İsrail'de 'Ankara' günleri

İsrail'de 'Ankara' günleri
Tarihi milattan önceye uzanan Ankaralı Yahudilerin sayısı bugün 50’ye kadar geriledi.
Atatürk’ü de konuk eden Yahudi mahallesinde artık Musevi yaşamıyor. Ankara Musevilerinin önemli bir kısmı İsrail’deki ‘Ankara Günü’nde bir araya geliyor. İlya Araf, Ankara Yahudilerindendi. Dört ay önce, 94 yaşında vefat ettiğinde vasiyeti üzerine cenazesi sinagog yerine Kocatepe Camii’nden İslami kurallara göre kaldırıldı. Bu törende, doğduğu şehirdeki arkadaşları, dostları ve kardeşleriyle son defa bir araya geldi. Son Ankara Yahudilerinden İlya Araf’ın cenazesinin sinagog yerine cenaze namazıyla camiden kaldırılması cemaat içinde çok da anormal karşılanmadı. Çünkü geçmişi milattan öncesine kadar uzanan Ankara Yahudilerinin sayısı bugün 50’ye kadar geriledi, artık Ankara’da bir cemaat bulunmuyor. Eski ilişkiler koptu, sinagog bile ibadet için yılda sadece bir defa açılır oldu. Müslüman ve Hıristiyanlarla evlilikler de anormal karşılanmıyor. Bugün esamisi pek okunmuyor Ankara Yahudilerinin; ancak geçmişte böyle değildi. Ankara’nın başkent olmasıyla Yahudi nüfusu bir dönem 3 bine kadar çıktı. İş kurmak, tezgâh açmak için birçok Yahudi bu şehre yerleşti. İstanbul’da doğan Beki Bahar da bu dönemde ailesiyle buraya yerleşenlerden biridir. Beki Bahar, Ankara’ya ilk defa 1937 yılında gelir, henüz 10 yaşındadır o tarihte. Otomobil ve kamyon acentesi sahibi babası Ankara’nın meşhur Ercan ailesinden ortaklık teklifi alınca buraya yerleşirler. ANKARA YAHUDİLERİ BAŞKAYDI “Ankara ile İstanbul’daki Yahudi cemaatleri arasında büyük fark vardı. İnsanların görüşleri, yaşayışları değişikti. Ben (Ankara’dakileri) niye çok severdim? Halkı bambaşkaydı, ayrı kültürü vardı. İnsanları daha anlayışlıydı.” diyen Beki Bahar’a şehre ilk geldiğinde Ankaralıların konuşmaları şarkımsı gelir. Bu konuşma tarzı ona çok sıcak gelecek ve Ankara’ya sevgisi artacaktır. Beki Bahar’da o günlerden sonra Ankara merakı uyanır, araştırmalar yapar. Anadolu Yahudileri üzerine bir kitap hazırlarken oğlunun “Ankara’yı senden başka yazacak kimse kalmadı.” uyarısı üzerine Ankara Yahudileri kitabını yazmaya karar verir: “Niyetim yoktu fakat baktım iyi yapmışım. Ankaralılar da onayladılar. Bunu benden başka bilen yok. Birisi yazmaya kalksa çok abes olurdu.” Bahar’ın kitabıyla Ankaralı Yahudilerin ilginç anıları da sayfalara kaydolmuş oldu. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk Ankara’ya geldiğinde bir gecesini Yahudi evinde geçirmişti. Osmanlı kültürünün bir arada yaşama ruhu, Ankara’ya da sinmişti. Mesela 1940’lı yıllarda sokak çeşmelerinden evlerine su taşıyan, odun kıran kadınlara hitap için kullanılan ‘bacı’ tabiri İbranicede sevgiyi ifade eden ‘ka’ ekiyle birleştirilip ‘bacika’ kelimesini ortaya çıkardı. Ankara’nın başkent olmasını izleyen yıllarda iş imkânları bir hayli fazlaydı. Şehrin nüfusu 3 bine kadar çıktı. O dönemde şehre gelenler arasında pazarcılık yapan Yahudiler bile bulunmaktaydı. Yahudiler tarafından işletilen yerler arasında elektrik, cam, otomobil, mefruşat, lüks erkek gömleği dükkânları bulunuyordu. Ankara Yahudileri içinde bürokraside en üst noktaya Yusuf Tezman yükseldi. 