"İklim Ultrasonu"nda müjdeli haber! Türkiye 30 yıl soğuyacak. İşte 2099'a kadar hava durumumuz...
İTÜ Yer Bilimleri Enstitüsü, IPCC’nin (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) araştırmalarından yola çıktı, Türkiye’nin en büyük bilgisayarı ‘Anadolu’nun yardımıyla 21. yüzyıl Türkiye iklim projeksiyonunu çıkardı. Proje başkanı Prof. Mehmet Karaca anlatıyor...
“Yarından Sonra” yani “The Day After Tomorrow”, küresel ısınmanın getirebileceği sonuçları en kötümserinden ve en hızlandırılmış tarafından anlatan Amerikan yapımı bir bilim kurgu filmiydi.
2004 yapımı filmde dünyanın buzul çağına girdiğinin hissedilmesinin hemen ardındaki 24 saat içinde New York önce sular altında kalıyor ardından da denizin Özgürlük Heykeli’nin yanından yürünebilecek kadar donması konu alınıyordu.
Başta da dedik ya bu en hızlandırılmış, en kötümser senaryo. Zira İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü İklim ve Deniz Bilimleri Anabilim dalı öğretim üyesi Prof. Mehmet Karaca’ya göre, böyle bir sirkülasyon olabilmesi için en az 1300-1400 yıl gerekiyor; o da Golfstream’den gelen sıcak su akıntısı kesilirse… Üstelik “En basitinden İngiltere’nin tamamen soğuması Türkiye’nin de soğuyacağı anlamına gelmiyor” diyor Karaca.
Yani dünyanın herhangi bir yerinde yaşanan felaket Türkiye’de de yaşanacak diye yanlış bir yanılgıyı insanların aklından çıkarmak gerekiyor. Aslında röportajımızın asıl sebebi de bu: Küresel ısınma kabusu sürerken Türkiye’yi neler bekliyor? Karaca’nın önderliğinde, IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) raporları ışığında ve Türkiye’nin en büyük bilgisayarı ‘Anadolu’ ile yapılan 21. yüzyıl projeksiyonu işte bunu anlatıyor. Üstelik en iyimserinden en kötüsüne senaryoların ortaya konması suretiyle! Kötüden kasıtsa şu: İnsanoğlu şu anki şartlarını bozmadan, yani aynı oranda karbondioksit açığa çıkararak, ormanları katlederek, şehirleri büyüterek, ‘rızkıyla gelir’ diye çocuk sayısını arttırarak yaşamaya devam ederse
“Türkiye 2030’a kadar ısınmıyor!"
İlk olarak konunun özünde düzeltme yaparak başlıyor Karaca: “Küresel ısınma dediğimiz şey aslında küresel iklim değişikliğidir.” Ancak ona göre bu bile abartılıyor zira spekülasyonları seviyoruz! Bunun en gözle görülür örneklerinden biriyse sürekli Kuzey Kutbu’nun eridiği haberlerini duyuran uzmanlar. Çünkü Karaca’nın söylediğine göre Kuzey Kutbu küçülürken Güney Kutbu genişliyor… Bunun sebebini şöyle açıklıyor: “Kuzey yarımkürede karalar fazla, güneyde ise denizler. Çocukluğumuzdan beri öğrendiğimiz bir şey bu: Karalar çabuk ısınır, çabuk soğur; dolayısıyla kuzey yarıküre ısınmaya daha hızlı tepki gösteriyor.” Karaca, yerküre üzerindeki sıcaklıkların genelinde bir yükseliş olduğunu onaylarken geçmişe bakıldığında da iklimin bize çoğu zaman sürprizler yaptığı gerçeğini göz ardı etmememizi hatırlatıyor. “Yerküre sıcaklıkları artıyor diye, bölgesel ölçeklerde de sıcaklıkların artacağını söylemek mümkün değil” diyen Karaca geçen yıl sıcak sistemlerin Doğu Anadolu’ya uğramadığını söyleyerek destekliyor anlattıklarını. Hatta bu konunun Erzurum’da “Küresel ısınma Erzurum’a gelmedi” şeklinde espri konusu olmuş… Karaca bu durumu şöyle özetliyor: “Sıcaklıklar 1940’lardan sonra genel olarak artıyor. Ancak 1960’larda küresel sıcaklık azken Türkiye sıcaklığı daha fazla. 1990’lara kadar arada bir korelasyon bile yok. 1990’lara gelindiğinde küre sıcaklığıyla birlikte Türkiye’nin sıcaklığının da arttığı görülüyor.”
