Samanyoluhaber.com yazarlarından Safvet Senih 'İslamiyet'e hizmet eden cemaatlere' başlığı taşıyan önemli bir yazıyı köşesine taşıdı.
M. Fethullah Gülen Hocaefendi’yi tanıdığımız ilk dönemden beri, onun bütün İslama hizmet eden gruplara, cemaatlere, tarikatlara karşı son derece saygılı davrandığına, onların başlarında bulunan zatlara saygı ve hürmette asla geri durmadığına şâhidiz. Gençlik, dinçlik dönemlerinde bayramlarda ziyaretlerine gider, gidemediklerine bizleri gönderir; hizmetlerini takdir ve tebrik edici ifadelerle dolu mektuplar yazardı. Yurt dışlarına çıktığımız dönemlerde de bizler elimizden geldiği kadar buna riayet ettik.
Bu hususta Hocaefendi’nin sohbetlerinde ve yazıya dökülmüş ifadelerinden pek çok güzel sözler bulabiliriz. Bu cümleden olarak işte bazıları:
“Bu mübarek kadro içinde (Hizmet’te) yer alan her fert, Allah’a inanmış, saf, temiz, dupduru müminlerle münasebetlerini de gayet iyi ayarlamalıdırlar. Ayarlama derken ‘artistlik yapma’, ‘aktörlük tavrı’ takınma gibi şeylerden de fevkalâde sakınmalıdırlar.
Dinde, gönüllerden gelmeyen şeyleri yapmanın adına riyakârlık veya münafıklık denir. O, bizden, bizim düşünce dünyamızdan fersah fersah uzaktır ve öyle olmalıdır. Evet, biz diğer İslâmî cemaatlere; farklı kulvarlarda, ama aynı hedefe koşan insanlar nazarıyla bakıyoruz.
Veya onları, aynı çatı içinde farklı odalarda hayatlarını sürdüren kişiler gibi görüyoruz. Onların içinden kendimize adam ayartmıyor ve kimseyi kandırmıyoruz. Kandıramıyoruz ama, ayartılmaya veya kandırılmaya tahammülümüzün olmadığı da bir gerçek. Mesleğimizin, meşrebimizin muhabbetiyle yayıyoruz.
“Bu konuda bana başkaları tarafından anlatılan bir vak’ayı arzetmek istiyorum. Çok eski yıllarda birisi gelmiş bana İslamî cemaatlerden birisini sormuş. Ben de ‘Onlar, ufkumuzda yalancı bir şafağın bile olmadığı dönemde, Edirne’den Ardahan’a kadar ülkemizin her tarafını köy-kent demeden dolaşarak kurslarla, yurtlarla, pansiyonlarla donattılar.’ demişim. Aradan bir-iki ay geçmiş. Bornova’da akşam sohbetleri sırasında yine aynı soruyu sormuşlar, ben yine benzer şeyler söylemişim. Belki aradan bir kaç ay geçmiş, o zat tekrar gelmiş, yine aynı soruyu sormuş. Ben de ilk söylediğimi benzer şeylerle soruya cevap vermişim. Bu meselenin bir de öteki yüzü var. Bilmiyorum söylesem mi? O zat, benim, haklarında böyle konuştuğum cemaate gitmiş, dediklerimi aktarmış. İhtimal bu husustaki ölçüyü tam kavramamış birisi benim için, ‘Aktörlük yapıyor’ demiş. O zat
‘Bir insanın beni tanımadan, nereden geldiğimi bilmeden, farklı zamanlarda ne niyetle sorulduğunu bilmediği bir soruya hep aynı şekilde cevap verebilmesi mümkün değildir ve bu katiyyen aktörlük olamaz’ demiş.
“Evet bizim için temel ölçü, din ve dindarlığa hangi yolla olursa olsun, hizmet etmektir.
Biz, az veya çok bu uğurda katkısı bulunan herkesi, ama herkesi alkışlar, başlarımızı ayaklarının altına kaldırım taşı gibi koyabiliriz. Kaldı ki, bu ölçüyü biz koymuyoruz ki? Allah ve Resulü bu hususla alâkalı ölçüyü asırlar önce koymuşlar: ‘Lâ ilâhe illallah, Muhammedün Resulullah!’ diyen herkes bizim din kardeşimizdir. Ayrıca kabirde Münker ve Nekir ‘Rabbin kim? Nebin kim? Dinin ne?’ diyerek soracak.
O sorular arasında filan şahsı, filan Hizmet anlayışını kabul ediyor musun diye bir soru yoktu. Yani onların bizi kabul etmeleri iman esasları arasında değil… O halde ben ne diye şu veya bu sebeple beni tasvip etmeyen din kardeşlerime cephe alayım ki?..
Hâsılı, herkes kelime-i şehadeti esas alarak etrafındaki insanlara bakış açısını ayarlamalı. Hatta onun birini söyleyip, diğerini, yani ‘Muhammedün Resulullah’ söylemeyen insanlara bile,
rahmet, merhamet nazarıyla bakmalı… Çünkü hadislerden anlaşıldığına göre, Allah’ın o engin rahmeti âhirette öyle tecelli edecektir ki, şeytan bile ‘Acaba ben de istifade edebilir miyim?’ diye ümide kapılacaktır.
Şimdi böyle bir rahmet enginliği karşısında, cimrilik yapma ve o cimriliği temsil etme bize yakışmaz. Hem bize ne? Mülk O’nun, hazine O’nun, kul O’nun… Öyleyse, herkes haddini bilmeli.
“Söz buraya gelmişken bir düşüncemi arz ederek bu faslı da kapatmak istiyorum. 70’li yıllardan beri beni ve hizmetimizi yakın plana alan ve yakaladığı her fırsatı değerlendirerek gammazlayan, hatta devlet ricâlini iğfal eden ve bir gazetede sahibi olduğu sütunu çoğunlukla bunlara ayıran bir yazar bir gün ‘Lâ ilahe illallah, Muhammedün Resulullah’ dese inanın bana, o gün benim için bayram olur.
O şahsın yıllardan beri durmadan, usanmadan, yılmadan düşmanlık yapmasını hiç önemsemeden onu bağrıma basarım. Evet, önemli olan o zâtın Allah ile arasındaki düşmanlığı aşabilmesi ve O’na yakın olabilmesidir.”
(Fasıldan Fasıla -3)