1945-1970 yılları arasında cemaat başkanlığı da yapan Tezman, 36 yıl boyunca PTT Genel Müdürlüğü’nde milletlerarası posta işlerinde görev aldı. Tezman şimdi İstanbul’da yaşıyor. ONLARLA İYİ KOMŞUYDUK Şu anda Altındağ Belediyesi’nin hemen karşısındaki bölgede bulunan Yahudi mahallesinin Yenişehir’e (Sıhhiye) kayması, önce gelenek ve göreneklerde değişime yol açtı. Mesela imece usulü evlerde düzenlenen düğünler son bulmaya, cemaatin düğünleri salonlara taşınmaya başladı. Maddi durumu iyi olmayanlar ise sinagogda evlenir oldu. Eskiden birbirlerine yardım için toplanan Yahudiler de artık daha az görüşür hâle geldi. 1960’lı yılların sonunda başlayan İstanbul’a ve ülke dışına göç ise Ankara Yahudi cemaatini yok olma noktasına getirdi. 1940’larda tam sinagogun karşısında bulunan ve Madam Pella adındaki bir Yahudi’ye ait evde oturan 64 yaşındaki Fevzi Özdemir, o yıllarda Yahudilerle çok iyi komşuluk içinde olduklarını hatırlıyor. Kumrucuk Sokak’ta oturan Özdemir, şu an hiç Yahudi’nin yaşamadığı mahalleyi anlatırken 40 yıl öncesine gidiyor: “Yahudiler, mağdur duruma düşenler için bir araya gelir, aralarında para toplar ve yardım ederlerdi.” Yahudilerin mahalleden çıkmasının ardından bölgenin viraneye döndüğünü, hatta bir ara bali çeken çocukların bile bu evlere yerleştiğini söylüyor Özdemir. İstanbul’un 1950’li yıllardan itibaren cazibesini artırması, İsrail devletinin kurulması ve Amerika’nın popülerleşmesi karşısında Ankara Yahudileri şehirden bir bir ayrılmaya başlar. İsrail’e giden Ankaralı Yahudi sayısı o kadar çok ki her bahar bir araya gelip ‘Ankara Günü’ kutlaması yapıyorlar şimdi. Belki başkentte yaşayanlar tarafından bile pek hatırlanmayan seymenlerin yanı sıra bozacı ve şerbetçiler de bu günde ortaya çıkıyor. İSRAİL’E GELENE KADAR ÇOCUKLARIM YAHUDİ OLDUKLARINI BİLMİYORDU Ankara Yahudi mahallesinde doğan Leyla Ağlamaz da İsrail’e gidenlerden birisi. 1940 yılında doğan Ağlamaz, evlendikten sonra 1971 yılında İsrail’in yolunu tutar. Bu ayrılışın nedenini ise o yıllarda sağ-sol çatışmalarına bağlıyor. Ankara’dan ayrıldıkları güne kadar babası Hamamönü’nde hırdavat dükkânı işletiyordur. Birlik Sokak’taki evlerinin hemen yanında caminin imamının oturduğunu, bu evin en üst katından ezan okunduğunu hatırlıyor Leyla Hanım. İlkokulu mahallede, liseyi ise Ankara Koleji’nde bitirir. Çok küçük yaşta İngilizce öğrenip Ankara’da bir şirkette çalışmaya başladı. Müslüman ya da Musevi arkadaş ayrımı yapılmadığını anlatıyor. Ailenin gelirinin yükselmesi üzerine mahalleden ayrılıp diğer Yahudiler gibi onlar da Yenişehir’e