Bunun bir örneğini de gelecekte yaşayacağız Karaca’ya göre. Üstelik bir de iyi haberi var: Yapılan projeksiyona göre küresel sıcaklığın artmasına karşın Türkiye’de 2030’lara kadar sıcaklıklarda azalma bekleniyor! Artış ise 2070-2090 arasında gerçekleşecek. Karaca’ya göre asıl önemli olan bölgesel değişim. Zira 2050’den sonra özellikle Akdeniz bölgesindeki sıcaklıklarda gözle görülür bir artış var, ki bu da en iyi senaryoya göre 1-1,5 derecelik bir artışken, en kötümser senaryoda bu 4-4,5 dereceye kadar çıkabiliyor.
Karaca’nın söylediğine göre özellikle 2070-2090 yıllarına gelindiğinde Akdeniz Bölgesi’nde kış mevsimi neredeyse yaşanmayacak. Bunun yanı sıra su rezervleri için asıl gereken “kış yağışları”. Akdeniz bölgesinde bu yıllarda ciddi bir düşüş gösterecek. Bu da IPCC’nin raporunda belirttiği güney bölgelerdeki ısınma oranını Türkiye açısından doğruluyor.
“Şeker pancarı suyun sonunu getirir”
Mehmet Karaca küresel iklim değişikliği denince akla önce ‘ısınma’ gelse de asıl problemin yağışlar olduğunu söylüyor. Karaca, Akdeniz havzasındaki kuraklığa karşın Türkiye’nin kuzeyinde ve Karadeniz’de artacak yağışların başlıca nedeninin yer şekilleri olduğunun da altını çiziyor. Sonuçta Türkiye’nin Akdeniz havzası içinde bulunmasından dolayı aslında kötü bir senaryoya ait olduğunu belirten Karaca, dağlık yüzey şekillerinin bizim için büyük bir şans olduğunu vurguluyor.
Karaca’dan bir iyi haber daha var: 21. yüzyılın sonlarında sonbaharda Fırat ve Dicle’yi besleyen havzalarda da yağış artışı bekleniyor! 2070-2090 yıllarında güneyin aldığı yağışlarda yüzde 30’a kadar azalma görülürken kuzeyde yüzde 40’lık bir artış olacağı da ön görülüyor. Buyurun size hem iyi hem kötü haber!
Peki bu durumu dengelemek ve şartları doğru kullanmak için ne yapmamız gerekiyor? Karaca bunu şöyle açıklıyor: “En önemlisi su ve tarım yönetimini elindeki suya göre kurgulamak. Siz Konya havzasına şeker pancarı ekmeye teşvik ederseniz tabii ki suyun sonunu getirirsiniz.” Konya’nın en büyük kaynak su rezervuarına sahip olduğunu belirten Karaca’ya göre yapılması gereken buğday ekmek. Çünkü şeker pancarı veya benzeri bitkiler aşırı su isterken buğdaydan hemen her türlü iklim şartında verim alınabiliyor. Su da kaynağında kalıyor!
