Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih yeni köşe yazısını 'Işıkların aydınlatma ufukları' başlığıyla kaleme aldı.
Nebi İlker Beyin tesbitlerine devam ediyoruz:
Barla'dan Dünyaya: Risale-i Nur'un Yayılışı
Risale-i Nur'un Barla'da başlayan yolculuğu, 1950'lerde çok partili hayata geçişle birlikte daha da hızlandı. İlk başlarda elle yazılan metinler, 1956'dan itibaren matbaalarda basılmaya başlandı. 1960'lar ve 1970'ler boyunca süren hukuki mücadeleler sonunda, Risale-i Nur Külliyatı'nın yayını üzerindeki engeller büyük ölçüde kalktı.
Bugün Risale-i Nur, dijital platformlarda, sosyal medyada ve dünyanın dört bir yanındaki dershanelerde okunmaya devam ediyor. Türkiye'nin kültürel ve dini hayatının ayrılmaz bir parçası haline gelen bu külliyat, onlarca dile çevrildi ve milyonlarca okuyucuya ulaştı.
Sonuç: Yazının Direnişi
Barla'da ve Sovyet Rusya'da ortaya çıkan bu iki farklı yazın hareketi, baskı dönemlerinde düşüncenin ve inancın nasıl yaşayabildiğinin ve yayılabildiğinin en güzel örnekleri arasındadır. Risale-i Nur ve Samizdat edebiyatı, modern tarihin en zorlayıcı dönemlerinde, yazının ve düşüncenin gücünü ortaya koyan iki önemli harekettir.
Bugün, dijital çağın imkânlarıyla düşüncelerin yayılması çok daha kolaylaşmış olsa da, Barla'daki o mütevazı başlangıç ve Sovyet Rusya'daki yeraltı edebiyatı, düşünce özgürlüğü mücadelesinin unutulmaz sayfaları olarak tarihe geçmiştir. Her iki hareket de bize göstermiştir ki; kalem, en güçlü silahlardan bile daha etkili olabilir ve tek bir kişinin yazıları, tüm bir toplumu değiştirebilir.
İlim ve gerçekler üzerine yazılan yazılar, birer ışıktır. Işık hızı da ses hızından daha fazla yayılma süratine sahiptir. İnsanlığa maddî-mânevî yönden rehberlik yapan, ilimle bilimle ve fenle teknoloji ile insanların yazdıkları kitaplar, eninde sonunda başucu kitaplar ve şaheserler olarak lâyık oldukları konumları kazanacaklardır. Bu arada M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin konuşmalarını, vaaz, hutbe ve soru cevap gibi sesli olanları ve artık Pırlanta Serisi olarak kitaplaşanları da unutmamalıyız.
Hocaefendinin Risale-i Nur ile ilgili tesbitlerini sizlere arz ediyoruz:
Risaleler, genel itibarıyla şu şekilde vücuda gelmiştir: Üstad'a etrafındaki kişiler tarafından sorular sorulmuş, o da bu soruları şartların elverdiği ölçüde cevaplandırmıştır. O, kabz ve bast hâllerini yaşaması durumuna göre bazen çok mufassal tasniflere girmiş, bazen de ihtisar etmiştir. Hatta bazen sadece ayetleri zikrederek konuyla irtibatlandırmış ve birer kelime ve cümle ile deryalara işaret etmiştir. O esnada uzun boylu meseleyi açmaya ruh hâli müsait olmadığı için, işi tabiîliği içinde bırakmış ve kesinlikle hiçbir yerde, hiçbir zaman sun'îliğe girmemiştir. Bu sebeple Risalelerdeki bu türlü yerler cilt cilt şerh edilmeye muhtaçtır.
Nurlar, imanî mevzularda yapmış oldukları tavzihlerin yanında icmâlî olarak İslam'ın diğer meselelerine de temas etmişlerdir. Bediüzzaman, kendi yaşadığı dönemde icmâlî olarak ortaya koyduğu bu meseleleri, gelecekteki bir kısım nuranî zatlara ve heyetlere havale ederek tafsilini onlara bırakmıştır. Evet, onun ifade ettiği icmâlî meseleleri fert değil, heyetler açacaklardır. Bu heyet içindeki fertler, tıpkı bir bayram sofrasında olduğu gibi Nur mutfağının o zengin menüsünü birer birer o sofraya taşıyacaklar ve bir sofra düzeni içinde fertler önce ekmekten başlayarak sonunda baklavaya varıncaya kadar ne ortaya konması gerekiyorsa heyet hâlinde onu yerine getireceklerdir. Tabiî bu meselenin birden olmasını düşünmek yanlış olur. Bunlar, bir sünuhat kabilinden, ihtiyaca binaen, zaman içinde hiç farkında olmadan akıp akıp gelecek ve ortaya çıkıverecektir. Bu faaliyetin içinde bencillik ve sun'îlik olmamalıdır; zira sun'îlik, riyakârlıktır.
Risalelerde satır aralarında ifade edilen hususlardan bir diğeri de meselelerin "tedellî" (tümdengelim, istidlâl) metodu ile anlatılmasıdır. Yani müessirden esere giderek, eserin o çerçevede değerlendirilmesidir. Böylece eser, hem o "Müessir-i Azam"ın büyüklüğü hem de o eserin ifade ettiği mânânın derinliği açısından daha bir açılır ve inkişaf eder. Böyle bir yol, eseri anlama açısından daha önemlidir. Çünkü bunun tersi bir yaklaşım tarzı ki, -eserden müessire doğru gitme yöntemidir- çok defa beklenen sonuca ulaştırmaz. Her ne kadar o eseri oluşturan parçalar ciddî bir tenasüp içinde de olsa ve o eserin değişik yanları tam bir nizam, mükemmel bir âhenk ve şiiriyet de ifade etse, eldeki neticenin yine kendi kıymetince olması bakımından Zât-ı İlâhi hakkında yeterince fikir vermeyebilir.
Bizim için Risaleler, çok büyük ve çok önemli mânâlar ifade eden ve bir yönüyle geleceği şerheden ve hatta bu daire içinde yetişecek büyük velilere, mürşidlere, ebrara, mukarrabîne rehberlik yapacak tertemiz bir kaynak olmasına rağmen bazıları için hiçbir değer ifade etmemekte; dahası onun hakkında, dili bozuk ve çok muğlak, bir şey anlayamıyoruz demektedirler. Haddizatında onun hakkında böyle denmesinden ciddî rahatsızlık duyduğumu söyleyebilirim. Çünkü sizin, çok dâhi dediğiniz insanlar, birtakım güzel ifadelerde bulunabilir ve onlar da çok orijinal sözler olabilir. Ancak Risalelerde öyle dâhiyane söylenmiş sözler vardır ki, bunlar âdeta söylenemez türden şeylerdir.. ve Üstad'ın ifadesiyle Lemeât bir bakıma çekirdek, Mesnevi-i Nuriye rüşeym, diğer Risaleler de o feyyaz yamaçların fidanlığıdır. Ben, kuru nassçılığa gömülmüş insanların, onlardan istifade edeceğine çok ihtimal vermiyorum. Ama yine de ah ne olurdu onlar da onu tanıyıp tatsalardı! Bu onlar için de ayrı bir derinlik olacak ve düşünceleri, heyecanları ayrı bir tesir icra edecek, ayrı bir zenginliğe ulaşacaktı.