taşındı. Leyla Hanım, “Hiçbir zaman Ankara’yı unutmam, gurur duyarım. Herkese anlatırım.” dediği Ankaralı Yahudilerle ilgili şunları anlatıyor: “Ankaralı Yahudiler daha fazla Türkleşmeye başlamıştı, bu bir şikâyet değil. Benim çocuklarım buraya gelene kadar Yahudi olduklarını çok bilmiyorlardı. Herkes gibi bir durum vardı. Büyük topluma uymuştuk. Yaşam tarzı olarak ibadethaneye gidip geliyorduk sadece. Ankara toplumu öyle tam dindar toplum olmamıştır. Belki daha küçük toplum olduğu için. Ankara’dakiler fazla inanmıyorlar, geri kafalılık olarak algılıyorlardı.” SİNAGOG MÜZE YAPILSIN İsrail’de Bat-Yam şehrinde yaşayan Ağlamaz, Dostluk Derneği kurup Türkiyelileri bir araya getirmiş. Aşdot şehrinde Ankaralı nüfusunun daha yoğun olduğunu dile getiriyor. Bu dernekte Ankaralı Yahudiler de bulunuyor ve isteyenlere Türkçe öğretiliyor, sık sık bir araya geliniyor. Bat-Yam Belediye Kütüphanesi’ne Türk yazarların eserlerini kazandıran Leyla Ağlamaz, yeni kitaplar gönderilmesini istiyor. Ankaralı Yahudilerin eskisi gibi birbiriyle görüşmediğini anlatıp cemaatsiz sinagogun müze yapılması çağrısında bulunuyor. Leyla Hanım evde eşiyle Türkçe, çocuklarıyla İbranice konuşuyor. İsrail’de yaşayan diğer Türk Yahudilerin durumu da farklı değil. Beki Bahar’a göre İsrail’e gidenlerin büyük çoğunluğunu fakir fukara oluşturuyordu: “Tanıdığım aileler vardı, bir odada üç kızıyla oturuyordu karı koca. Bir odada sürüneceğime iki odada otururum, diyorlardı. İsrail’e giderse devlet iş veriyor, ev veriyor. Giden mektup yazıyor, böylece arkası geliyor. Maddi durumu iyi olanlar kaldı.” İSTANBUL GÖZÜMÜZÜ KAMAŞTIRIYORDU Ankara, eğitim açısından daha geride olduğu için birçok Yahudi, Avrupa ve İstanbul’un yolunu tuttu. İstanbul’a giden Ankaralı Yahudi ailelerden biri de Almelek ailesiydi. Bugünkü adı İstiklal olan Yahudi Mahallesi’nde doğan Yakup Almelek (72) lise diploması aldığı gün ailesiyle İstanbul’un yolunu tutar. Hem ablasının evlenip İstanbul’a taşınması hem de Yakup Almelek’in üniversiteye gidip iş hayatına atılmak istemesi bu göçün sebebiydi. “Ben daha büyük yerde yaşamak istiyordum. 50 yıl önceki Ankara küçük bir şehirdi. İstanbul kadar büyük değildi. İstanbul gözümüzü kamaştırıyordu.” diyen Almelek, lise yıllarında herkes gibi Demokrat Parti’ye destek verir ancak bir süre sonra yarı Halk Partili olur. O yıllarda eve Vatan ve Dünya gazetelerinin yanı sıra Cumhuriyet de her gün girmektedir. İstanbul’a taşındıktan sonra aile, bu şehre alışamaz. Aralarında şu konuşmaların geçtiğini hatırlıyor Yakup Almelek: “Ankara İstanbul’a göre daha mazbut, trafiği daha iyi, insanları daha insancıl.” Her ne kadar bıraktıkları Ankara’yı bugün bulamasa da lise arkadaşlarıyla 50 yıl sonra bir araya gelmiş. Leyla Hanım gibi Yakup Bey de o yıllarda Yahudi olduklarını baskın biçimde hissetmediklerini söylüyor. Almelek, bir bahane bulup birkaç yılda bir, doğduğu