“Pastırma yazı uzayacak”
Türkiye’nin kuzeyi ve özellikle Karadeniz’de beklenen yağış artışı tabii ki iyi haberler arasında. Ancak Karaca hatırlatıyor: “Daha fazla yağış, daha fazla sel ve daha fazla heyelan demek.” Bunun aslında kötü bir sinyal olduğunu söyleyen Karaca şöyle devam ediyor: “Bırakın deniz seviyesi değişimlerini, otoyollar için bile bu kötü bir şey. Biraz klasik olacak ama maalesef Karadeniz’de deniz seviyesindeki bir iki milimlik oynama bile yolların doldurma şeklinde yapılmasından dolayı büyük etkiler oluşturabilir.”
Doğu Anadolu’nun sorunu ise sıcaklık arttığı için karın yerde kalış süresinin azalması. Kar aslında bir tür su deposu ve su ne kadar uzun süre yeryüzünde kalırsa doğa tarafından saklanması da o kadar kolay oluyor. İç Anadolu’ya gelince… Karaca buradaki yağış miktarında çok fazla değişiklik olmayacağını söylüyor. Ancak gece gündüz farkının ortaya çıktığı özellikle ekim-kasım aylarında yaşanan ve halk arasında “pastırma yazı” adı verilen dönemin daha uzun yaşanacağını da belirtiyor. Ancak gece gündüz sıcaklık farkı kışın artacak, yazın azalacak.
“30 yıllık artışın sebebi çarpık kentleşme”
Mehmet Karaca’nın en çok üzerinde durduğu konulardan biri de arazi kullanımı. Bunun termal dengeyi bozduğunu anlatan Karaca 1700’lerden 1990’lara kadar olan süre zarfında tarım arazilerinin kapladığı alan binde 3 iken şimdilerde binde 18 civarına kadar çıktığını anlatıyor. Yani binde 15’lik azımsanmayacak bir artış! Nedeni mi? Bildiğimiz mesele: Nüfus! Dünya nüfusu 1000’li yıllarda 250 milyonken şimdi yedi milyar. Türkiye nüfusuna baktığımızda, 11. yüzyılda 20 milyon bile olmayan nüfusun şimdilerde 70 milyona çıktığını zaten biliyoruz. Hesaplamalara göre asıl kırılma 1980’lerde yaşanıyor. Bu da kırsal kesimden kente göçün en çok olduğu yıllara tekabül ediyor. İşte Karaca’ya göre asıl sorun burada başlıyor. Zira yapısı değişen şehirler birer ısı adası haline geliyor. Bu yüzden de şehirle kırsal kesim arasında sırf bu nedenle yaklaşık 3 derecelik bir sıcaklık farkı oluşuyor. Karaca’nın anlattığına göre beton ve asfalt ısı rezervuarı gibi davranıyor. Siyah güneşi tutuyor ve daha fazla ısınmayı sağlıyor. Beyaz ise tam tersi aldığı ışınların 90’ını atmosfere iade ediyor. İstanbul’un kuzeyi ve güneyi arasında bazen üç dört derecelik farklar olmasının sebebi tam da bu. Normal şartlar altında iklim müsait ama betonlaşma ve yeşil dokunun azalması sıcaklık dengelerini alt üst ediyor. “Bunun için” diyor Karaca, “bulabildiğimiz her alanı yeşillendirmeliyiz.” İTÜ’nün araştırmasına göre kiremitlerin yaydığı ısı neredeyse 30 dereceye yakın. Meteoroloji istasyonlarının şehrin içinde kaldığını söyleyen Karaca bu yüzden şu anda ölçülenin betondan yayılan radyasyon olduğunun altını çiziyor. Karaca bu mevzuyu şöyle noktalıyor: “Son 30 yıldaki ısı artışının müsebbibi çarpık kentleşmedir!”
