Bu sorunun önemli cevabını, Hocaefendi'nin her makalesi bir kitap değerinde olan "Cemre Beklentisi" kitabından okuyoruz.
İslam'ı anlatmada çocuklarla mükellefleri birbirinden ayrı tutmak gerekmektedir. Şöyle ki: Çocuklarda daha çok imrendirici olmalı, meseleleri ümit duygusuna bağlı götürmeli ve müjde yörüngeli üslup kullanılmalıdır. Günah ve azapla korkutmak yerine, onların yapacakları güzel amellerin ahiretteki tezahür ve güzel sonuçları dile getirilmelidir. Bu istikamette öncelikle Allah ve Peygamber sevgisi aşılanmalı, onun akabinde bu sevginin kendilerine ahirette kazandıracağı mükafatlar anlatılmalıdır. Hasılı, çocuklar için teşvik ve tebşir, müjde esas alınıp ona göre hareket edilmelidir.
Mükellef olan insanlara gelince, onlara karşı dengeyi elden bırakmamak gerekir. İnzarla, korkutma ile tebşiri, terhiple tergibi, mehabetle muhabbeti atbaşı götürmelidir.
Bir taraftan insanların ümitsizliğe düşmesine meydan vermemeli, fakat diğer yandan da onların günahlarını hafife almalarına fırsat tanımamalıdır. Özellikle haram helal mevzuunda laubaliliğin yaşandığı, ciddi manada günahlardan sakınılmadığı, sadık bir mümin olarak yaşamanın zorlaştığı dönemlerde günahlar, bütün çirkinlik ve çirkefliğiyle ortaya konulmalı, günahların latifeleri öldürdüğü üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.
Zira bu latifelerimiz içinde öyleleri vardır ki, ahirette Cenab-ı Hakk'ı çok engince ve azametine yakışır şekilde duyup hissetmemizi sağlayacaktır. Bu sebeple kısa ve fani bir ömürde geçici ve basit bir kısım zevk ve lezzet için ebedi hayatın hesabına yaratılmış bu çok kıymetli donanımları günahlarla öldürmek akıl kârı mıdır, deyip muhatapların bu hususta derinlemesine düşünmesini temin etmemiz gerekir. Çünkü farklı zamanlarda birçok kez dikkat çekmeye çalıştığımız üzere, her ne kadar temel bir kısım latifelerin tevbe, inabe ve evbe yoluyla ihyası mümkün olsa da, önemli bazı latifelerin günahlarla öldürüldüğünde, bir daha diriltilmeyebileceği göz ardı edilemeyecek önemli bir konudur.
Hele belli konumda, belli mazhariyetlere ermiş insanlar bile bile bu tür hata ve günahlar içine giriyorlarsa, bu mevzu daha endişe verici bir durum arz ediyor demektir.
Bundan dolayı Allah'ın af ve mağfiretini cebimizde el aleme dağıttığımız bir çikolata şeklinde görmemeliyiz!. Onları hayr-u hasenatın, ibadat-ü taatın yerine getirilmesi gibi belli karşılıkların neticesinde muhataplarımıza sunmalıyız. Yoksa haşa cömertliğimizi Hazret-i Cevvad'ın cud ve sehavetinin önüne, merhamet ve sevgimizi Hazret-i Rahman'ın rahmet ve muhabbetinin önüne geçiriyor gibi bir tavır içerisine girmek, Allah'a (celle celalühü) saygısızca bir tavır demektir.
Bu noktada insanlarda haram helal hassasiyetinin oluşturulması çok önemlidir. Öyle ki bir insan vakıf malının halısına ayağını basarken bile buna hakkı olup olmadığını düşünmeli, Allah'ın bu konuda kendisini sorgulayabileceğinin hesabını yapmalıdır. Bunun için de hata ve günahlar ve bunların kaybettirdikleri değerler çok ciddi anlatılmalıdır. Eğer bu mevzuda gerekli hassasiyet gösterilmezse Cenab-ı Hak'tan gelen hususi varidat ve mevahibin inkıtaya uğrayacağı da ayrıca dile getirilmelidir.
Hasılı, tevbe mevzuunda dengeyi yakalama adına bir taraftan Allah'ın sonsuz merhametine güven esas alınıp ümit duygusu güçlendirilmeli, diğer yandan da günahların çirkin yüzü gösterilip işlenen günahlar neticesinde bir kısım latifelerin ölebileceği ve telafisi mümkün olmayacak bazı mahrumiyetlerin yaşanabileceği hatırlatılmalıdır; hatırlatılmalıdır, zira hepimizin bu istikamette telkin, tebliğ ve irşatlara hemen her zaman ihtiyacı bulunmaktadır..
Evet, küçüklere İslam'ı anlatmada imrendirme ve müjde esas alınmalıdır. Fakat büyükler de sevaplarla ümitlendirilirken günahtan korkutma dengesi ihmal edilmemelidir.