şehre ve eve gidiyor. Ankara Yahudi ailelerinin içinde iki üç tanesi öne çıkıyordu; Araflar, Bonomolar, Tezmanlar... Ancak İstanbul’a göre Ankara Yahudilerinde fazla zenginlik göze çarpmıyordu. Hatta Ankaralı Yahudiler çocuklarının sivrilmesini istemiyordu. Beki Bahar’ın anlattığına göre tiyatro oynayacak gençlere mahalleli öne çıkmaması, sivrilmemesi için gaz lambası dahi vermiyordu. Bu durumu “Yahudiler biraz korkaktır.” diye açıklıyor Beki Bahar. 1934 yılında Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra yabancı adlara yasak gelir. Kimi Yahudiler soyadını kullanamaz, kimisi ise soyadının başına “öz, er, güzel, yeni” gibi ekler getirerek bu yasaktan kurtulur. Özsarfati, Erkohen, Yenibahar, Güzelbahar… Güler soyadını almak isteyen Albert Bey’e, “Bu alındı” denilerek Ağlamaz soyadı verilir, itirazı ise kabul edilmez. Bir Yahudi’ye Paracanlı soyadı verilir, evde kıyamet kopar. Ankara Yahudilerinin soyadları arasında Alaton, Albukrek, Almaleh, Araf, Bahar, Behar, Benforma, Bonomo, Kohen, Krepsi, Levi, Lomita, Mukatel, Ruso, Sevilya başı çekiyor. Başkentli Yahudilerin eğitim için şehir dışına çıkmasını ise Sebatay Sevi olayına bağlıyor Beki Bahar: “Sebatay Sevi, bütün Osmanlı Yahudilerine zarar verdi. Bütün cemaatlerde bir içe kapanmaya neden oldu, büyük adamları cehalet içinde bıraktı. Çok büyük bir kırılma noktasıdır, cemaat bunu çok benimser, çok korkar. Eğitime önem vermez. Bütün topluluklar düşer.” İstanbul cemaati ise Avrupa’yı tanıdığı, ticaret yaptığı ve eğitim aldığı için Ankara kadar etkilenmez bu durumdan. Neve Şalom Musevi Sinagogu Vakfı’ndan Deniz Hanım, İsrail Büyükelçiliği’ndeki görevlilerin dışında Ankara Yahudi cemaatinin bugünkü sayısının 50 civarında olduğunu anlatıyor. Bunların önemli bir kısmını yaşlılar, kalan kısmını ise Yahudilikle pek ilgisi kalmayan memur kesim oluşturuyor. Bir süre tadilat gören Yahudi mahallesindeki sinagog İstanbul, ABD ve İsrail Yahudilerinin yardımlarıyla onarıldı. Beki Bahar, bu gelişmeyi sevindirici buluyor, Edirne Yahudilerinin sinagoguna sahip çıkmadığını anlatıyor. Ancak buna rağmen sinagog senede sadece bir iki defa açılıyor; çünkü cemaat bir araya gelmiyor. Bayramlarda ise haham İstanbul’dan günübirlik gönderiliyor. İsrail Büyükelçiliği çalışanları da geçmişte yolunu tuttukları sinagoga şimdi uğramıyor. ANKARA’DAN KOŞER İSTEYEN YOK Yahudilerin hayvan kesimi de diğer inançlara göre farklı. İstanbul’da haham tarafından pazartesi günleri dinî kurallara göre kesilen hayvanların etlerine ‘koşer’ adı veriliyor. İstanbul’da 11 kasapta koşer et satılıyor. Bu hayvanları kesenlerden Haham-kasap David Siviv, İstanbul dışında başka şehirlere et göndermelerine rağmen Ankara’nın talebi olmadığını anlatıyor. Ankara Yahudilerinin tarihe gömülen geleneklerinden biri de düğünleriydi. İmece usulü yapılan düğünler mahallenin en büyük ve müsait evinde