını haber verip ikaz etmesinin yanında, bilhassa iki-üç kız çocuğunu îmanlı, ahlâklı faziletli yetiştiren ana babanın ehl-i cennet olacakları müjdesini getirdi.
İnsanlığın iftihar Tablosu Efendimiz (sav); bir taraftan hayatı, hayatın perde arkasını, insanın ve bütün varlıkların yaratılış gâyesini, akıllara durgunluk verecek kâinattaki müthiş düzen, sistem ve âhenk içinde hareketlerini ve bunları yaratan Allah’ın hâkimiyyetini, kudretini, azametini düşünüyordu.
Diğer taraftan da O (sav); şirâzeden çıkmış, îmânî değerler altüst edilmiş, fazîletleri, güzellikleri ayıp göstererek, ayıp ve kusurları da birer fazîlet ve güzellik gibi telkin ederek; kurtların çoban olduğu, koyunların merhametsiz kurtlara bırakıldığı, kendi çıkarları adına insanların kanının emildiği, bunların da mârifet ve akıllılık sayıldığı bir dönemin sorumluluğunun ıztırabını ruhunda, vicdanında duyuyordu.
Cenâb-ı Hak Tövbe sûresi 128.âyette; “Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki, zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” Buyurmuştur.
Efendimiz (sav), bundan dolayı bütün himmetini ve gayretini, insanlığın îmanla şereflenmesi ve ölümsüz ebedî hayâtı kazanabilmesi yolunda, bütün imkanlarını seferber ediyor ve onları kavl-i leyyinle Hakk’a dâvet ediyordu. Buna rağmen büyük çoğunluğu dâvete icâbet etmekten ictinâb ediyordu.
Âl-i İmran sûresi 159.âyette; “İnsanlara yumuşak davranman da Allah’ın merhametinin eseridir. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın (ki öyle değildin), insanlar senin etrafından dağılıverirlerdi. Öyleyse onların kusurlarını affet, onlar için mağfiret dile ve işleri onlarla müşâvere et. Bir kere de azmettin mi, yalnız Allah’a tevekkül et. Allah muhakkak ki, Kendisine dayanıp güvenenleri sever.”
Ve Necm sûresi 2. ve 3.âyetlerde; “Arkadaşınız Muhammed yanılmadı, sapmadı, aldanmadı.” “O kendi hevâ ve hevesiyle konuşmuyor.” Buyrulmaktadır.
O (sav), hayâtında bir defâ bile yalan söylememişti. Öyle emindi ki, herkes nâmusunu bile teslim eder, zerre kadar şüphe etmezdi. Kendi nâmusu gibi onları korurdu.
Ahzab suresi 45. ve 46.âyetlerde; “Ey şanlı Peygamber! Biz seni insanlar hakkında şâhit, müjdeci, uyarıcı, Allah’ın izniyle O’nun yoluna dâvet eden bir peygamber ve aydınlatan bir lamba olarak gönderdik.”
Ve Sebe suresi 28.âyette; “Ey Resûlüm, Biz seni bütün insanlığa rahmetimizin müjdecisi, azâbımızın uyarıcısı olarak gönderdik, lâkin insanların ekserisi bunu bilmezler.” Buyrulmaktadır.
Allah (cc) O’nu (sav); Allah’ın kulu mânâsına gelen Abdullah ve emin, doğru mânâsına gelen Âmine vesîlesiyle dünyâya getirmişti. O (sav), müstakîm yaşamış, benzeri olmayan, âlemlerin yaratılmasına vesîle olan bir şahsiyetti.
Helâket ve felâketlerin, fitne ve fesâdın zirve yaptığı günümüz de, o dönemin cahiliye devrine ne kadar benzediği âşikârdır.
Kalplerin öldüğü, gözlerin Hakk’a karşı kör, kulaklarında gerçeklere karşı sağır hâle geldiği asrımızda; insanlığın, küfür ve dalâlet karanlığında boğulmasına engel olacak, gönüllere ve hayata ışık saçan Nebiler Sultanı ‘na (sav) her devirden daha çok muhtaç olduğu da bir gerçektir.
Allah’ım! Bizleri, Efendimiz’in (sav) sünnetini ihyâ ile fitne fesada engel olmaya ve ıslahcılar olarak vazîfemizi hakkıyla yapmaya muvaffak kılmanın yanında, O’nun şefâatiyle şereflenmeyi Senin sonsuz rahmetinden diliyor ve dileniyoruz. Âmin.