“Suya hakim olan dünyaya hakim olur”
Prof. Mehmet Karaca bütün bu problemlerin ancak doğru bilinçlendirmeyle düzeleceği kanaatinde olsa da iklim mühendisliğinin çözümlerini de bizimle paylaşıyor. Örneğin en çok konuşulan çözümlerden biri ‘Aerosol serpmek’. Aynı mikroplarla savaşmak için üretilen antikorlar gibi bu “Volkanik Aerosoller”in güneşin yaydığı radyasyonu tutacağı ve yere inmesini engelleyebileceği düşünülüyor. İkinci bir öneriyse karbon birikmesini kayalara depolamak. Maksat atmosferdeki fazla karbon salınımını engellemek. Sıradaki ilginç çözüm önerilerinden biri de şu: Dünya yörüngesine ayna koyarak güneşten gelen radyasyonu geri göndermek.
Ancak öneriler içinde Karaca’nın en çok karşı çıktığı “bulut tohumlaması” yani “yağmur bombası” yöntemi. Ocak ayında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 2,5 milyon dolara kiralanan bulut tohumlama uçaklarıyla tohumlama yapılması, o zaman da tartışmalara neden olmuştu. Mehmet Karaca da bunu “tam bir fiyasko” olarak nitelendiriyor. Karaca’ya göre eğer bu işe yarar bir sistem olsaydı, su konusunda en hassas ülkelerden biri olan İsrail mutlaka kullanırdı. “İsrail’in düsturu bir yağmur damlasının iki defa kullanılması yönündedir. Onlar suyu alıyor, temizliyor tekrar sulamada kullanıyor” diyen Karaca Türkiye’de esas geç kalınmış olanın suyu tekrar kullanılabilir hale getirmek olduğunun altını çiziyor. Kaldı ki biz henüz var olan suyumuzu “patlak borular yöntemiyle” kaybediyoruz. Bu konuda önemli bir ilerleme kaydeden şehirlerden biri Kayseri. Karaca’nın anlattığına göre; Kayseri Belediyesi borular yüzünden yüzde 57’ye varan su kayıplarını şu anda yüzde 7 civarına çekmiş. “Su, şüphesiz 21. yüzyılın en önemli metası olacak” diyor Karaca. İsrail’in şimdiden bunun farkında olduğunu da ifade eden Karaca’ya göre “Suya hakim olan dünyaya hakim olacak! Devlet Su İşleri’yse suyu etkin kullanmak yerine barajlara toplayıp kurutuyor.”
“İklim mülteciliğine yer yok”
Karaca kötümser senaryoların yanında ilginç tespitleri sıralamaya devam ediyor. Doğanın kendi savaşını kendisinin verebildiğini söyleyen Karaca insanları müdahaleden uzak durmaya çağırıyor, üstelik ilginç bir örnekle: “Türkiye’de son 30 yılda ormanlarda artış var! Bunun nedeni ne biliyor musunuz? Kırsal kesimi terk eden insanlar…” Yanlış okumadınız. Bir yandan kırdan kente göç şehir ısılarını, karbon salınımını arttırırken, diğer taraftan farkında olmadan bıraktıkları yerlerin tekrar yeşermesine neden olmuş! Yani Karaca’nın deyimiyle “Doğa kendini yenileme şansını elde etmiş”!
Karaca artık hava kirliliği ya da kötü şehirleşme yerine yalnızca iklimden konuşulmasından da dem vuruyor. Zira ona göre en büyük problemlerden biri bu. Üstelik eskiden göçebe olan insanoğlu mevsime göre istediği yere yerleşme şansına sahipti. “Ancak şimdi iklim mülteciliğine yer yok” diyor Karaca… Türkiye coğrafi konumu yüzünden iki arada bir derede kaldı. Özellikle Akdeniz için her ne kadar turizm mevsimi uzayacakmış gibi gözükse de su kaybı yaşamı besleyebilecek bir alt yapıdan mahrum bırakacak… Karaca’nın anlattıkları beynimizin içinde dönerek çıkıyoruz İTÜ koridorlarından; elimizde, doğanın bir sürprizi olmadığı takdirde aslında bozduğumuz gibi ellerimizle düzeltebileceğimiz senaryolarla…
Yeni Aktüel