yapılırdı. Yemekler, tüm mahalleye dağıtılırdı. Artık bu düğünler de kalmadı. Yahudilerin maddi durumu iyi olmayanları düğünlerini sinagogda, zengin olanları ise salonlarda yapıyor. Aslında Ankara’da Yahudi kültürü, çok eskilere dayanıyor. Beki Bahar bu tarihî hikâyeyi kitabında detaylı biçimde anlatıyor. İstanbul’un koloni olduğu birinci yüzyılda Ankara metropol bir şehirdi. Milattan Önce 1000’li yıllarda Ankara civarında kurulan Hitit Krallığı’nda Yahudiler yaşıyordu. Yahudilere en fazla hakkı ise Makedonya Kralı Büyük İskender (Alexander) veriyor. Bugün bile İskender’e sevgiden dolayı Yahudiler arasında Alex ismi yaygın biçimde kullanılıyor. İskender’in kurduğu imparatorluğun dağılmasından ortaya çıkan Selefkiler, 2 bin Yahudi ailesini Ankara civarına yerleştirdi. Ankaralı Yahudilerin hikâyesi de burada başlar. Beki Bahar’a göre bugünü saymazsak Ankara’nın en ihtişamlı günleri Roma döneminde yaşandı. Nüfusu 100 bine dayanan şehirde, Yahudi cemaatine cumartesi günü çalışmama, askere alınmama, sinagoglarda ayinlerini yapma gibi birçok ayrıcalık tanındı. Bu haklar tunç sütunlara kazınıp meydanlara dikildi. SEFARADLAR, ROMANİOTLARI ASİMİLE ETTİ Yahudilerin Ankara’da yaşadığına dair en net kaydı ise Beki Bahar ortaya çıkardı. Yahudi din adamı St. Paul, Hıristiyanlığı seçtikten sonra Yahudilerin yoğun yaşadığı Bergama, Efes, Antakya, Ankara gibi şehirlerde İsa’nın beklenen Mesih olduğuna dair vaazlar verdi. Galatlara Mektup adı altında yazdığı mektupla, o dönemin Ankara’sında Yahudilerin yaşadığı belgelenmiş oldu. Osmanlı döneminde ise Murad Hüdavendigar’ın fethettiği Ankara’da yerleşik bir Yahudi toplumu yaşıyordu. Ankara’nın alınmasından 136 yıl sonra fethedilecek olan İstanbul’da ise Yahudi bulunmuyordu. Osmanlı döneminde yeni fethedilen Edirne ve civarına Türkçe öğretmek üzere iskan edilen Yahudiler arasında Ankaralılar da bulunuyordu. 1492 yılında İspanya’dan kaçan Yahudiler Osmanlı Devleti’ne sığınınca Ankara’nın yolunu tutanlar da oldu. Ladino dilini konuşan İspanyol Yahudileri, Ankaralıları da etkiledi. İspanya’dan gelenler (Sefarad) zamanla Anadolu Yahudilerini dönüştürmeye başladı. İspanya’dan gelenlerin kültürlü, bilgili insanlar olduğunu söyleyen Beki Bahar, “Bu doğal kanun gibidir. Zamanla Romaniotları siliyorlar, onları Seferad’laştırıyorlar. İspanyolca konuşuyorlar. Evlilikler oluyor, üstünlükler oluyor. Romainoatlar kayboluyor. Romalı soyadı var; ama kendi yok.” Anadolu Yahudilerinin bugün pek bilinmemesinin altında, bu sürecin pek fazla gündeme gelmemesi yatıyor. Türkiye Yahudilerinin önemli bir kısmı da 1492 öncesinden habersiz. Bunun altında ise Osmanlı Devleti’ne olan minnet duygusu yatıyor. Bugün birçok yere dağılan Ankara Yahudilerinin başkentle irtibatı az da olsa devam ediyor. Ancak onlar eski Ankara’yı bulamıyorlar. Beki Bahar, en son üç yıl önce geldiği başkentten ağlayarak ayrılmış. ATATÜRK’Ü ANKARALI YAHUDİ MİSAFİR ETMİŞ “Mustafa Kemal Atatürk’ün Ankara’ya gelişi 27 Ocak 1919 olarak biliniyor. Bu tarihten önce mi yoksa sonra mı olduğu bilinmeyen bir zamanda Atatürk, Millî Mücadele için Ankara’ya gizlice gelir. Ankara’nın Yahudi mahallesinin evleri zamanın en iyileri durumundaydı. Bundan dolayı Mustafa Kemal, Yahudilerin en güzel evlerinden birinin sahibi olan Yasef Ruso’nun evinde kaldı.” Bu hikâyeyi Yazar Beki Bahar, Yasef Ruso’nun torunu Fuli Eskenazi’den aktarıyor. Babasından bunu duyan Eskenazi, bir gece gizlice geç saatte gelen kişinin Atatürk olduğunu yıllar sonra öğrenir. Yasef Ruso ise bu ziyaretten sonra koyu Halk Partili olur. Beki Bahar, bu hikâyeyi anlatanların güvenilir ve yalan söylemeyecek insanlar olduğunu söylüyor. “O dönemde en güzel ev onların eviymiş. O evin içini görmedim, dıştan fazla gösterişi yoktu. Fakat içinde şahane mobilyalar varmış. Zengin bir ailedir Rusolar.” diyen Beki Bahar, “Neden otel değil bir ev?” deyince şu cevabı veriyor: “Taşhan Oteli kalacak yer değil. Büyük bir adamın otelde kalması tehlikeli olabilir. Yahudi mahallesine geliyorsan, etrafı korumaya alınmıştır. Korku yok, ağırlaması daha kolay.” İsrail’de yaşayan Leyla Ağlamaz ise eşi tarafından akrabası olan Araflara ait sinagogun karşısındaki evlerinde Atatürk’ün özel misafirlerinin kaldığını anlatıyor. Hemen yanındaki konakta ise Rusoların evi bulunuyordu. Atatürk’ün ablası Makbule Hanım da kardeşini görmeye geldiğinde aslen Tokatlı bir Yahudi olan Kemal Sevilay’ın iki katlı küçük evinin üst katında misafir edilmiş. Meclis’in kurulmasını izleyen ilk yıllarda kalacak yer bulamayan birçok milletvekili Yahudi mahallesinden bir oda kiralıyordu. Otel olmaması ve Müslümanların yabancı erkekleri evlerine almamasından dolayı Yahudi Mahallesi önem kazanmıştı. Beki Bahar’ın anlattığına göre, Ali Çetinkaya, Tunalı Hilmi ve İhsan Sabri Çağlayangil de Yahudi evlerinde kalanlar arasında yer alıyor. MİLLÎ MÜCADELEYE MAKBUZLU DESTEK Ankara Yahudileri, Milli Mücadele’ye destek de vermişti. Mücadeleye makbuz karşılığı yardımda bulunan Ankara Yahudilerine bu paralar daha sonra geri ödendi. Makbuzlarını kaybedenler ise paralarını alamadı. KENDİMİ TÜRK HİSSEDİYORUM Ankara’dan İstanbul’a çok önceleri göç edenlerden biri de halen İstanbul’da yaşayan Musa Albukrek’in babasıydı. 1889 yılında doğan Baba Marko Ovalya Albukrek, 16 yaşında Paris’e gidip eğitimine orda devam edecek ve bir daha Ankara’ya dönmeyecekti. Halep ve Bağdat’ta Fransızca öğretmenliği yaptıktan sonra İstanbul’a yerleşir Marko Bey. Bugün İstanbul’da doktorluk yapan oğul Musa Albukrek ise Ankara ile bir bağlarının kalmadığını anlatıyor. “Mozaik taşlar yerinde kaldıkça güzeldir, kurcaladıkça dökülürler. Mozaiği çok sallamamak lazım, sonra aralarında boşluklar çıkıyor.” diyerek kendini Türk hissettiğini söylüyor. AKSİYON
22 Mart 2008 12:33
DİĞER HABERLER